Bir Ayakkabı Hikayesi

0
1416

Bir ayakkabıyım ben, küçük kırmızı ve oldukça şirin. Gülmeyin gerçekten şirinim, inanmazsanız resmime bakın. Dün usta parmaklar son şeklimi verdi bana. Her şeyimle mükemmel olduğumu da konuştu ustalar kendi aralarında ve rafların başköşesine yerleştirdiler beni.

Bir ayakkabıyım ben, küçük kırmızı ve oldukça şirin. Gülmeyin gerçekten şirinim, inanmazsanız resmime bakın. Dün usta parmaklar son şeklimi verdi bana. Her şeyimle mükemmel olduğumu da konuştu ustalar kendi aralarında ve rafların başköşesine yerleştirdiler beni. Diğer ayakkabılardan öğrendim çok kısa bir süre sonra muhafazalı bir kutu içinde ayrılacağım buradan, bir dükkan vitrinine konacağım ve beğeniyle izleyecekler beni. Sonra bir anne gelecek ve beni hayatının en kıymetlisi, çocuğu için alacak. Bir çocuğun ilk adımlarına eşlik edeceğim. Hayatta attığı ilk adımlar benim sayemde olacak. Beni giyince ayakları hiç acımayacak, ayağına bir şey batmayacak, minik parmakları taşa çarpsa bile acımayacak ve sevecek çocuk beni, hep benimle ilgilenecek…

İşte vakit geldi, gidiyorum. Ustam vedalaşıyor benimle, okşuyor kırmızı burnumu “git, sana en çok ihtiyacı olanın ol” diyor. Pek çok arkadaşım da benimle birlikte geliyor, yalnız olmayacağım. Kutulardayız şimdi, kamyonlara yükleneceğiz birazdan. Bizi almaya gelmiş üniformalı adamlar, bize şekil veren ustalarla konuşuyor. Bir kağıt uzatıyorlar ustaya üzerinde “Geçici ayni yardım teslim alındı belgesi” yazıyor. Duyuyorum “bağışı teslim aldığımızda size ilk önce bu belgeyi veriyoruz, sayma ayırma biriminde bağışınız sayıldıktan sonra “ayni yardım alındı” belgesi size iletilecektir…”

Bağış dediğine göre bir mağazaya gitmiyoruz. Nereye gidiyoruz acaba, haydi hayırlısı.

İşte hareket ettik, gidiyoruz. Hepimiz merak içindeyiz. Kamyonun kapıları açıldı, yeni koliler geldi yanımıza. Yine hareket ediyoruz… İşte durduk, bu kez gelmiş olmalıyız. Kapılar açılıyor bakalım nereye gidiyoruz.

Deniz Feneri yazıyor kapıda. Forkliftlerle içeri alıyorlar bizi, kutularımızı hiç bozmadan, bize çok nazik davranıyorlar. Tek tek açıyorlar kutularımızı, sayıyorlar bizi. Kaçımız kız, kaçımız erkek, kaç tane kaç numaradan, ayakkabı mı, bot mu, terlik mi? Aslına bakarsanız eğlenceli. Yeni arkadaşlarla tanışıyoruz sayma ayırma bölümünde sayılırken.

Bu da ne, bizi şeffaf poşetlere koydular, sanırım güzelliğimiz görünsün ama bize zarar gelmesin diye. Şimdi de üzerimize barkod yapıştırıyorlar. Çok farklı yaşta insanlar var burada. Bir teyze, bir dede var mesela. Beni de çok sevdi bu teyze, “maşallah” bile dedi. Çok hoşuma gitti, mutlu oldum. Benim barkodumu bir çocuk yapıştırdı, birinin torunu olmalı. Sordu yanındaki görevliye bunu neden yapıştırıyoruz diye. Görevli elindeki el bilgisayarını çocuğa uzattı, barkodumu bilgisayardan okutup “bak” dedi. “Bu barkodla, bu ayakkabıyı bize kimin gönderdiğini görebiliyoruz hatta istersen bu ayakkabıyı yollayan bağışçının daha önceki bağışlarını da görebilirsin. Hatta istersen bu ayakkabı, onu giyecek kişiye ulaştığında o kişinin kim olduğunu, nerede yaşadığını, telefonunu, adresini bile öğrenebilirsin ama bunu koli barkodundan takip edebiliriz”

Harika demek tüm arkadaşlarım burada tek tek kayıt altına alınıyor, nerden geldiğimiz, kim olduğumuz biliniyor. Rastgele sandıklara atılıp kaybolmayacağız.

Şimdi sandıklara koyuluyoruz, üzerimizi de örttüler. Her ne kadar poşetlenmişsek de tozlanmamızı istemiyorlar. Sanırım buradakiler bizi çok seviyorlar. Ben de onları sevdim. Acaba sandıkta ne kadar bekleyeceğiz?

İşte sandık yerinden kıpırdadı. Hepimiz mi gidiyoruz acaba, ya da içimizden birileri mi? Yoksa yeni arkadaşlar mı geldi yanımıza? Gidiyormuşuz yaşasın…

“Bunları mağazaya gönderelim, bunlar da Anadolu için hazırlanan kolilere konsun” dedi biri. Demek ayrılacağız, Olsun, güzel yerlere gideceğiz sanırım. Kıymetimizi bilen ellere geçelim, bize iyi davransınlar da gerisi önemli değil. Vedalaşıyoruz arkadaşlarımızla.

Mağazaya gidecek arkadaşlar ne çabuk öğrenmişler, mağazada günlerce kendilerini alacak bir müşteri beklemeyeceklermiş. Çünkü satılmayacaklarmış. İhtiyacı olan fakir aileler gelecek, onları alacak, giyecek ve onları yapan ellere dua edeceklermiş.

Biz Anadolu’ya gideceğiz. Bizi yine bir yolculuk bekliyor, uzun bir yolculuk. İşte bir koliye koyuluyorum, büyük bir koli bu. İçinde başka ayakkabılar da var. Anne, baba, çocuklar ve dede için. Herkes için birer çift ayakkabı. Başka paketler de geldi. Bunlar da giysi paketleri. Etek, pantolon, gömlek, kazak, iç çamaşırı, çorap, bir sürü şey. Demek yolculuk hep birlikte olacak. Girerken gördüm kolinin üzerinde büyük bir barkod daha var. Bu daha önce görevlinin gönüllü çocuğa anlattığı koli barkodu olmalı. Yani nereye gideceğim belli, ne çok koli var birlikte yolculuk edeceğimiz. Yolculuk hiç sıkıcı olmayacak. Bilmeyenlere barkodları anlatırım giderken…

İşte geldik, kapılar açıldı. Gönüllüler karşıladılar bizi. Tek tek indirdiler tırdan. Tabi ya o kadar koli kamyona sığmazdı ki… Küçük araçlara yükleniyoruz yine. Demek daha gideceğimiz yol var. Yine hareket ettik, tır şoförü yok bu kez, bizi gönüllüler götürüyor. İşte bizim koliyi aldılar. Bu kez gerçekten son durak olmalı. Şimdi yürüyor bizi kucağına alan gönüllü. Bir evin önündeyiz kapıyı çalıyor. İçerden bir anne çıktı, kucağında bir kız var. Sanırım bu benim bundan sonraki hayatımı paylaşacağım sahibim olmalı. Gönüllü hal hatır soruyor anneye, acele et biraz, çıkar bizi koliden sonra konuşursunuz.

Bir evrak imzalatıyor gönüllü ona. Adı “ayni yardım teslim belgesi”. Bunu “Deniz Feneri’ne geri göndereceğiz” diyor. “Böylece bu koliyi size teslim ettiğimizi, görevimizi yerine getirdiğimizi anlayacaklar. ” Teşekkür ediyor anne ve bizi içeri alıyor.

Heyecanla açılıyor kapak, kim daha heyecanlı bilmiyorum. Kolinin içindeki bizler mi, bizi görmek için kalbi hızla çarpan dışarıdakiler mi? Sevinç çığlıkları çınlıyor odanın içinde. “Anne bak, bu tam bana olur. ” “Hayır onu ben beğendim. ” “Dur kızım bak burada senin için de var, hepinizi tek tek düşünmüşler, Allah gönderen de getirenden de razı olsun. ”

Ben de, bütün arkadaşlarım da çok mutluyuz, bu evdeki herkes de çok mutlu.

Dur, dur koşma, taşa çarpacağız şimdi, sana bir şey olmaz ama benim canım yanar. Ne hareketli bir çocuk bu, iyi ki ben varım yoksa ne olurdu bu çocuğun hali. O da kim, bir yabancı mı bu, aman Allah’ım gözlerime inanamıyorum. Ustam gelmiş, bizi görmeye mi gelmiş, gözyaşlarım olsa şimdi boşanırdı gözlerimden. Bir ayakkabı bu kadar mı mutlu olur. Peki ne işi olabilir ki buralarda?

Ustayla birlikte eve giriyoruz. Meğer bizi takip etmiş. Canım ustam. Deniz Feneri’nden bizi gönderdikleri aileyi sormuş. Meğer burası onun doğup büyüdüğü köyüne çok yakınmış, köyüne gelmişken atlamış buraya da gelmiş. Bizi görmeye gelmiş, mutlu muyuz diye bakmaya gelmiş. Gelirken de boş gelmemiş ustam. Elleri kolları dolu gelmiş…

Selma Topkara

www.gencgelisim.com

 

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız