HAMMAMİZADE İSMAİL DEDE EFENDİ

0
716

Hammamizade İsmail Dede Efendi, 9 Ocak 1778’de İstanbul’da doğdu. Babası hamam işlettiği için İsmail Dede Efendi, Hammâmîzade adıyla tanındı. Ancak günümüzde daha çok Dede Efendi diye bilinir ve bu isimle anılır. Dede Efendi çocukluğunda sesinin güzelliğiyle bilinirdi. Bu sebeple ilköğrenimini yaptığı okulda, ilahicibaşı seçildi. Uncuzade Mehmed Efendi müzikle uğraşan ve evinde meraklılara ders veren bir hocaydı. Bir gün bir tören esnasında İsmail’in ilahi okuyuşunu dinledi ve hemen onu öğrencileri arasına aldı. İsmail, ilköğreniminden sonra, yedi yıl Uncuzade’nin derslerine devam etti. Aynı zamanda hem öğrenimini tamamladı hem de öğretmeninin yardımıyla girdiği Defterdarlık Muhasebe Kalemi’nde çalıştı. İsmail Dede Efendi, bunları yapmakla yetinmedi, bir yandan da Şeyh Ali Nutkî Dede’nin derslerini izlemeye başladı. O zamanın değerli müzik ustası olan Nutkî Dede, Mevlevilik’in o yıllardaki en güçlü çevrelerinden Yenikapı Mevlevihanesi’ndeydi. İsmail Dede Efendi’nin burada Şeyhin kardeşinden ney üflemeyi öğrendiği söylenir.

 

Dede Efendi 1798’de Muhasebe Kalemi’ndeki görevinden ayrıldı ve tekkede çileye girmeye karar verdi. Çilehanede bestelediği, “Zülfündedir benim baht-ı siyahım” diye başlayan buselik şarkı, İstanbul’da müzik çevrelerinin dikkatini çekti. Sultan III. Selim, şarkının genç bir Mevlevi dervişi tarafından bestelendiğini öğrenince, onu hemen saray hanendeleri arasına almak istedi. Bir yıl sonra çilesini dolduran Hammâmîzade İsmail, “Dede” unvanını aldı. Bu sıralarda bestelediği en güçlü eserlerinden Hicaz Nakış büyük yankı uyandırdı. Yeniden saraya çağrıldı, padişah huzurunda düzenlenen küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı. Bu sırada saraydan bir kadınla evlendi.

 

Dede Efendi birkaç yıl içerisinde büyük kayıplar yaşadı. 1804’te hocası Ali Nutkî Dede’yi, bir yıl sonra üç yaşındaki oğlunu, 1808’de annesini, 1810’da ikinci oğlunu yitirdi. Büyük oğlunun acısını, “Bir gonca femin yâresi vardır ciğerimde” dizesiyle dile getirdi. Dede Efendi, saltanatın karışık dönemlerine de şahitlik etti. III. Selim’in tahttan indirilerek öldürülmesi ve IV. Mustafa’nın bir yıllık padişahlığı sırasında müzik toplantılarına son vermesi İsmail Dede’yi saraydan uzaklaştırdı. II. Mahmud’un siyasal karışıklığı gidermesinden sonra yeniden saraya alındı. Bu yıllar, sanat yaşamının en parlak, en verimli dönemi oldu.

 

Sultan Abdülmecid zamanında da sarayda ki yerini muhafaza eden Dede Efendi, beste çalışmalarında bir durgunluk dönemi yaşadı. Bu dönemde saraydaki müzik zevkinin alafrangalaşması Dede’nin bu çevreden uzaklaşmasına yol açtı. Padişahtan izin alarak Hac’a gitmeye karar verdi. Hicaz’da hacı olduktan sonra yakalandığı kolera nedeniyle hayatını kaybetti. Mezarı Mekke’dedir.

 

Dede Efendi, Osmanlı’nın uygarlık ve kültür değişiminin en yoğun olarak yaşandığı, toplumsal çöküşün hızlandığı bir ortamda yetişti. Onun yaşama biçiminde, kültür ve sanatta görülen ‘yeni-eski’, ‘geleneksel-yabancı’ izler bu değişme sürecinin ürünüdür. Türk müziğinde yaşanan ikilik, daha Dede’nin yaşadığı yıllarda bile büyük gerginlik yaratmıştı. Osmanlı’nın bu döneminde yaşanan değişimler, çelişkiler, huzursuzluklar Dede’nin müziğini de etkiledi. Çünkü Dede Efendi Mevlevi geleneğinden gelmiş fakat sarayda yetişmiş bir müzik adamıydı. Bestelediği köçekler, türküler, hafif şarkılar, saraydan çok, kentli halka seslenir. Birçoğu geniş bir dinleyici kesimine ulaşan parçalarıyla bir “kent müziği” yaratmıştır. Pek çok bestecide, halk müzik motiflerini birkaç form içinde yansıtmakla sınırlı kalan halk zevki, onun sanatının tümüne özgü bir nitelik olarak ortaya çıkar. Din dışı büyük formlardaki çeşitli yapıtların yanı sıra, Mevlevi ayinlerinde de halk ezgisi üslubuyla bestelenmiş bölümler vardır. Müziğin her türüne açık tutumunun bir ürünü olarak yapıtları, Türk müziğinin her düzeyde o güne kadar ki gelişiminin geniş ve yetkin bir özetidir.

 

İsmail Dede, Itrî’den sonra en büyük besteci olarak kabul görmüştür. Besteciler arasında hiçbirinin sanatı Dede’nin ki ölçüsünde toplayıcı değildir. Yenilikleri, öncelikle melodi yapısında görülür. Dinsel ve din dışı müzik onda bir bütündür. Onun müziğinin en etkili yanı, bu dengenin kuruluşundaki ustalıktan kaynaklanır. Bestelerinde daha önce hiç uygulanmamış örnekler mevcuttur. Bu makam çeşitliliğinin sağladığı hareketlilik ve melodilerindeki akışın yükselişi onu diğer bestecilerden ayırır. Dede, Muzika-yı Hümayûn’un kuruluşuyla saraya girmiş, İtalyan müziğini dinleme olanağı bulmuş ve Batı’nın çok sesliliğiyle ilgilenmediği halde, bu müziğin melodi yapısını özümlemiştir.

 

Dede’nin sanatına çeşitli düzeylerde bakıldığında, birçok farklı öğeyi doğal bir uyum içinde kaynaştırdığı görülür. Müziği hem dünyevi, hem de dinsel ve mistiktir. Seçkinlere seslenirken halktan uzağa düşmez. Eski ile yeniyi yadırgamadan kaynaştırır. Dede Efendi, klasik üsluba bağlı kendisinden sonraki bütün bestecileri etkilemiştir. Öğrendiklerini öğrencilerine öğretmiş, onların öğrencileri de bunların önemli bir bölümünü notaya almışlardır. Dede Efendi’nin eserlerinin günümüze kadar ulaşmasında öğrencilerinin büyük bir payı vardır. Dede Efendi, en güçlü yapıtlarını Mevlevi geleneğinde vermiştir. Böylece müziğinin gelişimini ve niteliklerini daha belirgin biçimde yansıtmıştır. Dede Efendi’nin bir çok yapıtı kaybolmuş ya da unutulmuştur. Günümüze iki yüz yetmişten çok yapıtı aslına uygun bir biçimde ulaşmıştır.

 

 

 

 

Dede Efendi’nin Eserleri

 

 

BESTENİGÂR ŞARKI

 

Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum

Aklımı yağmâya verip fikrimi şaştım

Mecnûn’a şimdi eş – olup dağlara düştüm

Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden

Bir dahi gül koklamayım yârin elinden

 

Ben seni sevdim seveli döndüm deliye

Huyunu benzettim hele hûrî meleğe

Gönlümü vermişim sana almam geriye

Sor güle bülbüle ne çeker hârın elinden

Bir dahi gül koklamayım yârin elinden

 

 

 

 

GÜLİZÂR KÖÇEKÇE

 

Nâzlı nâzlı sekip gider

Ne güzel ceylân, ne şîrîn ceylân

Dönüp dönüp bakar gider o güzelim ceylân

Aldatır aldanmaz

Serkeş olmuş ava gelmez

O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

 

Gelir yazın gider güzün

Avcısına eder nâzın

Sürmelenmiş elâ gözün

Aldatır aldanmaz

Serkeş olmuş ava gelmez

O güzel ceylân, o şîrîn ceylân

 

 

 

 

HÜZZÂM ŞARKI

 

Ey gül-î bâğ-î edâ

Sana oldum mübtelâ

Gel bana eyle vefâ

Sana oldum mübtelâ

Sevdiğim saydığım

Sana oldum mübtelâ

 

âman-ey nevres-fidân

Yandı cânım, el-amân

Bu sözüme gel, inan

Sana oldum mübtelâ

Sevdiğim saydığım

Sana oldum mübtelâ

 

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız