Hoşgör Sen

0
952

Yahya Bey, milli eğitimin çeşitli kademelerinde otuz yıl hizmet etmiş ve emekliye ayrılmıştı. Oğlunu ve kızını evlendirdikten sonra kendisi gibi emekli eşiyle birlikte hayatın tadını çıkarmak istiyordu. Emeklilik yaşamında olsa bile birazcık kendisi için yaşamak istiyordu…

 

 

 

 

 Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA

Yahya Bey, milli eğitimin çeşitli kademelerinde otuz yıl hizmet etmiş ve emekliye ayrılmıştı. Oğlunu ve kızını evlendirdikten sonra kendisi gibi emekli eşiyle birlikte hayatın tadını çıkarmak istiyordu. Emeklilik yaşamında olsa bile birazcık kendisi için yaşamak istiyordu. Ancak yaşamdan beklentiler ile hayatın gerçekleri her zaman birbiri ile örtüşmüyordu.
    Bugün bayramın ikinci günüydü. İlk gün, çocuklar ve torunlar gelip ellerini öpmüşlerdi. Evin içi bir anda cıvıl cıvıl olmuştu. Bugün de eşi Neriman Hanımla birlikte akraba ve dostları ziyaret etmek istiyordu. Neriman Hanım, Yahya Bey’den köşedeki pastaneye kadar gidip hediyelik pasta almasını istedi. Kardeşi Numan Beylere, eli boş gitmek istemiyordu.  Yahya Bey, evden çıktı ve pastaneye doğru yönelip birkaç adım atmıştı ki, bir gürültü duydu. Bu ses, trafik kazasına ait bir gürültüydü. Işıklı kavşakta, kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklemeden sarı ışıkta hareket eden bir araç ile kendisine kırmızı ışık yandığı halde kırmızıyı görmezden gelen başka bir sürücüye ait otomobil hızla çarpışmıştı.
    Birbiri ile çarpışan araçlardan sürücüler ve yolcular inerek birbirlerine bağırmaya başladılar:
    -Ya abi kör müsün ya! Kırmızı ışıkta geçilir mi ya?
    – Ne kırmızısı kardeşim? Ben geçtiğimde yeşildi. Asıl sen kırmızıda çıktın!
    – Pes yani abi ya pes! Hem kırmızıda geçiyorsun hem bizi suçluyorsun.
    – Ne suçlaması kardeşim? Ben gerçeği söylüyorum. Sana kırmızı yanıyordu. Yeşil olmadan geçtin.
    – Abi hem suçlusun hem güçlüsün, bu yaptığın ayıp ya!
    – Terbiyesizleşme kardeşim! Senden mi öğreneceğiz ayıbı?
    – Sen bana terbiyesiz diyemezsin, asıl sensin terbiyesiz.
    – Aaaaa! Ufaklığa bak ya! İki tane çakıcam şuna adımız çocuk dövdü olacak…
    – Hey babalık! Sen kime çakıyosun? Asıl ben sana çakıcam ama bir çaksam yarısı boşa gider…
    ……
    İki sürücü, medeni insanlara hiç yakışmayan hele hele bayram gününe hiç mi hiç yakışmayan bir üslupla birbirlerine bağırırlarken, diğer sürücüler ve yayalar her ikisini de sakinleştirmeye çalıştılar. Kazanın, herkesin başına gelebileceğini ama bu şekilde kavganın çok yersiz olduğunu anlatmaya çalıştılar.
    İnsanların,  çevresine gelip kalabalık bir ortam oluştuğunu gören kazazedeler, kendilerini haklı çıkarmak için daha çok bağırmaya başladılar. Bu arada, şehir trafiğinin önemli bir yükünü kaldıran kavşakta araçlar mecburen bekleyince konvoy oluşmuş, sürücüler bağırmaya ve korna çalmaya başlamışlardı. Hem de ne korna!
    Sahi, şehir trafiğinde her kornanın farklı anlamı var değil mi? Örneğin kısa bir “düt” şeklindeki korna çok farklı anlama gelebilir. Korna çalan kişi, tebessüm ederek “düt” diyorsa bu bir selam olabilir. Ya da karşı sürücüyü veya yayayı uyarmak için “düt” demiş olabilir. Eğer korna sesi “düüüt” şeklinde biraz uzatmalı olmuşsa, muhtemelen bu bir uyarıdır. “Dikkat et, bak kızıyorum ha!” anlamına gelebilir. Şayet düğün konvoyunda falan değilseniz ve hatalı bir pozisyondaysanız karşı taraftan bir  “düüüüüüüüüüüüüüt” şeklinde korna sesi almışsanız ve kornaya basan sürücünün yüzünde öfke varsa emin olun, bu kornanın anlamı hiç iyi değildir. Yani bu kornanın anlamı “biiiiiiiiiiiiipp” gibi bir şeydir. Kaza yapan iki sürücünün bekleyişi uzadıkça arkadaki araçlardan, “düüüüüüüüüüüüüüüüüüt” şeklinde kornalar duyulmaya başlandı.
    Bağrışma ve korna seslerinin arasında galiba bir kişi polisi arayarak yardım istemişti. Uzunca bir süre geçtikten sonra trafik polisleri geldiler ve ellerindeki tutanaklara kaza ile ilgili bilgileri yazmaya başladılar. Polis geldikten sonra çevredekilerin bir kısmı dağılmaya başladı. Bir kısmı ise yerli dizi izler gibi olayı izliyordu. Kaza raporu hazırlandıktan sonra çekici geldi ve araçları götürdüler. Taraflar, birbirinden şikâyetçi idi ama işin ilginç yanı kazadan dolayı değil birbirlerine hakaret ettikleri için şikâyetçi olduklarını ifade ediyorlardı. Araçlar gittikten sonra polisler, sürücüleri de karakola götürdüler ve kavşaktaki trafik normale döndü.
    Yahya Bey, gözünün önünde cereyan eden olayları ve konuşmaları üzüntüyle izledi. İnsanların birbirlerine bağırmaları, hakaret etmeleri hatta küfür sözler söylemeleri ve bütün bunları çok normalmiş gibi yapmaları… Hepsi bir trafik kazasının sonucuydu. Araçların çarpışması bir trafik kazasıydı ama insanların hali, daha çok bir davranış kazasıydı.
    Normal zamanda bile bu şekilde konuşma ve davranış biçimini anlayışla karşılamak mümkün değildi. Ama bugün bir de bayramdı. Bayramın hatırına olsun birazcık sabır ve hoşgörü olamaz mıydı? Olmuyordu işte. Yahya Bey, çok soğukkanlı bir insan olmasına rağmen bu gürültünün içerisinde o da gerilmişti. Nihayet pastaneye kadar varıp Neriman Hanım’ın siparişini aldı ve eve zor ulaştı. Kapıyı açan Neriman Hanım hemen sordu:
    – Çocuk gibisin be adam! Bir pasta alamaya gittin iki saat gelemedin. Az daha gelmesen arkanı aramaya gidecektim.
    – Gelseydin ya hanım! Ama biz dünyaya yanlış zamanda gelmişiz sanırım.
    -Yine ne oldu şimdi?
    – Seni bilmem ama bana göre bu dünyanın çivisi çoktan çıkmış. Dünya çok değişmiş be Neriman! Bir trafik kazası oldu, koca koca adamlar birbirine söylemediğini bırakmadılar yahu!
    – Değişen dünya değil aslında. İnsanlar değişiyor, biz değişiyoruz. Neyse hadi çıkalım çok geciktik zaten.
    -Tamam çıkalım bakalım. Çıkalım da sen de gör trafik kazasını pardon davranış kazasını.
    Son model teknoloji, araç ve gereçler insanoğlunun hizmetine sunuldukça, insanların yaşam standardı yükseliyor ve haliyle daha hoşgörülü olunması bekleniyor. Ama beklenildiği gibi olmuyor. Sabır ve hoşgörü kavramları sözlük içinde hapis kalıyor adeta.
Kişisel gelişimi milli ve manevi değerlerimizle buluşturduğumuz zaman daha anlamlı bir çalışma yapmış oluruz. Ve bizim değerlerimizde hoşgörü ve sabır örneği çok fazla tablo mevcuttur. Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Hacı Bektaşi Veli gibi… Örnek karakter çok ama biz örnek almasını bilirsek daha kıymetli olur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız