Rahmetli Akif'in abidevi Çanakkale şiirinde, "Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini / Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin'i" dediği gibi Selahaddin Eyyubi bütün Müslümanların gönlünde taht kurmuş bir kumandan ve devlet adamıdır…
Kaynak: www.zaman.com.tr
Rahmetli Akif'in abidevi Çanakkale şiirinde, "Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini / Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin'i" dediği gibi Selahaddin Eyyubi bütün Müslümanların gönlünde taht kurmuş bir kumandan ve devlet adamıdır.
Onu yakından tanımak, yetişen nesillere örnek göstermek hepimizin görevi olmasına rağmen, kimimiz sadece adını biliyoruz, kimimiz de ders kitaplarında anlatıldığı kadar hakkında bilgi sahibiyiz. Büyük insanların yaptıkları işlerle şahsiyetlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir; onun karakterini, yeteneklerini meziyetlerini anlatan kitaplardan yoksunduk. İşte bu boşluğu doldurmak için Sayın Cemal Toksoy ile eşi Fatma Toksoy Hanımefendi, güzel, muhtevalı bir çalışma yapmışlar.
Selahaddin'in kumandan, devlet adamı olmak, cihana ün salmak gibi bir niyeti yoktu; kendisini ilme vermek istiyordu. Çünkü kitabımız rengi, dili ne olursa olsun bütün insanlığı eşit kabul ettiği halde; "Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?" diye buyuruyor, Peygamber Efendimiz de çeşitli hadislerinde alimleri övüyordu. Fakat vaziyetten vazife doğar düsturu gereğince, amcası Sirbuk'un ve babasının zorlamasıyla kendisini savaş alanlarında buldu. Üstün görev şuuru ve ahlakıyla dikkatleri çeken Selahaddin, Nureddin Zengi'nin ordu komutanı oldu. Zengi ölünce çocukları birbirleriyle savaşa tutuştular. Oysa yaşadıkları dönemde birlik önemliydi. Bu boğuşma sadece Zengi'nin çocuklarını yok etmeyecek, ülkeyi de perişan edecekti. İş orada da kalmayacak, İslam âleminin buhranlı dönemi daha feci hale gelecekti. Onların anlaşmaları için Selahaddin elinden gelen her şeyi yaptı; ne yazık ki başarılı olamadı. Bunun üzerine o da Zengi'nin dul eşiyle evlenip onun mirasçısı olduğunu iddia etmek zorunda kaldı. Böylece devlet başkanlığının yolu açıldı ve tarihte Eyyubiler adıyla anılan devleti kurdu.
Hıristiyanlar çeşitli İslam bölgelerini işgal etmişler, Kudüs Krallığı'nı kurmuşlar, ona bağlı olarak değişik mıntıkalarda üç tane kontluk teessüs ettirmişlerdi. Selahaddin'in ülkesi her taraftan kuşatılmıştı; sadece Beyrut'tan denize açılıyor, donanması olmadığı için de ondan yararlanamıyordu. Haçlılar silindir gibi çiğneyerek geldiklerinden Anadolu Selçukluları'nın yardım etmek için gücü kalmamıştı. Gerek Irak'taki Abbasiler, gerekse Mısır'daki Fatımiler bu feci durumu umursamıyorlardı. Endülüs de çok uzaktaydı. Selahaddin, Nureddin Zengi'nin politikasını izleyerek önce Fatımiler'in üzerine yürüdü. Nüfuz alanını Endülüs ve Yemen'e kadar genişletti. Ayağını toprağa sağlam bastıktan sonra kuzeye, Haçlılara döndü. Mümkün olduğu kadar ikmal yollarını kesti; kale ve kontlukları bir bir düşürdü; nihayet Hıttin'de Haçlıları ağır bir yenilgiye uğratınca, onların derlenip toparlanmalarına fırsat vermeden Kudüs'ü fethetti.
Parlak zaferlerinden dolayı, o bölgede yaşayan Araplar, Türkler, Kürtler Selahaddin'i kendi milletlerine ait saymaktadırlar. Söz konusu bölgedeki dillerin tamamını konuşan Selahaddin'i bir millete mal etmek yanlıştır. O dönemde asıl olan din olduğu için evliliklerle hepsi birbirine karışmıştı. Onun kendisini İslam'a vermiş bir Müslüman olarak bilinmesi yeterlidir; gerisi uzmanlık gerektiren bir husustur; tartışmaları da beraberinde getirir. Ondan bütün Hıristiyan tarihçileri sitayişle bahsetmekle yetinmediler, bazıları da onu Hıristiyan yapmanın lüzumunu duydular; ona dair yalanlar uydurdular. Güya o bir kontesin oğluymuş; deniz yolculuğunda fırtınaya tutulmuşlar; bulundukları gemi batmış; annesi boğulmuş, bir Müslüman kundaktaki Selahaddin'i kurtarıp Müslüman olarak büyütmüş, ölüm döşeğinde doğuştan Hıristiyan olduğunu öğrenince, tekrar asli dinine dönmüş.
4 Mart 1193'te elli beş yaşında vefat etti. Öldüğü zaman hazinesinde bir keten elbise, bir Suri dinar ve 40 Nasiri dirhemden başka bir şey çıkmaması onun yüceliğini göstermektedir. Önce Mansare Kalesi'ndeki evine defnedildi. Daha sonra oğlu El-Efdal, babasının naşını Emeviye Camii'nin yanına yaptırdığı türbeye nakletti. İbn Şeddat onun için şöyle der: "Tarih bilgisi kuvvetli, umumi kuvveti genişti. Meclisinde bulunanlar başkasından duymadıkları şeyleri ondan duyarlardı." Laene Poole'den Sir Hamilton Gibb'e kadar pek çok Batılı tarihçi onu övmek mecburiyetini hissetti. Poole'nin onun hakkını teslim etmek zorunda kaldığını şu cümlesinden de anlıyoruz: "Kudüs'ü alması ona dair bilinen tek şey olsaydı bile, bu onun kendi zamanının, belki de bütün zamanların en yiğit ve en geniş yürekli fatihi ilan etmek için yeterliydi." Gibb ise ahlakını öne çıkarmaktadır: "Selahaddin gerçekten de üstün askerî meziyetlere sahipti; fakat onun zaferleri diğer büyük sultanlarda çok az bulunan ahlaki niteliklerinin bir sonucuydu."
Alman Kayzeri II. Wilhelm bu bölgeye yaptığı gezi sırasında Şam'daki Emeviye Camii'nde bulunan Selahaddin'in kabrini de ziyaret eder. Onun adına bir ziyaret plaketi bastırarak; "Burada bütün zamanların en kahraman askeri Sultan Selahaddin'in mezarı önündeyim." diyerek ona hayranlığını ifade eder. Bilgili, yiğit, merhametli, adil ve üstün ahlaklı bir devlet adamı, düşmanı olabileceklere bile kendini övdürür. İyi bir kütüphaneci olan Cemal Toksoy Bey'i ve eşi Fatma Hanımefendi'yi kutluyor, çalışmalarının burada noktalanmamasını ümit ediyorum.