Yusuf Yeşilkaya’nın yeni yazısı diplomalı tapuyu sizlere sunuyoruz!
Yaşlı teyzelerin, mahallenin bekâr erkeklerini evlendirmek için kapı kapı gezdiğini, evlenecek yaşta kız bulunan evlere habersiz ziyaret gerçekleştirdiklerini, hangi evde evlenecek kız var diye sorulduğunda kızları özellikleriyle bir bir sıraladıklarını duymuşsunuzdur. Hatta bu teyzelerin gelin adaylarını sınav yaptıklarını, bir bardak su isteyip suyu getiren gelin adayının davranışına duruşuna göre, otuz saniyede “bu kızdan gelin olmaz” şeklinde cesur yorum yaptıklarını işitmişsinizdir. Çok yardımsever bir toplum olduğumuzdan dolayı olmalı, bu teyzelerin gelin arama faaliyetlerini adeta meslek haline getirdiklerini de duydunuz mu?
Gelin adaylarına erkek tarafının reklamını yapan, erkek tarafına da gelinlik kızı ballandıra ballandıra anlatan teyzeler, bu işten ne kadar nasipleniyorlar bilmem ama sadece bu konuda bilirkişi olmanın onuru bile yeterli olsa gerek diye düşünüyorum.
Toplumda bu teyzelere ihtiyaç var, en azından görerek görüştürerek evlendiriyorlar, evlilik siteleri gibi modern usuller ya da gençlere evlilik vaadiyle tuzaklar kuran sapık siteler yerine iş bilen teyzelerin tezgahından geçmek daha hayırlı diye düşünebilirsiniz. Bütün bunlara eyvallah diyebilirim. Ama geçen gün bir sağlık merkezinde gördüklerime ise asla…
İşin doğası gereği sağlık merkezinde, doktorlar, hemşireler, sağlık görevlileri ve şifa aramak için doktora gelen hastalar olurlar. Benim gittiğim sağlık merkezinde bunlardan daha fazlası vardı. Sağlık merkezine vardım, sistemden muayene için sıra aldım ve beklemeye başladım. Beklerken ister istemez diğer insanların durumlarını gözlemliyorsunuz. Hatta çok acı çeken hastaları gördüğümüzde kendi halimize şükrediyoruz. Muayene için sıra beklerken orta yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiğim bir hanımefendiye takıldı gözüm. Biz ona da yaşlı teyze diyelim. Yüzünde hiç hasta gibi ıstırap çeken bir ifade yoktu. Adeta hırsız gibi sağlık merkezine giren çıkanları ve sağlık görevlilerini izliyordu. Gözleri fıldır fıldır dönerken sanki birini arıyor gibiydi. Sakin görünmeye çalışıyordu ama telaşlı bir hali vardı. Halinden şüphelendim ve ister istemez takip etmeye başladım. Bir yandan da kendimle iç hesaplaşma yaşıyordum:
– Sana ne elin kadınından. Ayıp değil mi yaptığın? Başka işin yok mu senin? Polis mi sandın kendini? Önüne bak, kendi işinle ilgilen.
Bir yandan kendi kendime bu şekilde telkinler verirken diğer yandan oturduğum yerden yaşlı teyzeyi izliyordum. Dur bakalım ne çıkacak bu işin ardından misali takip ettiğimi hissettirmeden gözlemliyordum. Bu arada yaşlı teyze, muayene odalarının kapısı her açıldığında içeriye girecek gibi yapıyor, odanın içine bakıyor ve sonra geri çekiliyordu. Aşı ve pansuman odasının kapısında durdu ve içeriyi gözetlemeye başladı. Sonra birden heyecanla içeriye girdi. Odanın kapısını kapatmaya bile gerek duymadı. Hemşirelerden birini kolundan tuttu ve odanın dışına çağırdı:
– Senin adın Sevtap değil mi kızım?
– Evet ama niçin sordunuz?
– Sen benimle gelsene biraz, sana bir şey söyleyeceğim.
Hemşirenin itiraz etmesine fırsat vermeden kolundan tuttu ve koridordaki pencerenin önüne getirdi. Yüksek sesle konuştuğu için söylediği her şey, çok net duyuluyordu. Bir eliyle hemşirenin omzunu tutuyor diğer eliyle karşıdaki binaları gösteriyordu:
– Bak kızım, bazı insanlar anadan şanslı doğarlar. Sen de Allah’ın sevgili kulu imişsin. Talih kuşu başına kondu senin.
– Ne talihi, ne şansı teyze?
– Tabi şimdilik bana teyze diyebilirsin. Ama yakında ben senin kayınvaliden olacağım. O zaman anne dersin.
– Allah aşkına siz ne saçmalıyorsunuz?
Yaşlı teyze soğukkanlılığından hiçbir şey kaybetmemişti:
– Tabi heyecanını anlayışla karşılıyorum. Biz de genç olduk ne de olsa. Demem o ki, şu karşıda gördüğün apartmanın yedinci ve sekizinci katında toplam altı dairemiz var. Birinde biz oturuyoruz. Diğerleri sizin olur. Tabi oğlumla evlenirseniz…
– Kamera şakası falan mı bu? Siz gerçekten ciddi misiniz?
– Sevincinden şaşırdın değil mi kızım? Ama önce oğlumun, seni beğenmesi lazım.
– Şaşırdım ama siz bana hangi cesaretle böyle bir şeyi teklif ediyorsunuz. Ben sizi tanımıyorum bile. Bu yaptığınız çok büyük saygısızlık.
Yaşlı teyzedeki soğukkanlılık artık yerini yüzsüzlüğe bırakmıştı sanki:
– Tanışırız kızım. Hele önce benim oğlanı bir göndereyim. Senin gözün bir yakışıklı görsün. İşi gücü yok ama evin tek çocuğu, onun çalışmasına bizim ihtiyacımız yok. Uzun yıllar Avrupa’da kaldık, çok para biriktirdik. Dairelerimiz, dükkanlarımız, arabamız her bir şeyimiz var şükür. Oğlan seni beğensin yeter.
– Ya teyze, yaşına saygı gösterdim sustum ama yeter artık! Biraz daha konuşursan polis çağırıp dışarıya attıracağım seni. Üf be!
– Bana bak hemşire! Sevtap mısın nesin? Ben buraya muayene olmaya gelmiştim. Şimdi Alo 184 şikayet hattını ararsam görürsün, beni buradan kovmayı.
– Allah belanı versin, defol!
Sevtap hemşire, ağlayarak aşı ve pansuman odasına girdi. Yaşlı teyze ise söylenerek sağlık merkezini terk etti:
– Ne kadar saygısız olmuş bunlar. İnsan büyüklerine biraz saygılı olur. Ne oldu şimdi? Kendi kaybetti elbet. Benim aslanıma kız mı yok? Elimi sallasam ellisi. Kız kurusu! Sen bu gidişle evde kalırsın ancak! Saygısız şey ne olacak!
İnsanların birbirini görüp tanıyarak, anlaşarak evlenmeleri ya da görücü usulü ile eş seçimi yapmaları kendi tercihleridir. Ve insanların seçimlerine sadece saygı duyulmalı diye düşünüyorum. Lakin sizinle paylaştığım bu olaydaki teyzeye ve bu teyze gibilerinin yaptığı davranışlara nasıl saygı duyulur orasını bilemem. Çünkü olay baştan aşağı saygısızlık.
Öncelikle insanların daire veya dükkan karşılığında alınıp satılması, böyle bir şeyin hala teklif edilebiliyor olması bile çok üzücü. İnsanın paraya pula sahip olması, bir görgü ve kültür düzeyine sahip olduğu anlamına gelmiyor. Bir yuva kurarken tek ölçü, kız ya da erkek tarafının zenginliği olunca, bu tip kazalar yaşanabiliyor maalesef.
Görücü usulü ile olmuş olsa bile ölçütler bambaşkaydı önceden. Damat adayının eğitim düzeyi, kültür seviyesi, mesleği ve saygınlığı sorulurdu mesela. Aile yapısı, asaleti, terbiyesi, hoşgörüsü, merhameti araştırılırdı öncelikle. Gelin hanım için öncelikler de pek farklı değildi aslında. Terbiyesi, temizliği, hamaratlığı, saygısı, sevgisi sorulurdu. Ailesi, görgüsü, göreneği, çevresi araştırılırdı. Hala bunları araştıran olduğu gibi, bu devirde hala bunlara bakılır mı diyenler de mevcut tabi.
İyi güzel de para olmadan evde tencere kaynamıyor. Sırtı sağlam yer aramak suç mu? Gelin ya da damadın zengin olması kötü bir özellik mi? Hayır, kötü bir özellik değil elbette. Üstad Necip Fazıl’ın harika bir sözü var: “İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan kork!”
Zenginlik, para, mal, mülk… Adına ne derseniz deyin, yaşamın gereklerini karşılamak için araç olarak kullanılıyorsa bir sıkıntı yok. Lakin, araç olmaktan çıkıp amaç haline dönüşmüş ise hırs ve tamaha bürünmüş problemler yumağı kapıda demektir. Taptuk Emre’den önce buğday sonra nefes dileyen Yunus’un sözleri ne güzeldir:
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.
Evlilikte, eş seçiminde küfüv denilen denklik esastır. Erkek tarafı ile kız tarafının, soy sop, asalet, zenginlik, dindarlık, kültür, eğitim, görgü, görenek, adetler gibi konularda birbirlerine denk olmaları, en azından yakın olmaları aranır. Şayet eşlerden birisi her hangi bir konuda diğerinden aşağıda olursa, eziklik duygusuna kapılabilir. Ya da taraflardan birisi her hangi bir konuda diğerinden üstün ise bu özelliği büyüklenme olarak değerlendirip eşine yukarıdan bakabilir. Bu nedenle tarafların birbirine denk olması, makbul olandır.
Anne baba olarak, çocuklarımıza para ve mal biriktirmek, onların geleceğini teminat altına almak için çaba sarf etmek, toplumumuzda yaygın bir gelenektir. Çocuklarımız büyüdüğünde onlar adına kazandığımız tapularla övünmek yerine çocuklarımızın kazandığı diplomalarla gururlanmak sizce daha güzel değil mi? Yani onların eğitimi için çaba harcamak ve onların geleceğini kendilerinin kazanması için uğraşmak daha sağlıklı olmaz mı? Ama diyorsanız; hem diploma olsun hem de zenginlik olsun… Yani diplomalı tapu olsun diyorsanız, ona da sadece “eyvallah” derim.
*
Yusuf YEŞİLKAYA