Bak kızım, öyle her şeye diklenmeyeceksin. Bazen kocanın dediği olur bazen de senin dediğin olur. Hayatı paylaşırken, fedakârlık yapmak şart. Sevgini, saygını eksik etmeyeceksin. Evlenme çağına gelen torunu, babaannesinin sözünü…
Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
yusufyesilkaya@gmail.com
Babaanne, delikanlı torununa mutlu evliliğin yollarını anlatıyordu:
-Bak kızım, öyle her şeye diklenmeyeceksin. Bazen kocanın dediği olur bazen de senin dediğin olur. Hayatı paylaşırken, fedakârlık yapmak şart. Sevgini, saygını eksik etmeyeceksin.
Evlenme çağına gelen torunu, babaannesinin sözünü kesti:
-Babaanneciğim, dedemle siz kaç senedir evlisiniz?
-Kırk seneyi geçtik.
-Ne kadar güzel! Ben seni dedemle kavga ederken hiç görmedim. Bu mutluluğun sırrı nedir?
-Bak işte o ayrı bir konu.
-Nasıl yani?
-Anlatayım kızım. Deden beni karşı köyden gelin aldı. Üç beş parça eşya ile birlikte beni ata bindirdi. Karşı köy dediysem mesafe çoktur, yakın yer sanma. Köyden çıktık, gelirken atla, dereden bu tarafa geçmek gerekti. Hayvancağız suya girmek istemedi. Deden kaşlarını çattı ve hayvana doğru yöneldi:
-Bu bir! Geç şu dereden!
At işi inada bindirdi. Suya girmedi. Deden ses tonunu biraz daha yükseltti:
-Geç şu dereden, bu ikiii!
At huysuzlanmıştı bir kere. Deden inat etti, at inat etti. Hayvan suya girmedi. Aslında derin de değildi ama at suya girmedi. Deden ata doğru yöneldi ve çok sert bir şekilde bağırdı.
-Bu üüüüç! Geç artık şu dereden.
At geçmedi. Deden omzundan Kırıkkale tüfeğini indirdi ve atı vurdu. Zavallı hayvancağız, yere yığılırken ben de atın üzerinden indim. Bu yaptığı için dedene çok kızmıştım. Ama daha taze gelinim. Sesimi yükseltemedim. Kısık sesle:
-Yazık değil mi hayvancağıza. Hem bu eşyaları nasıl götüreceğiz. Yaptığını beğendin mi?
Deden bana doğru döndü ve sert bir şekilde:
-Bu biiir! Dedi.
O gün bugündür dedenle gül gibi geçinip gidiyoruz. Ben bir daha dedene hiç karşı gelmedim. Deden de “iki” demedi.
Ataerkil bir toplum yapısına sahip olduğumuzu, bu nedenle ilişkilerde erkeğin biraz daha baskın olduğunu ifade etmeye gerek yok sanırım. Ancak her ne koşulda olursa olsun uygulanan şiddetin savunulacak hiçbir yanı yoktur. Şiddet, kime ve ne amaçla olursa olsun makul bir yöntem değildir.
Şiddet ya da sindirme politikaları ile çevremizdeki insanları bize karşı sadece bağımlı yapabiliriz ama bağlı yapamayız. Bağımlı olmak ile bağlı olmak arasında çok fark vardır. Aile bireylerimizi kendimize bağımlı yaparsak, o bağımlılığı gerektiren nedenler ortadan kaybolduğu takdirde bağımlılık biter. Lakin bağımlı olmak yerine aileye karşı sadakati ve bağlılığı gerçekleştirebilirsek, bu bağlılık kalıcı olur. Bağımlılık; para, araba, harçlık, yardım gibi daha çok nesnel unsurlara endeksli olduğu halde bağlılık duygularla alakalı bir durumdur.
Eşimiz ve çocuklarımız, ailemize sadakatle yaklaşırken, dürüstlükten taviz vermeden aile ilişkilerini sürdürebiliyorlarsa bu çok güzel bir şeydir. Aile bağlarını önemsiyorlarsa, bizi ve diğer aile bireylerini koşulsuz sevebiliyorlarsa, sevinçte ve kederde duygu birliği yaşanabiliyorsa; ailemiz harika bir ailedir. Ve bu ailenin sırtı kolay kolay yere gelmez.
Ancak eşimiz, bizden çekinerek, yanlış yapmaktan korkarak bu ilişkiyi sürdürüyorsa, sorumluluklarını yerine getirmediği zaman şiddet göreceğini biliyorsa, yuvasına sahip çıkmadığı zaman kötü sözler işitip hakarete uğrayacağını düşünüyorsa ve bu duygularla bize saygılı davranıp, çocuklarımıza sahip çıkıyorsa bu çok anlamlı bir davranış değildir. Kendisini korumak için saygılı bir tavır geliştiren hayat arkadaşımızı suçlamak yerine, ailemizi korku ve şiddete maruz bıraktığımız için kendimizi sorgulamalıyız.
Avrupa’daki yurttaşlarımıza verdiğim “Aile İçi İletişim Becerileri” konulu seminerde gurbetçilerimize şu soruyu sordum:
-Çocuklarınızın yanında eşinize sarılıp, eşinizi öpebilir misiniz?
Aldığım cevap, ağırlıklı olarak olumsuz yöndeydi. Nedenini sordum. Ayıp olduğundan, toplum yapımıza uygun bir davranış biçimi olmadığından bahsettiler. Bir soru daha sordum:
-Çocuklarınızın yanında birbirinize bağırıp kızdığınız, hatta bir iki tane vurduğunuz oluyor mu?
-Eh bazen, vurduğumuz pek olmasa da zaman zaman bağrışmalar, kavgalar oluyor.
Can alıcı soruyu sordum:
-Çocukların yanında birbirimize sarılıp öpmek ayıp da kavga etmek, bağırıp çağırmak hatta şiddet uygulamak ayıp değil mi?
Başlar öne eğildi. Amacım insanları utandırmak, hatalarını yüzlerine vurmak değildi. Ancak içlerindeki, sahip oldukları değerler sistemini sorgulamalarını istedim. Ve katılımcıların gözlerinden, yürekleri ile sözlerimi onayladıklarını hissettim. Salonda duygusal bir hava esmeye başlamıştı. Çünkü gurbet ellerde, o kadar çok parçalanmış aile ile karşılaştım ki, aile konusunda yapılan konuşmalar onların kulaklarına değil direk kalplerine etki ediyordu.
Çocuklarımız, bizim canımızdan kanımızdan parçadır. Onların iyiliğini istemek ve onların yararına çalışmak ebeveynler için hak olmanın ötesinde görevdir. Ancak kendi çocuklarımıza bile demokratik aile ortamında sorumluluklarını kavratıp, bilinçli aile bireyleri olarak yetiştirmek, emek ve eğitim istediği için zorumuza gider. Biz de işin kolayını tehdit ve rüşvetle öğretmeye çalışarak buluruz. Nasıl mı? Çocuklarımızdan derslerine çalışmalarını ve başarılı olmalarını isteriz. Öncelikle ödül adı altında rüşvet gösteririz.
-Eğer, yarınki sınavdan beş alırsan istediğin filmi izlemeye götürürüm.
Çocuğumuz beş alarak başarılı olursa sözümüzü tutarız ve sinemaya götürürüz. Ya beş alamazsa, ya başarısız olursa… O zaman ufaktan ufaktan harçlıktan kesmeye, tehditler savurmaya başlarız.
-Bak kızım, eğer karnende zayıf not görürsem kafanı kırarım.
Yok canım, biz demokratik aileyiz. Öyle şeyler söylemeyiz. Hem kafa kırmak, göz çıkarmak bize yakışmaz” diyorsanız sizi kutlarım. Ama sabır düzeyinizi lütfen kontrol ediniz. Başarısız sonuçlar devam edecek olursa sabrınız tükenecek gibi olur.
Evliliği, ben ve senden başlayarak biz olma sürecine doğru giden bir yol olarak tanımlayacak olursak; ilerleyen yıllarda benden ve senden ödün vererek biz olabilmişsek ne mutlu bize! Ancak, ben olduğu yerde duruyor, sen ise yok olmaya yüz tutmuşsa; yani biz yerine beni koymuşsak çok adil olmayan bir tutum sergilememişiz demektir. Biz yerine beni ya da seni koymak konusunda ısrar edecek olursak ya evliliği bitiririz ya da eşimizde mevcut olan sen özelliklerini öldürmüş oluruz.
Seminerlerimde ve yazılarımda sürekli kullandığım bir kavramı sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum. Kazak ya da kılıbık olmak marifet değil. Aile içindeki konumumuzla kimseye övünmek ya da yerinmek durumunda değiliz. Biz kalbi ılık insanlar olalım ve mutluluğumuza sahip çıkalım. Evimize girip kapıyı kapattığımız zaman, bizimle alay edecek veya bizi yüceltecek insanların dışarıda kaldığını ve dışarıda kalması gerektiğini unutmayalım.
Kayseri’nin Yahyalı İlçesi’nde Taşhan Köyü’nde ikamet eden Mümin Eminoğlu isimli çok değer verdiğim bir dostumdan duyduğum çok hoş bir sözü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Sac düzelir hamur tükenir, geçim düzelir ömür tükenir.” Ömür tükenmeden geçimi düzeltebilirsek, huzuru ve mutluluğu yakalayabilirsek asıl başarımız bu olacaktır.