Kızılderilileri kovboy filmlerinde kervanlara saldırırken, kafa derisi yüzerlerken ve ellerinde baltalar dövüşürken gördük.
Shawnee Reisi Tecumseh acıyla konuşur: “Nerede bugün Pequotlar, Narragansettler, Mohawklar, Pokanotler ve halkımın bir zamanlar güçlü olan diğer kabileleri? Yaz güneşinin altında eriyip giden kar gibi, beyaz adamın açgözlülüğü ve baskısıyla yok oldular.”
Kızılderililer dünyanın en geç keşfedilen yenidünyasının, Amerika kıtasının çocukları… Onları kovboy filmlerinde kervanlara saldırırken, kafa derisi yüzerlerken izledik. Tommiks, Texas’larda yüzleri boyalı elleri baltalı dövüşürken öldürülürken gördük.
Sonraları kızılderililere (Kolomb, Amerika’yı Hindistan zannettiği için konulan bir aptal tanımlamayla İngilizce “Indians”) yeniden bakış: Koca bir ırkın milyonlarcası bir asırdan az sürede yok edilmiş. Onların sözlerini bize ulaştıranlar ise, toplama kamplarında beyazlaştırılmış, kültürel erozyondan derdini anlatacak kadarını kapıp, sözleri beyaz adamın ruhsuz kelimelerine döken bir avuç kızılderili…
Shawnee kabilesi reisi Tecumseh ile Amerikan merkezî otoritesini temsil eden Beyaz Saray arasındaki savaşın başlangıcı 1808 yılına gidiyor.
Reis Tecumseh, aynı yıl, Tippecanoe Nehri kıyısında bir Kızılderili köyü kurdu. Maksadı, Kızılderili kabilelerini birleştirmek ve üzerlerine doğru adım adım gelen ortak düşman “beyaz adam”ı mağlup etmekti. Tecumseh, kurduğu köyü de geleceğin başkenti olarak düşünmüştü.
Tecumseh’in rüyaları yıkıldı. Kızılderililer güçlendikçe Indiana’daki beyazlar giderek rahatsız olmaya başladı. 1811’de, Indiana Valisi William Henry Harrison, düzenli ordusuyla birlikte Kızılderililerin üzerine yürüdü. Tecumseh, savaşçı toplamak için güneye gitmişti.
Tecumseh’in kardeşi Tenskwatawa, büyük bir mücadele sergiledi ama Kızılderililerin neredeyse hepsi öldü. Reis Tecumseh, üç ay sonra Indiana’ya döndüğünde bütün rüyaları ve dünyası yıkılmıştı.
1840 yılında katliamı gerçekleştiren Vali William Henry Harrison, ABD Başkanı seçildi. Bunun üzerine o sırada hasta olan Reis Tecumseh, ölümcül bir lanette bulundu.
Kızılderilileri kılıçtan geçiren Harrison, Beyaz Saray’da göreve başladıktan bir ay sonra hasta oldu. Harrison da, 4 Nisan 1841 günü zatürreeden öldü.
İhtiyar bilge kızılderililerden birkaç terennüm:
“Evet, biliyoruz ki sizin gelişiniz, bizim ölümümüz.” Chiparopai, yaşlı bir Yuma kızılderilisi
“Biz sessizliği severiz; farelerin küçük oyunlarına aldırmayız; ağaçlar rüzgârda hışırdarken, biz korkmayız.” Kızılderili Reis’ten Pennsylvania Valisi’ne (1796)
Ölüm ve tabiat arasındaki ilişki, Bedagi (Büyük Gökgürültüsü) tarafından 1990’lerin başında şöyle anlatılıyor: “Yüce Ruh bizim babamızdır ve toprak da annemizdir. Annemiz bizi besler; toprağa koyduğumuz şeyleri bize geri verir ve aynı şekilde, bize şifalı bitkiler de verir. Eğer yaralanmışsak, annemize gider, iyileştirmesi için yaramızı ona değdiririz. Hayvanlar da aynı şeyi yapar, yaralarını toprağa değdirir. Ava çıktığımızda, yayımız ne kadar güçlü olursa olsun, geyiği öldüren bizim okumuz değildir; onu öldüren, doğadır. Ok, derisine saplanır ve bütün canlılar gibi, geyik de iyileşmek için annemize gider. Yarasını toprağa değdirmeye çalışır ve böylece, oku daha derine iter. Bu sırada, ben takip ederim. Görüş alanımın dışındadır ama ben kulağımı ormandaki bir ağaca dayarım ve o bana sesi iletir, geyiğin ne zaman tekrar sıçradığını duyar, takip ederim. Geyik, okun acısı yüzünden gene durur, yarasını toprağa sürter ve oku daha derine iter. Ben, zaman zaman kulağımı bir ağaca dayayarak, devamlı takip ederim. Yarasını sürtmek için her durduğunda, oku biraz daha derine iter ve en sonunda neredeyse düşecekken ben ortaya çıktığımda, ok vücudunun içinden geçmiştir.”
“Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar; kulak verirseniz, sizinle de konuşacaklardır. Asıl mesele, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden tabiattaki başka sesleri dinleyeceklerini de zannetmiyorum. Oysa ben, ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında.” Tatanga Mani (Yürüyen Bufalo/1871-1967)
“İlk Amerikalı, gururuyla, eşsiz bir alçakgönüllülüğü birleştirmişti. Kibirli bir ruh, onun karakterine ve öğretilerine tamamen aykırıydı. Konuşma gücünün, insanı dilsiz yaratılmış şeylerden daha üstün kılan bir özellik olduğunu asla iddia etmedi; tam tersine bu onun için tehlikeli bir armağandı. Kızılderili hâlâ sessizliğe inanır – kusursuz bir dengenin işaretine. Sessizlik, beden, beyin ve ruh dengesidir. Kendi benliğini koruyan insan, varoluşun fırtınalarında her zaman sakin ve sarsılmazdır. – ağaçta sallanan yaprak ya da parlak gölün üzerindeki dalga gibi değildir onun ki, okuyup yazmayı bilmeyen bilgenin kafasında, örnek bir yaşam biçimidir. Ona “Sessizlik nedir?” diye sorarsanız, size şöyle cevap verecektir. “Yüce Gizem’dir!” Kutsal sessizlik, O’nun sesidir!”. Eğer “Sessizliğin meyvaları nedir?” diye sorarsanız, “Kendine hâkim olma, gerçek cesaret ya da dayanıklılık, sabır, asalet ve saygı. Sessizlik, karakterin temel taşıdır” diyecektir size.” Ohiyesa
Dünya Bizim