Ertelenen Mutluluğun Tez Gelen Faturası

0
732

Gonca Anıl

goncanil@gmail.com

 

Bir zamanlar tanıdığım bir psikolog, “Hayat üç ayaklı bir sehpa gibidir.” demişti. “Ayaklarından biri ‘sosyal yaşam’, biri ‘iş yaşamı’, diğeri ise ‘özel yaşam’ olan bir sehpa…”

 

Hepimiz çok iyi biliriz sehpaları. Aynı boyda olan ayaklarıyla dengededirler. Ancak biri diğerinden birkaç santimetre bile uzun ya da kısa olursa, sehpanın bütün dengesi bozulur. Üzerine hiçbir şey koyamazsınız. Bu dengesi bozulan sehpalar gibi, öyle dengesiz hayatlar yaşıyoruz ki günümüzde. Kimimiz çok sosyaliz, sürekli dışarılarda evimizin yolunu unutuyoruz. Sevdiklerimizin bizi beklediğinin farkında olmadan ya da arkamızdan yetişmeye çalışan çocuklarımızın yorgunluğundan bihaber… Kimimiz en âlâ iş kolik olduk; bir marifet, bir ayrıcalık sayarak… En kıymetli sevdiklerimiz evde, gözleri saatte bizi bekliyor. Biz saatlerce çalışıyoruz; daha azıyla da işimizi yapabileceğimiz, istesek daha az mesaiyle yapmamız gerekenleri halledebileceğimiz halde. Bahanemiz hep “Ailem için çalışıyorum” oluyor ama onları, yine onlar için yalnız bıraktığımızı görmek istemiyoruz. Çocuğumuza söz verdiğimiz oyun hep bir başka akşama, eşimize söz verdiğimiz hafta sonu kahvaltısı hep bir başka bahara erteleniyor. Ertelemek kolaydır, erteleyen için… Erteleyip bekleten kendi işleriyle meşguldür de; bekleyen, ertelenen mutluluğuyla hep hayal kırıklığı içindedir.

 

Hayat İhmale Gelmez

Ne hikmetse, en çok ilgiye muhtaç olan özel yaşamımız hep sekteye uğrayan taraf oluyor. Sehpanın diğer ayakları daha önemli değil ama hep daha uzun. Böylelikle dengesi bozuluyor yaşamımızın. “Bir başka güne telafi ederim” ümidiyle yaşıyoruz en yoğun günleri. Ancak hayatın ertelenmeyecek kadar kısa ve sevdiklerimizin ihmal edilmeyecek kadar değerli olduğunu unutuveriyoruz, işler, projeler arasında koştururken.

 

Birlikte aynı ev dışında bir paylaşım yapamadan, birbirimizin halini hatırını soramadan, mutluluğumuz için bu denli yoğun çalıştığımızı iddia ediyoruz; mutsuz olarak ve mutsuz ederek mutluluğu hayal ediyoruz. Bugünün mutsuzlukları yarının sıkıntılarına zemin hazırlıyor. “Şu parayı bir kazanalım, şu evi bir alalım da hayatımızı yaşarız” dediğimizde, yıllar sonra bir evimiz oluyor belki ama içinde ağız tadıyla yaşanacak huzurlu bir hayatımız olamıyor. İhmallerimizle büyümüş, okul çağına gelmiş çocuklarımızdan gelen sorun sinyallerine şaşırıyoruz “Nerede hata yaptık?” diyerek. Hırgür ve ihmallerimizle gücendirdiğimiz, yıllarca iş arkadaşımızdan daha az görmeyi içimize sindirebildiğimiz eşimizin bu sinirli, tahammülsüz haline şaşırıyoruz. Oysaki evlenirken ne anlayışlı bir insandı sevdiğimiz… Ardından gelen sitemler, arayamadığımız ve ilgilenemediğimiz anne-babalarımızdan ya da unutulan akrabalardan…

 

Kariyer Mutluluk Getirir mi?

Yıllar sonra fark ediyoruz ki cebimizdeki paraların çokluğu, iş yerinde kazandığımız tecrübeler, sahip olduğumuz kariyer mutlu olmak için yeterli değilmiş, belki bu kadarı gerekli de değilmiş. Günler, aylar, yıllar geçmiş ve elde olanlar, olamayanların yanında hiçbir kıymet etmezmiş.

 

Denge çok önemli insan hayatında. Özel yaşamında belirli bir standardı oturtamayan insan, sosyal yaşam ve iş yaşamının koşturmacası içinde hem tükeniyor, hem de tüketiyor mutlu olabilme umutlarını. Yıllar sonra “Ben nerede hata yaptım?” pişmanlığını yaşamamak ve yarının mutlu günlerine güçlü bir zemin hazırlayabilmek için daha az para, daha düşük bir kariyer pahasına da olsa bir denge kurabilmeli insan. Önce kendimiz olabilmek, sonra da gözlerimizin içine bakan sevdiklerimizin bugünü ve yarınları için… Bir denge kurabilmeli insan, ne pahasına olursa olsun!

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız