GENARAL’İN DUASI
Allah’ım ban bir oğul nasip et’ki
Zayıf olduğu anı bilecek kadar kuvvetli,
Korktuğu zaman, kendini bulabilecek kadar cesur,
Şerefli bir yenilgide gururlu ve eğilmeyen, lakin zaferde yumuşak ve alçak gönüllü olsun.
Bana bir oğul nasip et’ki seni tanısın ve bilğinin temel taşının kendini tanımak olduğunu kavrasın. Onu kolaylık ve rahatlık yolunda değil, zorluklarla ve güçlükler yolunda dene’ki fırtınada ayakta kalmayı öğrensin. Bunu başaramayanlara da şefkatli olsun.
Kalbi temiz bir oğul nasip et, gayesi yüksek olsun.
Başkalarını idare etmeden önce, kendini idare etmeyi öğrensin.
Gülmeyi bilsin, ama ağlamayı unutmasın.
Bu vasıflara sahip olduktan sonra da dua ederim; hyatın esprilerine karşı o kadar yeterli duygusu olsun ki, ciddi olmakla birlikte kendini fazla ciddiye almasın. Ons tevazu ver ki, daima büyüklüğünün sadeliğin, açık fikirliliğin hikmetini, gerçek kuvvetin tevazuda olduğunu anlasın.
İşte o zaman ben: ‘’ Boşuna yaşamamışım’’ diye söylemeye cesaret edebileyim.
ÖNYARGI
Uzaklarda bir köyde, kocası ve çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysaldır.
Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara gögüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır.
Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zanam geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerideki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir
Ve odada beşiği, beşiğin içinde bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür. Einstein’in söylediği rivayet edilen bir söz var.
‘’İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor.’’
HAYATIN TADINA VARMAK
İş hayatında önemli yerlere gelmiş bir grup mezun arkadaş üniversitdeki hocalarından birini ziyarete gitmiş.
Çeşitli konular konuşulduktan sonra sohbet, iş hayatının doğurduğu strese ve yaşamın zorluklarına gelmiş. Yaşlı üniversite hocası, ziyaretçilerine kahve ikram etmek üzere mutfağa girmiş ve değişik boy, renk ve kalitede birçok fincanın bulunduğu tepsiyle geri dönmüş Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan fincanları ve kahve termosunu masaya koyup kahvelerini oradan almalarını söylemiş.
Bütün eski öğrenciler kahvelerini alıp koltuklarına döndüklerinde hocaları onlara şunu söylemiş. ‘’Farkına vardınız mı bilmem? Zarif görünümlü, güzel, pahaşlı fincanların hepsi alındı; masada yanlızca ucuz ve basit görünümlü fincanlar kaldı. Elbette kendiniz içine güzelini istemek ve onu almak çok normal bir şey, ama demin bahsettiğiniz problemlerinizin ve stresin sebebi budur. Hepinizin istediği fincan değil, kahveyken, bilinçli olarak her biriniz birbirinizin fincanlarını gözleyerek daha iyi olan fincanları almaya uğraştınız.
Hayat kahveyse; iş, para ve mevki fincandır. Bunlar yanlızca hayatı tuutmaya yarayan araçlardır ama hayatın Kalitesi bunlara göre değişmez. Bazen yanlızca fincan aodaklanıyor, içindeki kahvenin zevkini çıkarmayı unutabiliyoruz.
YAŞAMA ARZUSU VE YENİDEN DOĞUŞ
Kartal, kuş türleri içerisinde en uzun yaşayanıdır. Yetmiş yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için kırk yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır. Kartalın yaşı kırka dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın burda iki seçinden birisini yapması gerekir. Ya ölümü seçecektir, ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğusleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci yüz elli gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söküp çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez de eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Beş ay sonra kartal, kendisine yirmi yıl veya daha uzun bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Biz de kendi yaşamımızda sık sık bir yenşden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek, belki de başlatmak için bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdankurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin gereksiz ağırlıklarından kutulduğumuzda, yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlardan tam olarak yararlanabiliriz.
İŞ İLANI
Bir iş yeri eleman aramaktadır. Binanın giriş katındaki ofisin pencerelerine bir ilan asarlar: Eleman aranıyor /daktilo yazabilen ve bilğisayar kullanabilen, ana dilinin dışında bir dil daha bilen bir elemen arıyoruz. Başvurmak için çekinmeyin. Müesesemizde herkes için fırsat eşitliği vardır.
İlanı gören bir köpek, dışarı çıkmakta olan birini kollayıp şirketin açılan kapısından içeri girer. Danışmadaki görevli bayan tam köpeği dışarı çıkarmak için yerinden kalkarken, köpek ilanın altına gidip kafasını sallayarak, ben bunu istiyorum anlamında hafif bir ses çıkarır. Köpeğin işe başvurmak istediğini anlayan görevli, şaşkınlığının geçmesinden sonra köpeği insan kaynakları yöneticisinin odasına götürür. Köpek içeri girer ve müdür odasındaki misafir sandalyesine sıçrayarak oturur. Müdüre işe başvuru için geldiğine anlatmak istercesine camdaki iş ilanını kafasıyla işaret eder. Müdür şaşkınlıktan neredeyse dilini yutacaktır. Sempatik bir ses tonuyla:
‘Harika görünüyorsunuz, ama sizi işe alamayız. Bize daktilo kullanabilen bir eleman gerekli.’ der.
Köpek sandalyeden atlayarak oradaki masada duran bir daktilonun başına geçer ve dört dörtlük bir iş başvuru dilekçesi yazarak müdüre getirir. Müdür şaşırır, ama kendini toplayarakikinci bahanesini söyler:
‘Evet, ama biz aynı zamanda iyi bilgisayar kulalanabilen birini arıyoruz.’
Köpek kalkar, yine masanın üstünde duran bilğisayarı açıp internete bağlanır, rakip şiketin veri bankasına girer, çok gizli Excel dosyalarını bilğisayara indirip çıktı alır. Sonra tekrar yerine oturur. Müdür, bir köpeğin bunları yapabilmesine hayretler içindedir; bu sefer,
‘Evet, görüyorum ki siz çok akıllı ve çok yeteneklisiniz, ne varki köpeksiniz.’
Köpek tekrar aşağıya zıplar ve iş ilanının altına giderek ön patisiyle, ‘Başvurmaktan çekinmeyin. Müessesemizde herkes için fırsat eşitliği vardır.’ İbaresini gösterir. Müdür son kozunu oynar ve der ki,
‘Evet, ama ilana, Başvuran elemanın anadilinin yanında bir dil daha bilmesi geretiğini söylüyor. Köpek müdüre sakin bir şekilde döner: ve
‘Miyavvv…
İNANMAK
Bir okulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle dedi: ‘Bu okulun en iyi üç öğretmeni sizler olduğunuz için, bu yıl size okulun en başarılı öğrencilerinden bir araya getirilen üç sınıf vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da aynı hızla çalışıp çok iyi bir eğitim almalarını bekliyoruz.
Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne babaları bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyorlardı. O okul dönemi hepsinin özellikle hoşuna gitti. Yılsonu geldiğinde öğrenciler şehirdeki diğer öğrencilere göre yüzde yirmi ile otuz daha başarılıydı. Müdür üç öğretmeni odasına çağırıp onlara:
‘Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin yüzyirmi tanesi sizde değildi. Onlar ortalama öğrencilerdi.’
Bu gerçeği duyan öğretmenler, öğrencilerde görülen yüksek başarının kendi öğetme kabiliyetleri ile ortaya çıktığını düşünmeye başladılar.
Ama okul müdürü:
‘Bir itirafım daha var’ dedi. ‘Sene başında tüm öğretmenlerin isimlerini birer kâğıda yazdık bir torbanın içine doldurup üç öğretmenin isimlerini rastgele seçtik. Siz inandığınız için başarılı oldunuz. Onlarda öyle…’
İMKÂNSIZI BAŞARMAK
Berkley, California Üniversitesi Matematik Bölümü öğrencisiydim. Her zaman ki gibi sınıfa geç girdim. Tahtadaki iki soruyu, ev ödevi sanarak defterime geçirdim. O akşam soruların üzerinde çalışırken bunun şimdiye kadar profesörün verdiği en zor ödev olduğunu gördüm.
Her gece başaramasam da, sırayla her iki problemin üzerinde saatlerce çalıştım. İnat etmiştim. Yine bir gece çalışırken beynimde bir şimşek çaktı. Her iki problemi birden çözdüm. Ertesi gün cevapları okula götürdüm. Profesör masanın üzerine bırakmamı söyledi. Masanın üzerinde kâğıttan bir tepe olmuştu. Benim kâğıdımın bunların arsında kaybolacağını düşünüp sıraya üzülerek oturdum.
Altı hafta sonra bir Pazar sabahı kapının vurulması ile uyandım. Kapıda profesörü görünce dondum kaldım.
‘Gerorge, George!’ diye bağırıyordu. Problemi çözmüşsün.
Tabi ki, diye cevap verdim. Çözmem gerekmiyormuydu hocam?
Profesör tahtaya yazılmış olan iki problemin ev ödevi olmadığını, dünyanın önde gelen matamatikçilerinin şimdiye kadar çözmemiş oldukları iki ünlü problem olduğunu açıkladı. Birkaç gün içerisinde ikisini birden çözebildigime inanmıyordu. Eğer birisi bana onların iki ünlü çözülmemiş problem olduğunu söyleseydi, sanırım onları çözmeyi denemezdim bile.