Her yer karanlık… Güneş hiç doğmayacak, kaderi hiç gülmeyecek ve mutsuz olmaya mahkûm kalacaktır. Sonra kendi kendini köreltecek, kendisine en büyük kötülüğü yine kendisi yapacak, dibe vuracak ve aşağıların en aşağısına düşecektir.
Kimlerdir bunlar? Hayata, yaşamına farklı açılardan bakmayan, ruhunun kapılarını hiç zorlamayan, potansiyel iradelerini zayıf egolarıyla güçsüz bırakan ve her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını bekleyen insanlar… İstedikleri şeyler gerçekleşmediğinde güçsüz, zayıf, kişiliksiz olacak ve hiçbir dayanma gücü kalmayacaktır bunların. Kendi egolarına yenik düşerek iradeleri saf dışı olacak, fırtınalarda tutunacak bir dal, bir liman bulamayacak ve tüm bu olumsuz özellikleriyle çevrelerinde …
İdris BİLEN
idrisbilen@pdrservisi.com
Her yer karanlık… Güneş hiç doğmayacak, kaderi hiç gülmeyecek ve mutsuz olmaya mahkûm kalacaktır. Sonra kendi kendini köreltecek, kendisine en büyük kötülüğü yine kendisi yapacak, dibe vuracak ve aşağıların en aşağısına düşecektir.
Kimlerdir bunlar? Hayata, yaşamına farklı açılardan bakmayan, ruhunun kapılarını hiç zorlamayan, potansiyel iradelerini zayıf egolarıyla güçsüz bırakan ve her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını bekleyen insanlar… İstedikleri şeyler gerçekleşmediğinde güçsüz, zayıf, kişiliksiz olacak ve hiçbir dayanma gücü kalmayacaktır bunların. Kendi egolarına yenik düşerek iradeleri saf dışı olacak, fırtınalarda tutunacak bir dal, bir liman bulamayacak ve tüm bu olumsuz özellikleriyle çevrelerinde var olan insanları da kendileri gibi karartacaklar, uzay boşluğundaki kara delikler gibi onları da yutacaklardır.
Ve bazı insanlar vardır, ışıl ışıl yıldızlar gibi etraflarına devamlı enerji veren, yüzlerinden tebessümleri eksik olmayan, olaylar ve felaketler karşısında sarsılmayan, ne yapması gerektiğini bilen, en zor şartlarda dahi kendisini kontrol edebilen insanlar…
Peki, nedir bu iki farklı insan tipini birbirinden farklılaştıran? Nihayetinde ikisi de insan değil midir? İkisi de dünya hayatında var olan, bir varlık olarak anlam taşıyan ve bu anlam doğrultusunda hesaba çekilecek değil midir?
Soruları ve soru işaretlerini uzatmadan şunu ifade ederek başlayalım: Aynı olaya farklı zamanlarda farklı davranışlar gösteren sayısız insan vardır. Hiçbir yere gitmeden kendinizden çıkın yola. Bir dönüp bakın kendinize. Farklı zamanlarda farklı tepkisel davranışlar gösterdiğiniz olayları hatırlayın. Hal böyle olunca iki farklı insanın aynı olaya farklı tepkiler vermesi kaçınılmaz bir sonuç olarak çıkıyor karşımıza.
Buradan yola çıkarak, iki farklı insandan, neden birinin kara delikte ve diğerinin de yıldızlarda olduğu sorusuyla birlikte gelebilecek tüm sorulara açıklık getirmek istiyorum.
İnsanın etkileyen ve etkilenen bir varlık olduğu gerçeğinden yola çıktığımızda ilk başta o insanın dünyaya geldiği, yetiştiği, birlikte olduğu tüm sosyal çevresini de inceleme gereği ortaya çıkacaktır. Bununla birlikte, sosyal yaşam tarzı, kültürel çevresi, toplumsal değerleri, sosyo-ekonomik durumu ve en önemlisi inanç ekseninde yaşadığı ve inandığı manevi değerleri onu başlı başına etkileyecek ve bu etki ilerleyen zamanlarda diğerlerinin de kendisinden etkilenmesiyle oluşan karşılıklı döngüsellikle kişiliğine kazınacaktır.
Bu noktada her şeyi dış faktörlere yükleyip işin içinden sıyrılmayacağım elbet! Çünkü insandır bu! Ve bu insan hangi ortamda yetişmiş olursa olsun, Allah’ın ona vermiş olduğu irade ve akıl gücüyle, vicdanî muhasebeleriyle doğruyu bulabilmekte, yanlışlardan ve hatalardan uzaklaşabilmektedir. Tüm insanlığı kandırsa da kendisini kandıramayacaktır.
Evet, insan içindeki sese azıcık kulak verdiğinde hiçbir şeyin boş ve anlamsız olmadığını, yaşadığı ve kötü olarak düşündüğü her olayın aslında birçok güzel sonuçları olduğunu görecektir. İşte buradan muazzam bir sonuca varmak istiyorum ve hâlâ konumuzla tüm bunlar arasında bir bağlantı kuramayanların sıkı durmalarını tavsiye ediyorum.
Ruh Gelişir ve Değişir mi?
İnsan doğar, büyür, gelişir, olgunlaşır ve tekâmül eder, yani kendini geliştirir. Lakin bu ilerleme ve gelişmeleri “ruh”a atfederek bir “Ruhsal Gelişim”den ve “Ruhun Tekâmül Edişi”nden bahsedemeyiz. Tekâmül eden, ruh değil, insanın kendi özüne dönüşüdür. Zira ruh yaratıldığı günden bugüne kadar hiçbir değişime uğramamış, ilerleme ya da gerileme, bozulma ya da iyileşme gibi hâllerden geçmemiştir. Sonuç olarak, “Kötü Ruh” ya da “Ruh Hastalıkları”, “Ruhsal Bunalım”, “Ruh Çökmesi” gibi tabirlerle, insanın kendi iradesinden kaynaklanan, kendini eğitmemesi ve kontrol edememesi sonrasında problemler ve bunalımlarla baş başa kalan insanların ruhlarına atıf yapılarak sorunu ruha indirgemek doğru değildir.
Yani hasta bir ruh yoktur. Kötü bir ruh yoktur. Bunalıma giren, ruh değildir. Ruh çökmez. Benim ruhum zayıf, güçsüz, duygusal, hemen her şeyden etkileniyor, daralıyor, sıkılıyor, bunalıyor gibi izahlarda bulunurken farkında olmadan, bilerek ya da bilmeyerek telafisi mümkün olmayan hatalar işliyoruz.
Ruh tekâmül etmez. Ruh iyileşmez ya da kötüleşmez. İnsan kendi eliyle, kendi iradesiyle, yaptığı ya da yapamadıklarıyla kendisine sunulmuş olan o muazzam ruhunu daraltır. Aslında daralan yine insanın kendisidir. Ama ruh, bundan acı duyar. Ruh, Allah’ın emirlerine teslim olduğundan (İsra 85), onun dışına çıkan her şeyden acı duyar. İnsan, Allah’ın kendisi için belirlemiş olduğu emir ve yasaklara kayıtsız şartsız teslim oluşuyla, akli melekeleriyle, kendisine sunulmuş olan irade ve kontrol mekanizmasıyla ruhunu ya olduğu gibi, yaratıldığı ve Allah’ın emirlerine teslim olduğu o ilk hâli gibi korur ya da tam tersine onun ızdırabıyla kendi hayatını köreltir. Zira ruh, hiçbir zaman Allah’ın emirlerinin dışına çıkmayacaktır. İnsan ise o emirlere ters düştüğü anda ruhu ile bedeni arasında çatışma başlayacak; uyumsuzluklar, bunalımlar, olumsuz duygu ve davranışlar işte tam bu noktada ortaya çıkacaktır.
İnsanın bu noktaya gelmesindeki temel etken ve belirleyici faktör ise yine insandan başkası olmadığına göre hasta ve problemli olarak ruhu göstermek başlı başına çok büyük bir yanlıştır.
Bunalımın Asıl Sebebi Nedir?
Nihayetinde hasta ya da bunalımda olan, ruh değildir. İnsan bedeni ile ruhu arasında çelişki yaşadığı anda girer bunalıma. Ruh da Allah’ın emirleri dışına hiçbir zaman çıkmak istemeyeceğine göre, ne zaman ki insan ruhuna ters düşen bir davranış gerçekleşirse çelişkiler başlayacaktır. Bu çelişkili yaşantılar arttıkça ve biriktikçe ruh dayanılmaz acılar içerisinde kıvranacak ve bu kıvranış insanı öyle bir vuracaktır ki fatura olarak bunun adına “Ruhsal bunalımdasın” denilecek. “Ruhsal çöküntü yaşıyorsun” denilecek ve bir “Ruh hastası” diye nitelendirilerek “Ruh Hastalıkları Hastanesine” yatırılacaktır.
Başa dönerek konumu bağlamak istiyorum: Bazı insanların enerji dolu, huzurlu, mutlu, her an güler yüzlü, pozitif ve en olumsuzmuş gibi görünen durumlar karşısında bile isyan etmeyişleri, bununla birlikte diğer bazı insanların da hemen her şeyden etkileniyor olması, devamlı acı çekmesi, mutsuz, sevgisiz, cansız, olumsuz ve negatif limanlarda bulunması iki tarafın farklı yaratılışta ruhlara sahip oluşundan değil; kendi duygu, düşünce, davranış, irade, inanç ve değerlerini köreltmeleri ya da gereği gibi kullanamamalarıyla ilgilidir.
Yaşadıkları yer, dünyaya gözlerini açtıkları aile, sahip oldukları kültürel miras, gelenekler ve en önemlisi Allah’a inanarak yaşadıkları manevi değerler insanın var olan güç, enerji ve potansiyelini, bakış açısını, yaşantısını elbette etkiler. İnsandır bu. Etkiler ve etkilenir. O halde insana düşen, bu etkileme ve etkilenme sürecinde pasif durmak değil, Allah’ın kendisine sunmuş olduğu potansiyel güç, enerji, irade ve aktif bir yaşantı ile ruhunun yaratılış yapısına ters düşmeden gitmesi gereken yere yol almaktır.
İnsan gittiği her yere sadece kendisini götürmektedir. Nereye giderse gitsin, her şeyiyle kendisini…
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi,
bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle
bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa
yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol BEHRAMOĞLU
bu yazılarda ilginizi çekebilir: