İlkçağ Yunanistan’ında tapınaklardan birinde dehşet verici bir olay olur. Tanrılar Tanrısı Zeus’un heykeli bir gece, gizli ellerce kırılır, paramparça edilir. Halk öfkelenir, homurdanmaya başlar. Tanrıların öç almalarından korkarak, heykeli kıran saygısız ve küstahın bir an önce yakalanıp cezalandırılmasını ister.
Kentin caddelerine tellallar çıkarılır. Haber her tarafa duyurulur. Suçlunun başına ödüller konur. Suçlu ise, yakayı ele vermek niyetinde değildir daha. Bir haftaya kalmaz, bir Tanrı heykeli daha parçalanır. Bunun üzerine halk galeyana gelir. Her tarafa nöbetçiler, gözcüler salınır. Ve üçüncü bir suçu işlemeye yeltenirken suçlu ele geçirilir. Kendisine sorulur:
GÜNGÖR ÖZYİĞİT
bilgi@gencgelisim.com
İlkçağ Yunanistan’ında tapınaklardan birinde dehşet verici bir olay olur. Tanrılar Tanrısı Zeus’un heykeli bir gece, gizli ellerce kırılır, paramparça edilir. Halk öfkelenir, homurdanmaya başlar. Tanrıların öç almalarından korkarak, heykeli kıran saygısız ve küstahın bir an önce yakalanıp cezalandırılmasını ister.
Kentin caddelerine tellallar çıkarılır. Haber her tarafa duyurulur. Suçlunun başına ödüller konur. Suçlu ise, yakayı ele vermek niyetinde değildir daha. Bir haftaya kalmaz, bir Tanrı heykeli daha parçalanır. Bunun üzerine halk galeyana gelir. Her tarafa nöbetçiler, gözcüler salınır. Ve üçüncü bir suçu işlemeye yeltenirken suçlu ele geçirilir. Kendisine sorulur:
“Bu korkunç suçun cezasını biliyor musun?”
Suçlu umursamaz, neredeyse yakalandığına memnun bir tavırla:
“Evet, biliyorum, öldüreceksiniz beni.” der.
“Peki, ölmekten korkmuyor musun?”
“Korkuyorum elbet.”
“Öyleyse, cezanın ölüm olduğunu bile bile niye işledin bu suçu?”
Suçlu birden kendine gelir, ciddileşir ve şunları söyler:
“Beni burada hiç kimse tanımaz; ben herkesin gözünde bir hiçim. Ve bütün yaşamım boyunca da hep hiç olarak kaldım. Hiçbir zaman beni başkalarından ayıracak, tanıtıp ünlendirecek bir iş beceremedim. Bundan böyle de becereceğimi sanmıyorum. Ölüp hepten hiç olmadan önce, öyle bir iş yapayım ki dedim, insanlar beni tanısınlar… Ve unutmasınlar.”
Bir an sustuktan sonra, şöyle noktalar sözünü: “Ancak unutulan kimseler ölür. Bence ölüm, ölümsüzlüğe ödenen küçük bir bedeldir.”
Tanınmak, Ama Nasıl?
Herkes, başkalarının ilgisini çekmek için çırpınır durur. Kendine “Ne olağanüstü insan!” dedirtecek şeyler yapmak, diğerlerinin gözünde değer kazanmak ister. Önemsenmek, ölümsüz olmak, öldükten sonra bile başkalarının gönüllerinde ve belleklerinde yaşamak insanların en büyük emelidir. Freud’un ‘Büyük Olma İhtiyacı’, Dewey’in ‘Değerli ve Önemli Olma İsteği’ dediği şey budur işte.
Çocuklara sorun bir büyüdüklerinde ne olmak istediklerini. Hemen hepsi tüm içtenlikleriyle, ünlü bir kişinin ismini vererek onun gibi olmak istediklerini söylerler. Nitekim yoksul, bakkal çıraklığı yapan bir çocuk, önemli olma isteğinin itişiyle bir gün Amerika Başkanı Lincoln olur.
İnsanları en lüks evlerde oturmaya, son moda giysileri giymeye, en yeni otomobili kullanmaya ve çocuklarını en iyi okullarda okutmaya yönelten yine aynı duygu ve istektir. Zenginleri, durmadan daha çok kazanmaya sürükleyen güdü, sadece maddi şeyleri elde etmek değil, daha önemlisi, lüks yaşamı, giyim kuşamı ve takıp takıştırdığı mücevherleri ile zenginliği teşhir etmek, insanların gözünü kamaştırmak ve o yolla saygınlık kazanma isteğidir.
Bilginlerin buluşlarında, düşünür ve sanatçıların yaratıcı eylemlerinde merak ve yaratıcı güdünün itişi kadar toplumun beğenisinin, övgü ve alkışının da önemli bir payı vardır.
Olumlu ve Olumsuz Çıkışlar
Zenginlerin tapınak, çeşme, hastane, okul, yol, köprü yaptırmaları, insanların hayrına vakıflar kurmaları, bilginlerin buluşları, yapıcı, yaratıcı yönlerini geliştirmiş sanatçıların çeşitli dallarda zamana dayanıklı kalıcı yapıtlar vermeleri, hep insanlığın yararına dönük duruşlarda önemli olma isteğini doyuran olumlu örneklerdir. Ne var ki, önemli olma isteği, insanlığın yükselmesini sağladığı gibi, bazen acı ve üzüntü verici durumlara da yol açabilir. Tanınmış bir devlet adamı olamayan, kalkar bir eşkıya olup çıkar ortaya.
Hepimiz okul yaşamımızdan biliriz. Sınıfta en çok dikkati çekenler ve tanınanlar, en çalışkan öğrenciler yanında en tembel ve haylaz olanlardır. Hayat okulunda da, yasal ve olumlu yönde ünlenenler yanında yasadışı yollardan, olumsuz işler yaparak, hatta etrafa dehşet saçarak sivrilenler çoktur. Böyleleri, sıradan insanın yapamadığını yapmaya cesaret etmekle kahramanlaşırlar bir bakıma. Başkaları da onları güçlü, önemli biri olarak algılar ve bir mafya babasına karşı gizli bir hayranlık besler.
Hastalıkla Ayrıcalık Kazanma
Bazı durumlarda önemli olma isteği, hasta olarak bütün ilgi ve sevgiyi üstüne çekme şeklinde görülebilir. Yalnızken sessizce yatıp uyuyan hasta, odada birilerinin varlığını fark ettiğinde hemen inlemeye, o yolla sevgi ve ilgi dilenmeye başlar.
Evlenmekte biraz geciktiği için evde kalma korkusuna kapılan güzel bir kadın, nihayet hastalanır. Kendini tamamen annesinin sevgisine ve ilgisine bırakır. Yaşlı kadın tam on yıl kızına bebek gibi bakar. Ve artık bu yükün altında dayanamayarak ölür. Hasta kız bir hafta sonra iyileşir ve nazlanacak, dayanacak kimse kalmadığından, kendi ayakları üzerinde durarak yaşamaya başlar.
Son Çare Delilik
Önemli olma isteği olumlu veya olumsuz yolda doyurulamadığında, insan son çare olarak deliliğe sığınarak kendince bir çözüm bulmaya çalışır. Ya şizofrenlerde olduğu gibi dış dünyayı toptan yadsıyarak sorunlardan hepten sıyrılmış olur.
Ya da kendi yarattığı bir dünyada kendine önemli bir yer ve rol vererek sorunu çözer. Paranoyaklarda olduğu gibi herkesten kuşkulanır.
Sürekli izlendiğini, gözlendiğini ileri sürerek dolaylı yoldan önemli biri olduğunu, herkesin onunla ilgilendiğini vurgular. Veya “Ben Napolyon’um!” diyerek, peygamber olduğunu iddia ederek, onu önemsemeyen, adam yerine koymayan insanlara karşı kendi önemini ve değerini abartılı bir şekilde belirtir.
Demek ki, önemli olmak, varlığı ile toplumsal çevrede yankı uyandırmak, kendinden söz ettirmek, hava kadar, su kadar, besin kadar önemli bir ihtiyaçtır.
Hiç şüphesiz, insan için en büyük acı, insanlar indinde ‘ha var ha yok’ olmak, unutulmuşluğun, hiçliğin uçurumuna itilmektir.
Önemli olma isteği ancak ‘pozitif yaratmalar’ diye niteleyebileceğimiz, başkalarının hayrına, yapıcı, yaratıcı yönde başarılarla sağlıklı bir şekilde doyurulabilir.
Bu başarılamadığında, aynı istek, ‘negatif yaratmalar’ diyebileceğimiz, başkalarının zararına olan kötü çıkışlarla veya delilikle giderilebilir.
Sorunun böylesine yaşamsal bir zorunluluk kazanması, önemli olmak isteğinin ne denli önemli olduğunu gösterir.
Ve bizi insan ilişkilerinde daha dikkatli, saygılı ve sorumlu davranma konusunda uyarır.
İnsanın Yeri ve Önemine Dair Öneriler
Kısacası insan, toplum içinde yerinin ve değerinin bilinmesini istiyor. Öyleyse, önce Tanrı’nın sevgisinden var edilmiş en yetkin eseri olarak, her insan kendinin ve diğer insan kardeşinin değerini ve önemini bilecek. Sonra, her biri diğerine, annenin evlâdına bakışı gibi, sadece gözüyle değil, yüreğiyle, yani sevgiyle bakacak.
Her insan, diğerlerinde kendine üstün, değerli bir taraf görecek. En yüksek mertebeye de erişse, testicinin marifetini testiciden öğreneceğini bilecek. Ve insanlar birbirlerinde gördükleri değerleri, güzellikleri dillendirecek, beğenilerini içtenlikle belirtecek, böylece birbirlerini överek yüceltecekler.
İnsanlar baş başa vererek, herkesin yapıcı, yaratıcı yönünü geliştireceği, özündeki güzellikleri gün ışığına çıkaracağı, değerini ve önemini olumlu bir biçimde göstereceği sağlıklı bir toplumsal düzeni, özgür bir ortamı sevgi temeli üzerine elbirliğiyle kuracak. İşte o zaman her birimizin özündeki Tanrısal taraf ışıyacak.
Yıllar önce gökyüzünün yıldızlı bahçesinden derlediğim şu birkaç dize yeryüzünde gerçekleşecek:
Bize de bir gök verilse hani
Öyle özgür, mavi
Kim bilir ne yıldızlar parlar,
Ve insanlar hep birlikte, top yekûn
Işıklı bir bütün
Bir Ufaklığın Tüm Serveti
Çok ünlü ressamlardan biri büyük bir sergi açar. En önemli eseri için aldığı onca teklife rağmen onu kimseye satamaz. O sırada abisine hediye almak isteyen bir ufaklık yanaşır ressamın yanına. “Bu resmi çok beğendim. Bu kadar param var, yeter mi?” der ve ufacık avucunu uzatır.
Ressam pakete büyük bir itinayla sardığı tablosunu ufaklığa emanet eder… Arkadaşları feryat etmektedirler. Onca teklifler, ne zenginlerden paha biçilmez öneriler gelmiştir. Eserini bu kadar paraya bu küçük çocuğa satmasına akıl erdiremezler. Ressamınsa çok kısa bir cevabı vardır: “Evet, eserim için şimdiye kadar paha biçilmez tutarlar teklif edildi. Ama hiç kimse tüm servetini önüme sermedi.”