Dünya sinemasını takip edip, ülke ayrımı yapmadan tüm filmleri izledikçe ufkum da genişliyor. Sadece gündemde olan Kuzey Amerikan filmlerinden bahsetmiyorum… Uzakdoğu sinemasından, Arap sinemasına kadar tüm filmleri takip ediyorum.
Ülkelere göre hem sosyal yapıları, hem de hayata bakış açılarını bu filmler sayesinde öğrendim. A.B.D. filmleri komedi, gerilim, korku, romantizm, aile, bilim kurgu… vs birçok alanda çok kaliteli ürünler verirken, tek bir ülkenin tüm alanlarda çok kaliteli filmler çekmesi mümkün değil. Her bir ülkenin kendine has film tarzı ve bu alanda başarılı olma durumu söz konusu.
Peki, A.B.D. film endüstrisi neden tüm kategorilerde başarılı? Buna şahsi olarak cevap verirsem, A.B.D. dünyanın her köşesinden milliyetleri bir araya getirerek bu çeşitleri harmanladığından başarılı olmakta.
Buyurun ülkelere göre notlarıma:
Baltık ülkeleri: İsveç, Finlandiya, Norveç, Danimarka, Estonya, Litvanya, Letonya gibi ülkelerin Baltık ülkeleri kategorisine girdiğini biliyoruz. Bu ülkelerin ortak özelliği, karla dolu, uzun kışlar nedeniyle karanlık havaların hâkim olduğu bir ortama sahip olmak. Yazlar kısa ve serin olurken, uzun kışlar nedeniyle fonda sürekli karlar hâkim. Ağaç kütüklerinden yapılmış evlerin ağırlıkta olduğu mekanlarda sürekli yanan bir şömine ve mutfakta kaynayan bir demlik, kahve, kurabiye ya da pasta ile huzur ortamı hâkim. Karakterler soğuğa alıştıklarından olsa gerek, bizim gibi kazak üstüne ceketle evin içinde dolaşmıyor. Mini şortlar, çıplak ayak, penye ile karları seyrederek kahvelerini yudumluyorlar.
Fakat bilimsel araştırmalara da konu olan, güneşin insanları mutlu ettiği, baharla birlikte insanda endorfin hormonu salgısının arttığını en iyi şekilde Baltık Ülkeleri kanıtlıyor. Bu ülkeler komedi filmi çekmek istediklerinde ellerine yüzlerine bulaştırıp başarısız olurken, polisiye, gerilim, cinayet filmlerinde inanılmaz başarılı oluyorlar.
Kasvetli bir hava da gerilime güzelce eşlik ederken, karakterlerden kimin en tehlikeli olduğunu son sahneye kadar saklayan sağlam kurgu ile birlikte zeka oyunları sergileniyor. “Ejderha Dövmeli Kız” serisi boşuna İsveç’ten çıkmadı! Danimarka’nın da “Kvinden I Buret” gibi filmlerini de es geçmemek lazım.
Fransa: Peynir ve şarap kokulu Fransız filmleri de romantizmin kalesini oluşturuyor. François Hollande gibi bir anda üç kadını idare edebilen cumhurbaşkanına sahip ülkede, evlilikte aldatma da çok sıradan sayılabiliyor. Genelde eşler birbirlerini aldatırken, asla ve katiyen evlilik yıkılmıyor. Bu, sadece erkekler için geçerli değil, kadınlar da aldatıyor ama evlilikler devam ediyor. Bir masada dört çift oturuyorsa bu çiftlerden en az ikisinin birbirinin eşiyle ilişkisi olabiliyor. “Planlar Değişti” filmi, bu tür bir sosyal yapıya örnek olarak verilebilir.
Fransız İhtilali’nin gerçekleştiği, devrimlerle dolu bu ülkede, sınıfsal yapıda herkesin hakkı belirliyken, üst sınıf, kendinden daha düşük ekonomik seviyedeki sınıfı ezemiyor. “Yaşamaya Değer” filminde, kapıcı olan kadın saat 08.00’den önce işe başlamıyor ve 07.30’da kapısı çalındığında hizmet vermiyor. Tabii, bu sahne bir Türk filmi sahnesinde olsa, iğreti dururdu.
İspanya: Güneşli bir Akdeniz ülkesi olmasına rağmen korku filmlerinde de ustalaşmış bir ülke. Tüm film boyunca gerilirken, sonunda sürprizlerle karşılaşılan İspanyol filmleri, kendi alanlarında inanılmaz başarılılar. “El Orfanato” (Yetimhane) bu tarz filmlere örnek olarak verilebilir. Fakat haklarını yemeyelim, komedi filmlerinde de başarılı olduklarını düşünüyorum. “Hayalet Öğrenciler” ve “Ya Aşk Olmasaydı” gibi filmler komedi ve romantizmin harmanlanmasında da İspanyolların başarılı olduğunu belirtiyor.
Balkan ülkeleri: Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti çatısı altında yıllarca birlikte yaşayan Balkan ülkeleri halklarının filmleri de aralarındaki sınırları ortadan kaldırıyor. Boşnak, Sırp, Hırvat, Makedon, Slovak filmleri izlendiğinde aynı alt yapıda müzikler ve yeşil ortamı görebiliyorsunuz. Sarajevo’da doğan Goran Bregovic’in besteleri, çoğu Balkan filminin alt yapısında dinlenebiliyor.
Yine Sarajevo’da doğan Sırp asıllı Emir Kusturika, Balkan sinemasında ismi zikredilmesi gereken en önemli isimlerdendir. 1988 yılında çektiği “Çingeneler Zamanı” filmi, tamamen “Çingenece” çekilen ilk film olma niteliğindedir. “Bir Mucizedir Yaşamak” gibi filmler de çekerek Sırp, Boşnak, Hırvatlar iç içe geçmiş, sınırlara dayanmayan ilişkileri anlatmaktadır.
Balkan filmleri genelde “Ederlezi” yani “Hıdrellez” öğelerini taşıyan yeşilliklerle dolu filmlerdir. Kimi sahnesinde yumurta tokuşturulur, kimi sahnesinde ateşten atlanılır.
Uzakdoğu Ülkeleri: Uzakdoğu deyince birkaç ülkeyi bir arada ele almak istedim. Japonya, korku filmi dalında uzmanlaşırken, “Halka” gibi filmler başarılı yapıtlarının arasında sayılmaktadır. Tayland filmleri de gerilim ve korku öğelerini bir arada taşırken, Güney Kore filmlerinde ise romantik öğeler ve aile temaları başarılı olarak işlenirken, batı dünyası da, Güney Kore filmlerini yeniden çekmekte ve sağlam senaryoları dünyayı sararak, Ünlü Yazar Paulo Coelho’nun bile dikkatini çekip, “Neden Güney Kore Filmlerinin senaryoları Oscar’a aday gösterilmiyor?” şeklinde yorum yapmasına neden olmuştur. Bir de “Gwansang” gibi kraliyet zamanlarının anlatıldığı, saray fonlu filmleri unutmamak lazım.
Arap Ülkeleri: Bol baharatlı yemeklerin kokusu filmlerden burnumuza gelebilmektedir. Arap filmlerinde toplumsal baskı hissedilirken, Aids olan bir kadının toplumsal dışlanma nedeniyle işinden ve çevresinden olup, onuruyla savaşması anlatılan “Asmaa” filmi örnek olarak gösterilebilir.
Arap filmlerinde İsrail ile ilişkilere de değinilerek “Lemon Tree” ve “The Other Son” gibi filmler çekilip, kiminde bebekler karışıp Arap’ın, Yahudi kurallarıyla; Yahudi’nin, İslam kurallarıyla yetişmesi konu alınırken, kiminde de limon ağaçlarıyla dolu bahçesi olan Arap kadının, İsrail tarafından bahçesine el konması konu ediliyor.
Daha birçok film var işlemek istediğim ama şimdilik bu kadar. Uzun yazılar sizi sıkıyordu değil mi?
*
Seren Muyan
serenuyan@gmail.com |