Ölümsüz Bilge Mevlana

0
1044
Mesnevi, Mevlânâ'nın en meşhur, önemli ve değerli eseridir. Aynı zamanda Mesnevi, klasik doğu edebiyatında bir şiir tarzının adıdır. Mesnevi'nin vezni; Fa i lâ tün –  Fa i lâ tün – Fa i lün şeklindedir. Mesnevi, altı cilt olarak Fars dilinde yazılmış, 25618 beyitten oluşmuştur. Mevlânâ Mesnevi'sinin kendine has bir yapısı ve kurgusu vardır. Hikâye içinde hikâyelerle hayata dair birçok mevzuyu ibretlik anlatımla sunar Mevlânâ. Mevlânâ, çağının insanını, hayatı, olayları, toplumları büyük bir derinlik, incelik, feraset, anlayış ve kavrayışla zevk ve estetiği etkin dil kullanımıyla harmanlayarak…

 

 

 

 

 

Mesnevi: Gönle Düşen Cemre
Mesnevi, Mevlânâ'nın en meşhur, önemli ve değerli eseridir. Aynı zamanda Mesnevi, klasik doğu edebiyatında bir şiir tarzının adıdır. Mesnevi'nin vezni; Fa i lâ tün –  Fa i lâ tün – Fa i lün şeklindedir. Mesnevi, altı cilt olarak Fars dilinde yazılmış, 25618 beyitten oluşmuştur. Mevlânâ Mesnevi'sinin kendine has bir yapısı ve kurgusu vardır. Hikâye içinde hikâyelerle hayata dair birçok mevzuyu ibretlik anlatımla sunar Mevlânâ.
Mevlânâ, çağının insanını, hayatı, olayları, toplumları büyük bir derinlik, incelik, feraset, anlayış ve kavrayışla zevk ve estetiği etkin dil kullanımıyla harmanlayarak çok özel bir eser oluşturmuştur. Bakışlarındaki mana zerafetinin hayatın içine işlenişi o kadar yalın, sade ve güzeldir ki; yüzyıllar sonra bile bugün o günlerde işlenmiş konuların günümüz toplumlarına ait farklılık kazanacak zenginlik sunduğu aşikârdır.
Mevlânâ'nın Mesnevi eseri; içinde bulunan birçok hikâyenin Mevlânâ'ya has güzel anlatımı sonrasında hikâyeden çıkarılan derslerle çok etkileyici bir özelliğe sahiptir. Hatta Ezop'tan Masallar'ın kaynaklarında bile bizim zengin kültürümüzün kullanıldığını biliyor muydunuz? Böyle bir güzelliği biz de sizlerle bir kez daha paylaşalım istedik.
Gönül iklimini çok güzel dokumuş gönül eri Mevlânâ'ya ait bu hikâyeler, okuyan herkesin 'hayatına farklı bir bakış' kazandırıyor! Mesnevi'den Hikâyeler, 'gönle düşen cemre' misali içimizde 'baharlar' açtırıyor! Bu baharlar 'hayatın yorumlanışı ve yaşanılışı'na dair bize ince ve manidar ipuçları veriyor.
Her hikâyenin birbirinden farklı konusu ve konuğu var. Hepsinin ayrı bir hikmeti ve güzelliği var. Bütün sunuşların da ayrı tadı ve lezzeti olduğu gibi.
Gönül penceremizle Mesnevi'yi ve Mevlânâ'yı hikayeleriyle paylaşmaya ne dersiniz?

 

Yılancının Duası

Hırsızın biri, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet gibi görüyordu. Yılan onu soktu, adam ağlayıp inleyerek öldü.
Yılancı, hırsızın cesedini görüp tanıdı.
– Onu benim yılanım öldürdü, dedi, bu adamı bulayım da yılanımı geri alayım diye dua edip duruyordum. Gönlüm, yılanımı bulmayı istiyordu. Allah'a şükürler olsun ki duam kabul edilmedi. Duamın kabul edilmeyişini kötü bir şey sandım ama aslında benim menfaatimeymiş.                                                                                   
İnsanın yaptığı nice dualar vardır ki, zarar ve ziyanın, mahvolmanın ta kendisidir. Allahu Teala onları kereminden kabul etmez.

 

Ağlayan Zahid

Bir zahide, dünya meşgalesine dalmış bir dostu:
– Az ağla ki gözün bozulmasın, dedi. Zahid, ona şöyle cevap verdi:
– İki şeyden başkası olmaz, göz o cemali ya görür ya da görmez.
Eğer Hakk'ın nurunu görürse ne gam, bunun için iki gözü feda etmeye değer. Yok eğer göremeyecekse, böyle gözün kör olması daha iyidir.Ağaç, ağlayan bulut sayesinde yeşerir. Mum, ağlamakla daha aydınlık bir hale gelir.

 

Ölümsüzlük Ağacını Arayan Padişah

Bilgili biri, temsil yoluyla:
– Hindistan'da bir ağaç var, meyvesini yiyen ne yaşlanır ne de ölür, der.
Padişahlardan biri bunu duyar, doğru sanıp bu ağacı bulmak ve meyvesinden yemek ister. Bunun için yakın adamlarından bilgili birisini Hindistan'a gönderir.
Adamcağız yıllarca Hindistan'da o ağacı arar. Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ, ne ova. Kime sorduysa:
– Bu adam deli mi ne, diye gülüp alay eder. Bazıları da şunu söyleyip istihza ederler:
– Ey akıllı kişi, senin gibi birisinin bu arayışında bir hikmet elbette vardır.
Bazıları işi daha da ileriye götürüp:                                                 
– Ey büyük zat, falan diyardaki ormanda yemyeşil bir ağaç var, pek büyük, pek dehşetli, her dalı koskocaman, derler.
Padişahın adamı kimden bir şey duysa aslını araştırmak için çabalar durur. Nice yıllar yollarda gezer, padişah da ona harcırah gönderir. Bu şekilde bir hayli dolaştıktan sonra ümitleri tükenir, aramaktan usanır. Padişahın yanına dönmek için ağlaya ağlaya yola koyulur.  
Döndüğü memlekette büyük bir alim, yüce bir şeyh varmış. Padişahın adamı ümitsiz bir halde:
– Önce onun tekkesine gideyim, istediğim olmadı, bari duasını alayım, der.
Gözleri yaş dolu halde şeyhin huzuruna varır. Şeyh:
– Ümidin yoksa bile söyle, der, neye kavuşmak istiyorsun?
– Padişah beni bir ağaç aramak üzere Hindistan'a gönderdi. Meyvesi ab-ı hayat. Yıllardır aradım, bir nişanesini bile bulamadım, ama niceler benimle alay etti, eğlendi.
Şeyh gülümseyerek dedi ki:
– Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir. Pek büyük, pek yüce bir ağaçtır o. Meyvesi ab-ı hayattır, ölümsüzlüktür. Sen görünüşe aldanmış, manayı yitirmişsin. Ona gah ağaç derler, gah güneş. O bire sayısız adlar gerek. Bir adam senin baban olur, ama başka birisinin de oğludur, bir başkasının kardeşi, öbürünün dayısı. Bir tek adam olduğu halde onlarca adı var. Bir vasfını bilen öbürünü bilmeyebilir. Kim "Bu ad doğru ad" diye isme yapışır onu ararsa ümitsizliğe düşer, perişan olur. İsmi geç, sıfata bak ki bu sıfat seni zata götürsün.

 

 

Kapıyı Çalan Dost

Bir adam, bir dostunun evine gelip kapısını çaldı. Dostu:
– Kapıyı çalan kim, diye sordu.
– Benim, dedi adam.
– Git, burası ham kişinin yeri değil! Hamı ancak ayrılık ateşi pişirebilir.
Adam çekip gitti, tam bir yıl ayrılık ateşiyle yandı. Sonra döndü geldi, dostunun evi etrafında dönmeye başladı. Ağzından edep dışı bir söz çıkmasın diye korku içinde kapıya yaklaştı, ürkerek çaldı. Dostu:
– Kimdir o, diye sordu.
– Ey dost, dedi adam, sensin.
– Madem ki bensin, ey ben, gel içeri. Ev dar, iki kişiye yetmiyor. İğneye geçirilecek iplik iki tane olunca geçmez. Kendi varlığını yok say ki dosta ulaşasın!
Hz. Süleyman (a.s.)'ı Gören Genç
Gencin biri su kenarında balık tutan birisini gördü.
– Bu, Süleyman (a.s.) olmalı, dedi, eğer Süleyman (a.s.) ise neden yalnız ve gizlenmiş, değilse ona bu kadar nasıl benziyor?
Gönlündeki bu şüphe devam etti durdu.
Nihayet onun tahtında oturan cin yıkılıp gidince, Hz. Süleyman (a.s.) yüzüğünü yine parmağına taktı, cinleri yine emri altında etrafına topladı. Halk onu görmek için kapısına geldiler, genç de onların arasındaydı. Süleyman (a.s.)'ın yüzüğünü parmağında görünce gönlündeki şüphe yok oldu.
Şüphe, işin gizli kapalı olduğu zamandadır. Gayba ait şey açığa çıkınca şüphe ortadan kalkar. Gayba imanın fazileti, görünen şeye imana nispetle yüz kattır, iman ve ibadet şimdi makbuldür, ölümden sonra her şey açığa çıkınca inanmak faydasızdır.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız