Hayat mı Zor Biz mi Zorlaştırıyoruz!

0
918

Hayat ne kadar zor değil mi? Kavgalar, tartışmalar, küskünlükler, anlaşmazlıklar, ölümler, hastalıklar, krizler ve daha neler neler. Tam işleri yoluna koyduk diyoruz, ani bir sürpriz ve yeniden zorluklar karşımızda. Bir büyük düşünür bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Dünya bir üzüm verir, kırk tokat vurur.”

 

Mehmet Teber

Uzman Pedagog/Psikolog

www.gencgelisim.com

 

Hayat ne kadar zor değil mi? Kavgalar, tartışmalar, küskünlükler, anlaşmazlıklar, ölümler, hastalıklar, krizler ve daha neler neler. Tam işleri yoluna koyduk diyoruz, ani bir sürpriz ve yeniden zorluklar karşımızda. Bir büyük düşünür bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Dünya bir üzüm verir, kırk tokat vurur.”

 

Dünya acıyla mutluluğun, elemle neşenin bir arada bulunduğu bir yer. Acısız ve elemsiz bir hayat düşüncesi hastalıklı bir düşünce. Hayatımda elem olmasın diye çırpınanlar daha çok eleme giriftar oluyor. Şu gerçeği hep akılda tutmak gerekiyor: “Hayat, acı ve tatlısıyla güzel.”

 

Hakan, bir banka memuruydu. Rutin bir işi vardı. Yaptığı iş ona lezzet vermiyordu. Yaşadığı hayat ona göre çok sıkıcıydı. Evliliği de sıradanlaşmıştı. Yeni doğan bebeği bile onu bunaltıyordu. Zaten yorgun argın geldiği evde ağlayan bir çocuk sesini kaldıramıyordu. Haberle hep olumsuzluklardan bahsediyordu. Bu sıkıcı durumdan bir an olsun kurtulmak için izin almış ve ailecek tatile çıkmıştı. Dört yıldızlı bir otelde kalmışlardı. Ancak o tatilden de mutlu dönmemişti. Tatildeki bir garsonun saygısızlığı, odasında çıkan birkaç teknik problem tatili ona zehir etmeye yetmişti.

 

Mutsuzdu. Çünkü ona göre hayat hep aksilikleri önüne çıkarıyordu. Bana göre mi? Bana göre hayat birçok kişiye sunmadığı güzellikleri ona sunmuştu. Herkese yaptığı sürprizleri ona da yapıyordu. Mutsuzluğunun tek nedeni kendisiydi. Çünkü onu mutlu edecek sürprizleri ıskalıyor ya da önemsemiyordu. Gözünü olumsuzluklara dikmişti. Elinde olan değil olmayana odaklanmıştı. Yeni doğan bebeğinin gülücükleri, yaptığı deniz sefası, eşi ile gittiği sinemalar, işyerindeki arkadaşlarıyla olan tatlı sohbetleri, düzenli olarak aldığı maaşı sanki hiç yokmuş gibiydi.

 

Terapide ilk işimiz Hakan’ın bu sorunlu bakışının farkına varmasını sağlamaktı. Kısa sürede bunu başardık. Sonrasında ise küçük mutlulukları fark edip yaşamak vardı. Bu süreçte Hakan’a meşhur hikâyeyi anlattım:

Bir gün, bir bilge iki çocuğunu yanına alarak ormanda gezintiye çıktı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra küçük olan çocuk yorulmaya başladı ve babasına dönerek:

– Babacığım çok yoruldum, beni kucağına alır mısın?

Babasından “Artık sen kucakta taşınamayacak kadar büyüdün” cevabını alan çocuk, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bilge tek kelime bile etmeden etrafına bakındı ve yakındaki kuru bir ağaçtan bir çubuk kesip yonttu ve sonrasında çocuğa uzattı:

– Al bakalım, sana güzel bir at. Bu seni taşır hem daha hızlı götürür.

Çocuk, dal parçasından yapılmış ata sevinçle bindi ve gülerek koşmaya başladı. Küçük oğlunun kuru bir dal parçası sayesinde yorgunluğunu unutarak canlanmasını gören baba hayretler içinde olan biteni izleyen kızına döndü ve:

– İşte, hayat budur. Bazen kendini çok yorgun hissedebilirsin. Böyle olduğunda, kendine değnekten bir at bul ve yoluna devam et. Bu at, yerine göre bir arkadaş, bir şarkı, bir umut, bir dua, bir çiçek, bir özlem, bir hayal ya da küçük bir çocuğun tebessümü olabilir.

 

Evet, hayat yorucu. Ayakta kalmak zorundayız. Peki nasıl? Tutunacağımız küçük bir mutluluk bulup yolumuza devam ederek.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız