Bilimkurgudan Bugüne
Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü nasıl ki düşünce tarihinde bir çığır açtıysa, aynı şekilde keşfettiğimiz yeni gerçekte; “Düşünüyorum, öyleyse yaparım.” dır.
Bilimkurgu kitaplarını sever misiniz, bilmem ama ben çok severim. Çocukluğumdan beri okurum. Hatta bundan birkaç sene önce, eski kitaplar satan bir sahafa girip bu tür kitaplardan oluşan bir seri aldım. Sahaf; “Kendiniz için mi alıyorsunuz?” diye sorduğunda, “Evet” cevabım karşısında oldukça şaşkına döndü.
İlk bilim kurgu örneklerini okuduğunuzda dehşete düşüyorsunuz. Çünkü yaşadığımız bugünü, bu kadar güzel tahmin etmeleri ürkütüyor insanı.
More’nin Ütopiya’sında ki bilimkurgu anlatımdaki gibi bir toplum oluşmadı ama anlattığı gibi yaşayanlar günümüzde var. Büyük şehirlerde çoğumuzun kapısından bile giremeyeceğimiz zengin siteleri, yapay havuzunda balık tutulan, yüzme havuzunda yüzülen, korumaların 24 saat gezdiği, kapılardan girmenin izine tabii tutulduğu yaşam tarzları. Anlatılanlarla nerdeyse bire bir örtüşüyor.
Birde olumsuz ütopyalar var. Bu yön bilim kurgunun en çok işlendiği alandır. Buna da en güzel örnek; “1984” adlı eseriyle “Maxwell” dir. Eserde sizi gözetleyen birinden söz eder. Ne yaparsanız yapın, nereye giderseniz gidin, en ıssız yerde bile bu göz sizi bilir ve görür. Ne yapacağınıza nasıl davranacağınıza o karar verir. Bu yüzden davranışlarınızı sürekli denetlemek zorundasınızdır ve sistemin dışına çıkamazsınız. Her şeyi sistem belirler.
Bugün televizyon yaşamımızın çok önemli bir parçası. Uyuşturulmuş bir yaşam sürdürüyoruz onun gözetiminde, Maxwell’in de anlattığı gibi.
“Uyuşturulduğunu hiç anlamayacaksın arkadaşım; çünkü hep uyuşturulmuştun. Gelecekte de böyle olacaktır. Bundan kurtulsan bile, yenileri yeni yöntemlerle karşına çıkacaklardır. Silkelen ve kendine gel. Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık”
Tabii benim sizi silkeleyişimin sebebi başka. Asıl sebep; bu kurguların bugün olumlu da olsa, olumsuz da olsa gerçekleşmiş olmasıdır. Bunun kaynağı insan beynidir. O zamanlar böyle düşünüldü, böyle yazıldı ve bugün bunlar hayata geçirilmiş durumda. Bu bir kişinin hayali idi, ama şimdi toplumun malı.
Bilimkurgu kitaplarıyla ilgili en önemli ayrıntı; hayal kurma gücümüzü maksimum seviyeye çıkarmasıdır. Hayal gücü demek, zihin gücü demektir.
Görebiliyor musunuz, insan zihninin muhteşem zaferini. Düşünmek yapabilmek için yeterli bir kaynaktır. Düşünüyorsanız yapabilirsiniz demektir.
İkinci kuşak hayalperestlerin kitaplarının, nasıl mucize oluşturarak gerçekleştirdiklerini görebilmek için biraz bilimin sularında ayaklarımızı ıslatmalıyız. Eskiye çok eskiye giderek işe başlayabilirsiniz.
Demekrotes’un atomlarına bakın. O zaman ne mikroskop va rdı, ne teleskop. Makro ve mikro evren bize kapalıydı. Tek alet; hayal gücü, düşünebilme yetisiydi. Demekrotes düşündü ve Boyle, Galile, Kepler, Newton, Einstein ve niceleri gerçekleştirdi. Dünya dışına çıkmayı önce bilimkurgu kitaplarında hayal edildi. Sonra gerçekleşti.
Dünyanın en büyük fizikçilerinden biri, aynı zamanda dünyanın en büyük bilim kurgu yazarıdır da. Buda şu demektir; iyi bir bilim adamı dünyanın en büyük hayalperestlerinden de biridir.
İşte düşünce böylesi bir kudrettir. Düşünce zihnimizin kapısından içeriye girdiğinde, gerçekleşmeyi arzular. Onu içeri davet eden de, düşüncenin kardeşi hayal gücümüzdür.
Kapıyı Açın ve Düşüncenin Kardeşini İçeri Alın
Düşüncenin ve hayal gücünün doğduğu an; insanlık tarihinin takviminde yazan rakam vardır. Yani bugün, şimdi, şu andır.
Her şey içinde ereğini barındırır. Örneğin bir kestane; kestane ağacı olma ereğini barındırır içinde. Her düşüncede kendini gerçekleştirme arzusu içindedir. Eğer düşünce bir defa ortaya konmuşsa, kendini gerçekleştirmek için tüm mubah yolları kullanmaya çalışır, bildiği tüm yolları dener ve gerçekleştirir.
“ Düşünüyorum öyleyse yaparım.” Bunu kitaplardan çok, kendi yaşanmışlıklarımdan biliyorum.
Benim üniversite okumaya karar vermem çok ani olmuştu. Lise son sınıftaydım, Anadolulun küçük bir kasabasında Varto’daydı bu lise. O güne kadar, tüm eğitimim boyunca birçok sınav gelmiş geçmiş, ben hiç birinin ne işe yaradığını bilmediğim için bunlara katılmamıştım bile.
Üniversite sınavına da arkadaşlarım katıldığı için katılma ihtiyacı duydum ve sınav tarihine kısa bir süre kala daha önceki yıllarda üniversiteye girmiş ve okumakta olan birkaç abimiz okulumuza geldi. Üniversitenin ne olduğunu, nasıl bir ortam olduğunu, burada neler yapılabileceğini, üniversiteye girmek için nelerin gerektiğini, çalışarak bu işin nasıl mümkün olduğunu, üniversiteye hazırlık için büyük şehirlerde dershanelerin olduğundan söz ettiler.
Sonra da öğrendikleri Tarih ve Coğrafya derslerini anlatmaya başladılar. Ben derslerle ilgili bölümü hiç hatırlamıyorum. O anda içimi hafif bir ılıklık kapladı ve sonrada hayal dünyasına daldım. Neler hayal ettiğimi detayıyla hatırlamıyorum ama bugün olduğum yerden farklı şeyler değildi.
Benim hayallerim kendini gerçekleştirdi, sizinkiler de gerçekleştirebilir. Ama önce onları yapacağınızı hayal etmelisiniz.
Bir fıkra ile devam edelim: Temel her gün Allaha dua ediyormuş: “Allah’ım ne olur bana piyangodan büyük ikramiye çıksın” Gel zaman git zaman, Temel bu işe o kadar kafayı takmış ki, sabah erkenden kalkıp o cami senin bu kilise benim demeden aynı duayı kutsal mekânlar da tekrarlayıp duruyormuş: “Allahım büyük ikramiye bana çıksın, senin büyüklüğün ve yüceliğin karşısında bu kadar küçük bir şeyin lafımı olur”
Temel bir gece uyurken, rüyasında gaipten bir ses; “Ey Allahın sevgili kulu Temel, bunca dua ediyorsun da bu güne kadar bir tane olsun milli piyango bileti almadın, hemen kalk ve bir bilet al, Allah dualarını kabul etti.”
Düşünüyorsanız, yaparsınız. Düşünüyorsanız, hayal kurarsınız. Hem de öyle sıradan hayaller değil. Galile gibi durağan dünyayı döndürecek hayaller kurarsanız. Newton gibi yer çekimi yasasını kurgularsınız. Einstein gibi ışığın üstünde uzay yolculuğu yaparsınız.
Hatırlayın, hayal kurduğunuz oranda varsınız ve hayallerinizi gerçekleştirdiğiniz oranda gerçeksiniz.
Olumsuz Düşünceler
Düşünceden söz etmişken şu konuya değinmeden edemeyeceğim. Hani dedik ya, düşüncelerimiz ve hayallerimiz kendini gerçekleştirme arzusu içerisindedir. İşte çocukluğumuzdan beri bizim oluşturduğumuz veya dışarıdan bize verilen yüzlerce, binlerce düşünce vardır. Bilinçaltımızda hepsi kendini gerçekleştirmeye çalışır. Bunların hepsi iyi ya da olumlu değildir. Kimisi son derece sert ve kesindir. Bizi olumsuza götüren, bizi yönlendiren, etkileyen ve kontrol eden işte bu olumsuz inançlardır.
Size bir sır vereyim. Eğilin ve kulak kabartın. Olumsuz düşüncelerle oluşan bu olumsuz programlar, değiştirilebilir bir yapıya sahiptir. Diken ekildiyse ruhunuza, kendinizi yeniden programlayarak söküp atabilirsiniz onları. İçinizdeki olumsuzlukların karşıtı olumlu tohumlarınız da var. Onları sulayıp yeşermelerini sağlayabilirsiniz. Bu kitaptaki uygulamaları yaparak, olumlu tohumlarınızı sulamaya başlayabilirsiniz.
Genellemelerimiz
Elinizde bir taş ve karşınızda bir kuş olsa ne yaparsınız? Taşı kuşa atmak gelir aklınıza, oysa kuşu taşa atmayı hiç düşünmezsiniz, değil mi?
Karla ne yaparsınız? Kardan adam mı? Neden kardan ayı, yılan, ya da fil değil?
Bir gün bir iş yerine önemli bir görüşmeye gidiyordum. Gerçekten önemli bir görüşmeydi. Çünkü on günlük bir eğitim karşılığında, on milyar kazanacaktım. O günün şartlarında önemli bir miktardı benim için. Sekreter hanımla görüştüm, beklendiğimi söyledi ve eliyle kapıyı işaret etti. Hafifçe kapıyı tıklattıktan sonra; “gir” komutunu almadan kapı kolunu eğip kendime doğru çektim. Bir türlü açılmıyordu. Kapı kolunu eğip itiyorumdum, yine açılmıyordu. Sekreter hanım beklendiğimi söylediği halde, “neden kapı kilitli” diye düşünürken kapıyı tekrar çaldım. Bu kez güçlü bir ses bana;
“Giriniz” dedi.
Bir kez daha bir çocuğun alet kullanmadaki acemiliğiyle kapıyı ileri geri itmeye başladım; ama yine sonuç yok. Tam yardım almak için sekreterliğe yönelmiştim ki, sıkıca tuttuğum kapı kolu yana doğru itildi ve kapı duvarın içine girerek açıldı. Şaşakalmıştım. “Yana itilen sürgülü kapıların kolu böyle olmaz ki” diye düşündüm ve içeri girdim. Beyefendi ayağa kalkıp beni karşıladı ve gülümseyerek; “Açmakta zorluk çektiniz, değil mi?” diye sordu ve devam etti; “Özel bir tasarımdır, bunun sayesinde insanların yaratıcıklarını keşfediyorum. Böylece bana her gün iş başvurusu için gelenlerin kapasiteleri hakkında bir fikrim oluyor.”
Ayakta yapılan bu kısa konuşmada sonra bana yer gösterdi. Kendiside yerine oturduğunda tekrar söze başladı; “İtiraf etmeliyim ki bu kapıyı en hızlı açanlardan birisiniz.”
Bu sözün üzerine; kapının tesadüfen açıldığından, tam da sekreter hanımdan yardım istemek üzereyken şansımın yaver gittiğinden bahsetmedim elbette ki. Kim bilir kaç kişi kapıyı açamamış ve hayatının belki de en iyi iş fırsatını kaçırmıştı. Çıktığımda yüzümde kendini beğenmiş bir gülümseme vardı. Olanların tesadüf olduğunu unutmuşçasına içten içe kendimle böbürleniyordum.
Aslında benim de yaptığım şey; geçmiş yaşantılarıma ait kapıları düşünerek, o kapının da onlar gibi olması gerektiği varsayımından yola çıkmaktı. Daha doğru bir ifadeyle; zihnimdeki genellemeye ulaşmıştım. Bu tip kapı kulplarına sahip kapılar bükülerek ya ileri itilir, ya da geriye çekilerek açılmalıydılar. Oysa bu o kapı için geçerli değildi, olmak zorunda da değildi.
Yaptığımız genellemeler her zaman her yerde geçerliymiş gibi algılarız. Hayatımızdaki genellemeler bazen gerçekten işe yarar ve zor durumları kolaylaştırır. Bazen de sınırlayıcı inançlar yaratır ve durumu zorlaştırır.
Bundan elli yıl önce insanlar, sokakta bir bilgisayar, hard disk ya da bir cd görselerdi, tepkileri ne olurdu acaba? Öncelikle içinde ne olduğunu merak ederlerdi herhalde. Ne işe yaradığını çözmeye çalışırlardı. İçini açıp, yapısını anlamakla başlarlardı. Açmak için de ellerindeki aletlerden yararlanırlardı. Çekiç, tornavida, pense kullanırlar ve hard diski açarlardı. Ya açtıktan sonra ne olurdu? Hard diskin içi dünyanın en önemli bilgileriyle dolu olsa bile, ona ulaşabilirler miydi? Hard diski parçalara ayırmış olmak, onları içindeki bilgiye götürebilir miydi?
Tüm bunların nedeni zihnimizde depoladığımız tecrübelerimizdir. O güne kadar sahip oldukları tecrübelerin oluşturduğu genellemelerden yola çıkarak, herhangi bir kapalı nesneyi parçalarına ayırırlarsa ne olduğunu anlayacağını sanan insanlar, onu çalıştıracak bir alet yapmayı düşünmek yerine, belki de bir daha hiç tekrar bir araya gelemeyecek şekilde parçalayacaklardı.
Tecrübelerimizle edindiğimiz inançlarımız veya genellemelerimiz her zaman gerçeği mi verir? Maalesef değil. Genellemelerimiz her zaman bize yardımcı olmaz. Bazen işimizi o kadar zorlaştırır ki; yapabileceklerimizin, mutluluğumuzun önünde en büyük engel onlar olur.
Örneğin herhangi bir konuda geliştirdiğimiz başaramama duygusu veya düşüncesi hayatımızın her alanına yayılır. İşimizde, aile ve arkadaş ortamında bile tek bir olaya ait başarısızlık duygusunun yükünü omuzlarımızda taşırız.
Bir danışanım kızıyla sürekli iletişim problemi yaşıyordu. Geçmiş yaşantısına ait acıları nedeniyle zihninde; “Ben zor bir insanım, katıyım, insanlarla yakın ilişki kurmak, yapım gereği benim için çok zor” şeklinde bir genelleme oluşturmuştu. Bu genellemesi hayatındaki insanlarla ilişkilerinde sorun yaşamasına neden oluyordu. En büyük etkisini de ergenlik dönemindeki kızıyla kurduğu iletişimde yaşıyordu.
NLP eğitiminden sonra, daha esnek olmak, sabrını daha uzun süre korumak ve iletişimde karşıdaki kişi kim olursa olsun, olayı onun gözleriyle değerlendirmek konusunda büyük ilerleme kat etti. Hatta en son görüşmemizde; kızıyla ilişkilerinin düzeldiğini, gelişen iletişim becerisi sayesinde ikna kabiliyetinin arttığını ve eskisinden de daha çok para kazanmaya başladığını, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle belirtti.
İste ve Ol
Hepinizin uzun bir süre geçtiği halde, umut ettiğiniz, istediğiniz ancak gerçekleştiremedikleriniz vardır. Hepinizin hayalleri vardır ve belki hayallerinizin hepsine kavuşamazsınız.
Peki, hayalini kurup kavuştuğunuz arzularınız var mı? Evetleri duyuyorum. Evet diyemeyenler de olumsuzluklara odaklı durumdadırlar. Hayallerindeki birçok şey gerçekleşmiştir ama o gerçekleşemeyenleri hatırlıyordur.
Ta çocukluktan başlayan bir serüvendir bu. Önce anne babalarımız ve diğer büyükler gibi yürüyebilmeyi hayal etmiştik. Onlar gibi yürüdükten sonra yürüyebilmenin sıradan bir şey olduğunu kabul ettik. Sonra sırada konuşmak vardı. Onu başarmak için çabaladık, başardığımızda ise o da sıradanlaştı.
Bunu hatırlamıyor olabilirsiniz, normaldir. Ebeveynlerden biri size masal kitapları okurken, küçük bir burukluk vardı içinizde; “Ben ne zaman okuyacağım?” diyordunuz. Sonra okula başladınız. Bir an önce okumaya geçmek istiyordunuz. Sizin için gizemli ve anlaşılması zor bir dünyaydı. Şimdiyse yürümek, okumak, yazmak gibi çocukluğunuzda öğrendiğiniz beceriler son derece doğal geliyor size. Hatta okuma yazma bilmeyen bir yetişkinle karşılaşsanız, kendi kendinize “Nasıl oluyor da okuma yazma bilmiyor” diye sorarsınız belki de.
Başladığımız noktaya geri dönelim. Kavuştuğumuz hayallerimiz vardır. Yürümek, konuşmak ve okumak da buna dâhildir. Bunlara kavuşmayı başardık, çünkü çok istedik. Yapabileceğimizi düşledik, uğrunda mücadele verdik ve sahip olduk.
Yürekten istemek, güçlü bir tetikleyicidir. Bedensel ve zihinsel potansiyelimizi harekete geçirir. Hedefe kilitlenen davranışlarımızla, sözlerimizle, seçimlerimizle bizi o hedefe ulaştıracak altyapıyı hazırlarız. Bu durum her zaman bilinçli olarak farkında olduğumuz bir yapıya da sahip değildir. Bir şeyi tutkuyla isteyip, harekete geçtik mi, bazen yaptığımız bir seçimin bilinç düzeyinde bizi tam olarak nereye ulaştıracağını bilmesek de, sonuçta kendimiz olmak istediğimiz nokta da buluruz. Çünkü istekle ve eylemle bilinçaltımızı programlamışızdır. O olağanüstü kapasitesiyle bizim bilinç düzeyinde farkında olmadığımız milyonlarca veriyi toplar, değerlendirir ve bizim isteğimize ulaştıracak davranışlar sergilememizi, seçimler yapmamızı sağlar.
Bu işleyişin tümüne sahipsiniz. Yeterince isteyip, harekete geçtiğinizde eninde sonunda olacaktır. Ama yeni bir araba almak istiyor ve işe gitmiyorsanız, ya da işiniz yoksa ve iş aramaya çıkmıyorsanız, kendinizi ve yeteneklerinizi görmüyor ya da küçümsüyorsanız yeterince istemiyorsunuz demektir. Çünkü gerçek istek insanı harekete geçirir.
İsteyip sahip olduğunuzla sahip olmak istediğinizin resmini karşılaştırın: Gözlerinizi kapatıp çok istediğiniz ve elde ettiğiniz bir şeyin resmini görün. Şimdide gerçekten istediğinizi sanığınız şeyin resmini görün. Hangisi daha parlak ve daha aydınlık? Üç boyutlu ve yakın? İşte gerçek istediğiniz budur. Eğer istediğinizi düşündüğünüz, isteyip elde ettiğinizden daha sönük ve belirsizse, bu isteğinizi tekrar gözden geçirmenizde fayda vardır.
En büyük tutkusu müzisyen olmak olan bir delikanlı bu uğurda her şeyi yapmaya hazırmış. Yeteneğinin farkındaymış. Müzik adeta onun ruhunun bir parçasıymış.
Bir kaset doldurmuş. Bu kaseti, ünlü bir yapımcıya diletmeyi başarırsa beğenileceğinden eminmiş. Şehirde ünlü, herkes tarafından duyulmuş çok iyi bir yapımcı varmış. En büyük müzisyenler zamanında hep onun elinden geçmiş ve hala geçmekteymiş.
Delikanlı ona ulaşabilmek için sabahlara kadar stüdyosunda beklemiş. Defalarca randevu almaya çalışmış. Ama ona ulaşmak o kadar da kolay değilmiş. Buna rağmen delikanlı vazgeçmeyi bir an bile düşünmüyormuş. Her gün artan bir azimle ünlü yapımcıyla görüşmek için koşturuyor, tüm kapıları çalıyor, hatta zorluyormuş.
Yine mücadeleyle geçen yorgun bir günün sonunda, yarın kaldığı yerden devam edeceğine son derece kararlı olarak karşıdan karşıya geçerken bir limuzin çarpmış.
Limuzin şoförü hemen dışarı fırlamış. Delikanlının yanına vardığı sırada, limuzinin arka kapısı açılmış ve takım elbiseli orta yaşlı bir bey dışarı çıkarak, yanına gelmiş.
“İyi misin delikanlı?” diye sormuş.
Genç delikanlı cevap verememiş. Adeta dili tutulmuş. Karşısındaki adam aylardır peşinde koşturduğu yapımcıymış.
En sonunda cevap vermiş; “İyi değilim”
“Neden”
“Çünkü çok iyiyim”
Bu cevaba gülümseyerek yanıt veren yapımcı, onu evine bırakmayı teklif ederek, limuzine bindirmiş.
Delikanlıya kanı ısınan yapımcı; “Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı?” diye sormuş.
“Evet” diye cevap vermiş heyecan içinde. Cebinden kasetini çıkarmış ve yapımcıya uzatmış: “Bunu sadece birkaç dakika dinleyebilir misiniz?
Yapımcı bu isteğe anlam veremese de, kaseti teybe takmış ve dinlemeye başlamış. Dinlediği müzikten çok etkilenmiş ve heyecanla; “Bu kimin kaseti?” diye sormuş. Delikanlı gururla, “Benim” diye cevap vermiş. Yapımcı şoföre adres değişikliğini bildirmiş ve onları stüdyoya götürmesini istemiş.
Kendinize inanarak yeterince istediğiniz her şeyi hayat size mutlaka sunar, hatta çarpar!
Düşüncelerinize Dikkat Edin; Gerçekleşebilirler!
Aylık ne kadar geliriniz olsun istiyorsunuz? Bin, iki bin, beş bin ytl?
Ayda elli bin ytl geliriniz olsun istiyorsunuz diyelim ve çaba gösterip devlet memuru olmaya çalışıyorsunuz. Sizce bu gerçek bir istek midir? Bir memurun bu maaşı alması mümkün değil. Peki, özel bir firmada yönetici olarak çalışsanız bunu alabilir misiniz? Ona da mı hayır?
Bunu başarmak için iyi geliri olan, size ait özel bir işiniz olmalı, değil mi?
Düşüncelerimize çok dikkat etmeliyiz. Çünkü düşüncelerimiz gerçekleşme eğilimi içerisindedir. Her düşünce kendi varlığının eyleminde diretir ve kendini gerçekleştirmeye çalışır.
Bir erik çekirdeği; erik ağacı olabilmek için fırsat kollar ve uygun şartları bulup kendini gerçekleştirmeye çalışır. İçindeki ağacı yeşertmek yaşatmak ister. İşte düşüncelerimiz de içinde barındırdığı tohumları gerçekleştirmek ister.
Düşüncelerimiz pusuya yatar, mücadele eder, koşar ve hedefine ulaşmaya çalışır. Her düşünce ilk olmak ve gerçekleşmek ister. Bu mücadele her zaman hayatla ya da koşullarla ilgili değildir. Kendi içimizdeki düşüncelerde birbiriyle savaşır. “Yüksek gelir” istemek de bir düşüncedir, “az ama risksiz, garantili bir gelir” sahibi olmak için memur olmak da bir düşüncedir. Eğer bu iki düşünceye de sahipsek, aralarında bir çatışma çıkacak ve bu bizi belirsizliğe sürükleyecektir.
Benzer şekilde geçmişte oluşturduğumuz bir düşünce o zaman bize fayda sağlarken, zihnimizde hala varlığını koruduğu için bugün bize zarar veriyor olabilir.
Yaşamımızı kontrol eden bir sisteme sahibiz ve bu sistem fiziksel, zihinsel ve duygusal varlığımızın kontrolünü elinde bulunduruyor. Bu sistem bizim verdiğimiz verilerle çalışan, tek amacı bize hizmet etmek olan sadık bir hizmetkardır. Sistemi düşüncelerimizle yönetiriz. Bu nedenle sisteme verdiğimiz komutların sonuçları çok önemlidir. Bu sisteme bilinçaltı diyoruz. (Siz isterseniz başka bir şeyde diyebilirsiniz; irade, can, içimdeki ben vb.)
Bilinçaltı bizi mutlu etmek gibi gerçekten ulvi bir göreve sahiptir. Öyleyse insanlar neden bu kadar mutsuz? Çünkü bilinçaltlarının kontrolüne sahip değiller, çünkü geçmişte verdikleri komutlar (düşünceler, kararlar) bugün istedikleri sonuçları almalarına yetmiyor. Hatta istemedikleri sonuçlarla yüzleştiriyor onları. Bunu şöyle düşünebilirsiniz; bir zamanlar düşmanın içeriye girmesine engel olmak için ördüğümüz duvarlar şimdi, barış zamanında, sizin dışarıya çıkmanıza engel oluyor.
Güneşe karşı hassasiyet gösteren bir bayanla yaptığımız çalışmada bu gerçekliği çok açık görebilirsiniz: Bir öğretmen eşi olan bayan, kendi memleketinde mütevazı bir hayat yaşarken, eşinin tayini nedeniyle bir büyük şehre yerleşmek zorunda kalmıştı. Tabi aniden büyük bir şehirde, zengin bir semtte yaşamaya başlamak bazı zorlukları da beraberinde getirmişti. Örneğin giyim tarzı hiçte çevresindekilerle uyuşmuyordu. Yeni girdiği ortamdaki öğretmenler, öğretmen eşleri ve gözlemlediği diğer insanlar daha rahat ve daha açık giyinebiliyordu.
Ortama ayak uydurmak için onlar gibi giyinmeye başladı. Genellikle bayanların yanında bir rahatsızlık hissetmezken, yabancı erkeklerin yanında tedirgindi. Hele ki dışarıya tanımadığı erkeklerin içine girmek zorunda kaldı mı memleketindeki kültürel değerler iyice zihninde büyüyor ve bunun yanlış olduğunu ona hatırlatıyordu.
Bir gün askılı bir bluzla süpermarketten dönerken, tüm vücudunun güneş gören yerlerin kırmızılıklar içinde kaldığını görmüş ve doktora gitmişti. Doktor da güneşe karşı cildinin hassas olduğunu ve bunun bir alerji olduğunu söylemişti. Oysa yaşadığı durum eski düşüncesiyle, yeni sahip olduğu düşüncelerin çatışmasından kurtulması için bilinçaltının ona sunduğu bir çözümdü.
Fark ettiniz mi? Bilinçaltı bayanı nasıl koruyup, mutlu ederek çatışmadan kurtarmayı amaçladı ve gerçekleştirdi. Gerçekten istediği bir şeye nasıl kavuşturdu onu. Artık askılı buluz giyinmesine gerek kalmadı, çünkü güneşe o şekilde çıkamazdı. Çünkü bir mazereti vardı. Bilinçaltı onu içindeki çatışmadan kurtardı ve mutlu etti. Ama tanıştığımızda o kadarda mutlu görünmüyordu. Başlangıçta bu durum onu rahatlatmıştı. Alerjisi sayesinde “Geri kafalı” damgasını yemekten kurtulmuştu. Ama o çevrede yıllarca yaşadıktan sonra, onların değerlerine o kadar alışmıştı ki artık askılı bluz giyebilmek istiyordu.
Ama alerjisi devam etmekteydi. Çünkü bir düşünceden ya da düşüncelerin çatışmasından korumak ve mutlu etmek amaçlı programlama yapan bilinçaltı, oluşturduğu kalıbı değiştirmek konusunda istekli değildi. Ürettiği çözüm geçmişte işe yaramış ve bugün artık fayda sağlamıyor hatta zarar veriyor olsa bile, o ilk oluştuğu ana sadıktı ve bu kalıptan kolayca vazgeçmek istemiyordu. Bu sebeple artık bluz giymeyi istiyor olması, onun bu durumdan kurtulması için yeterli olmuyordu. Bilinçaltı düzeyde müdahaleye ihtiyacı vardı.
Bu bayanla yaptığımız çalışmalarda bilinçaltı yeni kayıtları almış ve güneş alerjisinden geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Düşüncelerinize kontrol edin, nasıl düşünüyorsanız bilinçaltınız bir çözüm üretecektir. Bu çözümün size her zaman fayda sağlamasını istiyorsanız, düşüncelerinize daha fazla özen göstermelisiniz.
Jack E. Addington’un “%100 Düşünce Gücü” adlı eserinde çarpıcı bir örnek vardır. Vasiyetini hazırlayan bir kadın şu cümleleri sarf ediyor:
“Bir gün her istediğimin birisi tarafından yerine getirileceği bir durumda olacağım. Söylemem gereken şey sadece istiyorum olacak ve birisi istediğimi yapacak.”
Kadının zengin olduğunu ve etrafında uşaklar olduğunu mu hayal ettiniz yoksa? Maalesef hiçte öyle olmamış.
Bilinçaltımız bizlerin istediğini yerine getirmekle yükümlüdür. Eğer detayları vermemişseniz, bunu nasıl yerine getireceğine kendi karar verir, ama bilin ki bu karar her zaman işinize yaramaz.
Bir arsanız var ve buraya bir ev yaptırmak istiyorsunuz. Bir mimar buldunuz ve şuraya bir ev yapın deyip yetkilerini verdiniz. Fakat aradan üç ay geçti ve mimar daha hiçbir şey yapmamış. Gidip bağırıp çağırdınız. Mimar size açıklama yaptı: “Ama siz bana ne zaman istediğinizi söylemediniz ki, benimde işlerim vardı o nedenle fazlada acele etmedim, ne yapabilirim?” Baktınız mimar haklı, özür dilediniz. Üç ayda bitmesine karar verdiniz, mimar itiraz etti: “Olmaz efendim. Düşünün o araziye onar kattan iki blok yapacağız. Üç ayda bitmesi mümkün değil.” Siz şaşkın şaşkın mimarın yüzüne bakakaldınız: “Ne iki bloğu ne on katı? Bana müstakil bir ev yapacaktınız.” (Ne istediğini bilmeyen hayal kırıklığına uğramaya mahkûmdur.)
Mimar bakıyor ki fikirleriniz uyuşmuyor size soruyor, “Nasıl bir ev istiyorsunuz?”
“Ne bileyim nasıl olursa olsun, yeter ki müstakil olsun” diye cevap veriyorsunuz. Üç ayın sonunda mimar size dünyanın en güzel gecekondusunu teslim ediyor. Deliye dönüyorsunuz. (Davranışlarınızı ve tavrınızı değiştirmediğiniz sürece kaybetmeye mahkûmsunuzdur.)
Şimdi içinizdeki mimara dönelim. O mimara tam olarak ne istediğinizi söylemezseniz, maalesef elde edeceğiniz sonuçlar istediğiniz sonuçlar olmayabilir.
Emerson; “Dualarınıza dikkat edin, gerçekleşebilir” diyor. Bilinçaltlarımıza veya başkalarının bilinçaltlarına attığımız her tohum yeşerir. Eğer ektiğimiz çiçek veya buğday tohumuysa eninde sonunda kokusundan, ekmeğinden sizde yararlanırsınız. Yok, kötülük tohumuysa, sizde nasibinizi alırsınız. Örneğin birine “Senin kafan çalışmıyor” deyip, onun zihnini programlıyorsanız, dönüp dolaşıp sizi bulur. Birine “Senden adam olmaz” dediyseniz, bu olumsuzluklar mutlaka karşınıza çıkar. Ama çevrenize mutluluk getirecek söylemler içindeyseniz, bilin ki başarı sizi bekliyor, mutluluk hemen kapınızın önünde
Addington’un vasiyetini yazdığı kadına ne oldu biliyor musunuz? Kadın gerçekten istediğine sahip olmuş. Bir kaç yıl sonra felç geçirmiş. Tam istediği gibi, söyleyebildiği tek sözcük “İstiyorum” olmuş.
Düşüncelerimize dikkat etmek zorundayız. Düşüncelerimiz bilinçaltımızda gerçek bir deneyime dönüşecekleri anı beklerler. Verdiğimiz emirler bilinçaltı tarafından gerçekleştirilir ama sonuçlar bizi memnun etmeyebilir. Hata da bilinçaltımızda değil, ona verdiğimiz komutlardadır.
Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür,
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür
Mahatma GANDHI
Kaynak: Hipnoz ve NLP ile Mutluluğu Yakalayın – Ares Kitap
www.gencgelisim.com