Bu anlatacağım hikâyeyi, evlenmeyi düşünenler okusunlar. Şimdi, yakında, yakın gelecekte, uzak gelecekte, bir ihtimal, belki, hadi bir şansımızı deneyelim, olur ya, ya nasip, ya tutarsa diye düşünen müzmin bekârlar yani!
Yazar : Memsus
memsus@gmail.com
Bu anlatacağım hikâyeyi, evlenmeyi düşünenler okusunlar. Şimdi, yakında, yakın gelecekte, uzak gelecekte, bir ihtimal, belki, hadi bir şansımızı deneyelim, olur ya, ya nasip, ya tutarsa diye düşünen müzmin bekârlar yani!
Bunlar delikanlı da olabilir, ihtiyar delikanlı da… Hiç mi hiç fark etmez. Yeter ki evlenmeyi aklına koymuş olsun! Önce bu yazımızı okusun, sonra evlensin. Başlıyorum.
Adamın biri bir tarihte, siz buna fi tarihi deyin, ben fil tarihi diyeyim. Neden mi fil tarihi? Orası bana kalsın. Bilen biliyor zaten. Bir de size açıklamak zorunda bırakmayın canım uzun uzun. Şimdi başka şeyler anlatacağım. Fi ve fil tarihi ilerleyen zamanlarda konu olarak bu satırların içine girebilir belki. Bakalım fi’nin ve fil’i öğrenmek isteyenlerin taahhüt edeceği (vaad edeceği) şeylere bağlı. (Çikolatalı bir gofret kurtarır.)
Neyse gelelim konumuza.
Adamın biri bir tarihte, evlenmeye karar vermiş. Ama bir dönem kadınlardan o kadar çok çekmiş ki, kendi kendine “Ulan tam yüz kişiyle istişare etmeden evlenmeyeceğim!” diye söz vermiş. Neyse uzatmayalım. Doksan dokuz kişiyle görüşmüş, onların da fikirlerini almış. Evlenmeye bir adım kalmış anlayacağınız. Son bir kişiyle daha istişare etmesi gerekiyormuş. Kim olsun kim olmasın diye düşünürken aklına mükemmele yakın, kötüden uzak bir fikir küt diye düşüvermiş. Hani şu saçma sapan masallarda gökten üç elma düşer ya, işte biri bizim bu adamın kafasına düşmüş sanki. Birden gözleri parlamış, kulakları uğuldamış ve “Buldum! Buldum!” diye bağırmış. Konu komşu başına toplanacak olmuş ama bu hikâyede o olmayacak beklemeyin öyle bir şey. (Yok, kardeşim o kadar saçmalamayacağım. Biraz daha akıllı gideceğim.) Tabi ki bulduğu şey bir elmas madeni, mücevher kutusu falan değil. Ya da deste deste dolar hiç değil. Bir fikir bulmuş. Yüzüncü kişiyi nasıl tespit edeceğini bulmuş anlayacağınız. Demiş ki kendi kendine; “Şu yola çıkıp dikileceğim. Karşıma ilk çıkana soracağım. Onunla istişare edeceğim!” dediği gibi de yapmış hani. Sözünün eriymiş. Çıkmış yola dikilmiş. O ne? Bir de bakmış ki karşıdan bir atlı geliyor. Bu gelen kişi, boynuna kemikten bir kolye takmış, yüzünü acaip (bilerek acayip yazmadım) boyalarla karalamış, bir tahta sopanın üzerine binmiş (biner gibi yapmış), ağzıyla dıgıdık dıgıdık diyerek hem koşturuyormuş, hem de başını sağa sola sallıyormuş.
Nasibimize bu mu düştü, diye düşünmemiş bizim evlenmeyi kafasına koyan adam. Karşısına ilk çıkan bu adamı (deliyi) durdurmuş ve selam vermiş. “Sana bir soru soracağım!” demiş. Deli, “Seni ilgilendiren şeyi sor, sakın seni alakadar etmeyen şeyi sorma! Cevap vermem!” demiş. Bizim adam iyice kıllanmış. “Vallahi bu bir deli! Ama neylersin karşıma ilk bu çıktı. Soruyu sorayım bari!” diyerek sorusunu sormuş: “Bak a hemşerim, ben kadınlar yüzünden çok çile çektim ve yüz kişiyle istişare etmeden evlenmemeye yemin ettim. Sen yüzüncü kişisin. Söyle bakalım nasıl bir kadınla evleneyim?”
Deli, birazcık kaşınmış, sonra düşünmüş. Sonra da: “Bil ki kadınlar üç çeşittir!” demiş ve açıklamaya devam etmiş.
“Kadınlar üç çeşittir. Biri senin lehine çalışır. Biri senin aleyhine çalışır. Biri de senin ne lehine ne de aleyhine çalışır.” Bizim adam iyice merak etmiş. “Hele sen şu soylu atından in de bir açıklayıver ne demek istedin?” demiş. (Bu arada soylu at tahtadan yapılmış bir sopa oluyor biliyorsunuz!)
Deli açıklamaya devam etmiş: “Senin lehine çalışana gelince, erkeklerle hiç teması olmamış genç ve taze kadındır. Babasının evinde yetişmiştir. İşte o senin lehine çalışır aleyhine değil. Eğer sende umduğunu bulursa, şükreder; eğer sende beğenmediği bir şey bulursa bütün erkekler böyledir, der…
Senin aleyhinde çalışana gelince; başkasından çocuğu olan kadındır. Dul, ama çocuklu dul’dur. O seni sayar ama çocuğu için mal biriktirir. Senin ne lehine ne de aleyhine çalışan kadına gelince; senden önce evlenmiş bir kadındır. Ama çocuğu olmamıştır. Eğer sende iyi bir şey bulursa, ‘İşte böyle olması gerekir!’ der. Eğer sende kötü bir şey bulursa, ilk kocasını özler.”
Adam iyice şaşırmıştır. Gözleri kocaman açık, ağzı ise şaşkınlıktan bir karıştır. “Ya hu!” der, “Söyle Allah aşkına, senin bu hale gelmene sebep nedir?”
Deli işaret parmağını kaldırır ve “seni seni…” diyerek sallar. “Ben sana seni alakadar etmeyen şeyleri sormayacaksın demedim mi?” der.
Adam ısrar edince, deli söylemek zorunda kalır: “Bir dönem “Kadı”lık için aday gösterilince, gördüğün bu hali tercih ettim!”
Selametle efendim… Selametle…