BATANLARI SEVMEM!

0
720

 

 

Her insan, hangi kültür ve inanç toplumunda bulunursa bulunsun; mükellef çağına ulaştıktan sonra, doğru muhakeme gücüyle bütün kainatın bir Sahibi ve Yaratıcısı olduğunu bilmekle ve iman etmekle mükelleftir.

 

Allah’ı bulmak ve bilmek aklın vazifesidir.

 

Ancak kendilerine Peygamber tebliği ulaşmayanlar, imanın diğer erkânı ve ibadetler hususunda elbette sorumlu olmazlar.

 

Kuran’da Hz. İbrahim’in (as) akli muhakeme yoluyla Allah’ın varlığını nasıl bulduğu hikâye edilir. Yıldızlara, Ay’a ve Güneş’e tapan bir toplumda Hz. İbrahim’in (as) yıldızları, Ay’ı ve Güneş’i sorgulayarak ve muhakeme ederek, yakini bir bilgiye ve imana ulaşması, insanlık tarihi açısından önemli bir ibret levhasıdır.

 

Kuran, Hz. İbrahim’e (as) yakini bilgiye kavuşması için böyle bir sorgulama usulü ile göklerin ve yerin hükümranlığının gösterildiğini kaydeder. ( En’am Suresi, 75)

Hz. İbrahim (as) bir gün, “Gece basınca bir yıldız gördü. ‘İşte benim Rabb’im.’ dedi. Yıldız batınca, ‘Batanları sevmem.’ dedi. Ay’ı doğarken görünce, ‘İşte bu benim Rabb’im!’ dedi. Ay batınca, ‘Rabb’im beni doğruya eriştirmeseydi, andolsun ki, sapıklardan olurdum!’ dedi. Güneşi doğarken görünce, ‘İşte bu benim Rabb’im! Bu daha büyük!’ dedi. Güneş batınca, ‘Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım!’ dedi.” (En’am Suresi, 76,77,78)

 

Genç bir muhakeme ve zekâ fırtınasına sahip olan Hz. İbrahim (as) bir yandan etrafındaki hâdiseleri sorguluyor, diğer yandan da kavmine “doğru muhakemeyi” öğretiyordu.

 

Muhakemesinde her kademede bir adım daha Allah’a yaklaştı.

 

Birinci kademede batanların ve ufûle gidenlerin Rab olamayacağına intikal eden Hz. İbrahim (as), diğer kademelerde bu kanaatini artırdı ve yakinini güçlendirdi. Ay’ı daha parlak gördüğünde “belki bu olabilir mi?” demişti.

 

Fakat Ay da batınca biraz daha düşündü ve Allah’ın kendisini doğruya eriştireceğine dair bilgi ve kanaatini güçlendirdi, Ay’dan vazgeçti.

 

Üçüncü kademede Güneş daha parlaktır, daha caziptir, daha göz alıcıdır. “Belki bu olabilir mi?” derken, Güneş’in de batışı Hz. İbrahim’in (as) dimağında bomba gibi fırtınaların esmesine neden oldu. “Rab olan batar mı? Yaratıcı olan ufule gider mi? Hükümran olan tasarruftan vazgeçer mi? Sahip ve Malik olan, varlıkların tedbirini ve idaresini başka ellere bırakır mı?”

 

Hz. İbrahim (as) Güneş’in batmasıyla birlikte kendisine geldi ve “Ey kavmim! Siz batanları ilâh edinmişsiniz.

 

Oysa Allah her an hâkimdir, batmaz, hayatı son bulmaz, bizden ayrılmaz, ufule gitmez.” manasını hissederek “doğru imana” yakinen ulaştı, kavmine de doğru imanı gösterdi.

ATATÜRK KÖŞESİ

Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.

DÜŞÜN-TAŞIN

– Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur.

GÖNDERMELER

-Adana Valisi Hüseyin Avni COŞ’un; “El birliğiyle, bu seçimlerin, (inşallah) Adana’mıza ve Türkiye’mize yakışır bir şekilde en uygun, en özgür, en tarafsız ve huzurlu bir şekilde yapılması için bütün tedbirler alınmıştır.” Mealindeki güven veren mesajını duymayan var mı?

-Söylenenlerin aksine, Atatürk caddesini Kenan Evren’e bağlayan Şehit Mustafa SARI adının verildiği Alt Geçit’in Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni ALDIRMAZ tarafından mütevazı bir törenle trafiğe açıldığından haberiniz var mı?


-Bir seçim sürecinin daha sonuna geldiğimizi, bu seçimlerin Vatana, Millete barışa vesile olması temennimize katılamayan var mı?

-Dün Sürmanşete konuk olan Adana Şehremini Aytaç DURAK’ ın bazı yorumlarına CHP’lilerden aşırı derce de eleştiriler geldiğini biliyor musunuz?

-Bu seçimde Savaş ve Barışı oylayacağız diye köşe yazsısı yazan Cendere Üyesi Hüseyin BAYRAK’ın, bu ajite başlıklı köşe yazısından bile akıl sağlığının a-normal olduğunu bilmeyen var mı?

-Her gün köşe yazısı yazdığım, Adana Medya Gazetesine gönderdiğim Özel Haber’lerimin patronu paranteze alırsam personel tarafından özenle dikkate alınmamasının hikmet ve sebebini merak ettiğimi bilmeyen var mı?

-Ak Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Abdullah TORUN’un paket olarak yayınladığım programına canlı zannederek yüzlerce mesajlar geldiğini biliyor musunuz?

-Kur’an’ın zinhar gündeme getirmediği ve 4 şahit prensibiyle adeta yasakladığı namahrem olayları sosyal medyada arz-ı enam ettirenlerin DİN ile, İMAN ile, İRFAN ile, İZAN ile uzaktan yakından alakalarının olmadığını bilmeyen var mı?

-Yıllardır öpüşmeme yasağı  konusunda bir fenomen olan Adana Şehremini Aytaç DURAK’ ın, kendisini tebrik eden hanım bir hayranı tarafından kameralar önünde yanaklarından öpülmesinden sonra bu yasağı serbest bıraktığı duyumlarımız doğru mu?

yukselmertoglu@hotmail.com

 

 

 

 

Evren, olasılıklar bütünüdür

 

Yaşantımızın şekli bir elektronun mu elinde?

Biz o elektronu düşüncelerimizle mi kendimize çekiyoruz?

Düşünceleri birer frekans olarak kabul edersek bunların birer dalga boyu olduğunu kabul etmemiz gerekir. Güçlü olumlu düşüncelerin, olumlu frekanslar oluşturduğu ve bu düşüncelerin devam etmesinin, gerçek yaşamda da olumlu şeylere sebep olduğu söylenmekte…

 

KENDİ  POTANSİYELİNİ BİLİYOR MUSUN?

 

Zaman-mekân kavramı madde boyutunda yaşayanlar içindir.

 

Yüce Allah için zaman-mekân kavramı yoktur. Zaten bu oluşumları da yaratan O’dur. Dolayısıyla bizim geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki yaşantımızı O zaten görmektedir. Yarattığı Evren, sayıları sonsuz gibi görünen elektronlardan oluşmuştur. Ve bizler, olumlu düşüncelerle olumlu elektronları kendimize çekiyor olabiliriz. Hani bazen bir işimiz için ümitli, hevesli ve istekli oluruz ve o olay istediğimiz gibi sonuçlanır ya…

 

Hiç son dakikaya kadar şiddetle taşıdığımız umutlar, bir “son dakika golü” ile gerçekleşmemiş midir?

 

Hayatımızın arama motorlarına şöyle bir baktığımızda muhakkak bulabileceğimiz bir şeyler vardır. “De ki: ‘Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?’ Onlar: ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?’ İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (Yunus, 31-32)

 

Acaba hücrelerimiz, kendi kendimize yaptığımız içsel ve dışsal konuşmaları kaydeden ve buna göre mekanizmasını geliştiren bir hafıza kartları mı?

 

Belki de çeşitli hastalıkların, kendimize yaptığımız içsel ve dışsal konuşmalarla bir bağlantısı vardır.

 

Kuantum düşünce, zihin ve beden arasında birebir bağlantı olduğunu varsayar.

 

Hastalıkların sürekli olarak düşünülen şeylerin beden üzerinde etkili olduğunu söylemek de herhalde yanlış olmaz.

 

Beynimiz, düşünce, duygu, kısaca enerji üreten bir tesistir.

 

Hem düşünce enerjisi yayını yapar, hem de diğer yayınları yakalar. Bir cep telefonu gibi hem mesaj alır, hem de mesaj gönderir. Evrenin Sahibi’nin bize sunmuş olduğu hem bir yayın istasyonuna ve hem de muhteşem bir alıcıya sahibiz.

 

İnsan, böyle bir olağanüstü yetenek ve gücünden habersiz, kendi beyninin ürettiği TV önünde, onun yakaladığı dalga boylarını fütursuzca izler durur, kendi kapasitesini kullanmayı unutur.

 

ALLAH İNSANLA NASIL KONUŞUR!

Yüce Allah (c.c.) ezeli ve ebedi kelam sahibidir.

 

Peygamberlerine vahiy gönderdiği gibi, yarattıklarıyla da ilham yoluyla konuşur, onların ihtiyaçlarını ilham yoluyla bildirir, onlara yardım eder.

 

Kullarının kalbine dilediği bilgileri ilhamla aktarır, doğruları ilham eder.

 

Allah, Peygamberleriyle vahiy yoluyla konuşur.

 

Hazret-i Musa’nın (a.s.) Tûr Dağı’nda vahye mazhar kılınışını ve Allah’ın kelâmına muhatap oluşunu Kuran şöyle ifade eder: “Tayin ettiğimiz vakitte gelince, Rabbi onunla (Musa ile) konuştu.” (Arâf Suresi, 7/143) “Ey Musa! Seni gönderdiklerimle ve konuşmamla insanlar arasından seçtim.” (Arâf Suresi, 7/144) “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık. Bir kısmını ise sana anlatmadık. Allah, Musa ile gerçekten konuştu.” (Nisâ, 164)

 

Şu ayet de, Allah’ın kullarıyla konuşmasının keyfiyeti hakkında bize bilgi vermektedir:“Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir; izniyle dilediğini vahyeder.” (Şûrâ, 51)

 

İlhamlar da Allah’ın çok perdelerden geçmiş konuşmalarıdır. Fakat vahiy kadar gölgesiz ve safi değildir. Bediüzzaman’a göre, ilhamların hususiyet ve külliyet cihetinde çok çeşitli dereceleri vardır.

 

En cüzî’si ve en basiti hayvanların ilhamıdır.

 

Onlardan biraz yüksek, avâm insanların ilhamları gelmektedir. Sonra sırayla ilhamlar, avâm melâikenin ilhamları, evliyâ ilhamları ve melâike-i izam ilhamları tarzında derece derece yükselmektedir. İlham sırrına binaen her bir veli kalbinin telefonuyla: “Kalbim benim Rabbimden haber veriyor” diyebilmektedir. (Sözler, s. 124)

 

Cenâb-ı Hak, yaratıklarına vazifelerini ilhamla bildirir, ilhamla telkin eder, kullarına istikameti ilhamla gösterir ve hidayet verir. Bilhassa hayvanatın hemen hepsi dünyaya geldikleri zaman nasıl hareket edeceklerini, rızıklarını nelerden ve nasıl elde edeceklerini, hastalıklarında nasıl şifa bulacaklarını, hayat şartlarına nasıl ayak uyduracaklarını “İlâhî sâik” hâlinde, yani “sevk-i İlâhî” tarzında, yani telkin edilmiş bilgi paketleri tarzında beyinlerinde bulmaktadırlar.

 

Bugün bilim buna içgüdü demekte, maalesef İlâhî boyutu göz ardı etmektedir.

 

Cenâb-ı Hak bütün canlılara yaşadıkları sürece ihtiyaçları olan şeyleri eksiksiz telkin ve ilham etmektedir. İnsanın ilhama ve vahye mazhar olmakla beraber, fıtri vazifesinin ilim öğrenmekle kemale ermek olduğunu vurgulayan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, hayvanın asli vazifesinin ise talim ve öğrenmekle kemale ulaşmak olmadığını, onlara ihtiyacı olan bilgilerin doğrudan ilham edildiğini, onların yalnızca istidatlarına göre amel etmekle mükellef bulunduklarını beyan eder. (Sözler, s. 286)

 

Bediüzzaman’a göre, vahiy gölgesiz ve safidir.

 

İlham ise gölgelidir, renkler karışır ve umumidir.

 

Melâike ilhamları, insan ilhamları, hayvan ilhamları gibi muhtelif ilhamlar Allah kelâmının, denizlerin katreleri kadar teksirine medar sonsuz bir zemin teşkil etmektedir. “Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi.”  (Kehf Suresi, 18/109) ayeti buna işaret etmektedir.

 

Cenâb-ı Hakk’ın kullarıyla ve mahlûkatıyla konuşmaları, onları sevdiğinin ve dualarına fiiliyle ve sözüyle cevap verdiğinin belirtisidir. (Şuâlar, s. 116)

 

***

Yüksel Mert

yukselmertoglu@hotmail.com

 

 

 

 

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız