Elbette göl maya tutmaz, sadece ümit yeşertir. Beton duvarlar arasında çiçek açmaz. Sadece insanın umudu filiz verir. Evet sevgili okur, bu yazıyı senin sorun bitirir ancak, ne demiştin son tahlilde: 'İyi de hani iğde?'Bendeniz üçüncüsünü…
Yazar : Hüseyİn Akın
huseyinakin@yahoo.com
Elbette göl maya tutmaz, sadece ümit yeşertir. Beton duvarlar arasında çiçek açmaz. Sadece insanın umudu filiz verir. Evet sevgili okur, bu yazıyı senin sorun bitirir ancak, ne demiştin son tahlilde: 'İyi de hani iğde?'
Bendeniz üçüncüsünü hafif sıyrıklarla atlatmış iki ihtilal çocuğuyum. Gençliğim de çocukluğum gibi daha ilk hamlede kırılan bir iğde dalıdır. Bu yüzden iğde benim dünyamın en tedirgin yemişidir. Gülmenin rahle-i tedrisinden onunla geçtim. Çocukken mahalle bakkalımızın kapısı önünde iki çuval dikkatimi çekerdi. Bu torbalardan biri ağzına kadar keçiboynuzu, diğeri ise iğde ile doluydu. Öyle korunaksız bir yerde dururdu ki bu torbalar gelip geçen haram helal dinlemez, avucunun derinliğince nasibine ne düşerse alıp çıkardı. Bakkal sahibi bu arsızlığa bir şey demezdi. Ne yalan söyleyeyim, ben de bu kapı önündeki iğde ve keçiboynuzu torbasını birkaç kez yoklamışımdır çocukluğumda. Sanki meyveliği henüz tescil edilmemiş, test edilmek için halk beğenisine sunulmuş yemişlerdi bunlar.
Ne zaman parayla iğde almaya kalksam bakkal sahibi kağıt külahı ağzına kadar doldurur, bu kadri kıymeti bilinmeyen meyveyi biraz da acıyarak döke saça yerdim. Yerdim yemesine de bu tattan fazla bir şey anladığım söylenemezdi. Bu durumu (ben bu iğde tadından bir şey anlamıyorum'u) iğde yeme konusunda tecrübeli ağbilerden birine sorduğumda şöyle demişti: "İğdeden bir şey anlamak için ona dikkat kesilmek gerekir." Yani demek istiyordu ki bu bay tecrübeli iğde yiyicisi, iğde yerken sadece dil ve damak faal olmalı, ne diş ne dudak ne de yol gösterici bir ayak gerekmez. Hele hele gülmek ve konuşmak aklından bile geçmemeli insanın. Bizim kuru yemiş niyetine yediğimiz bu meyveyi Ruslar ve İngilizler zeytin niyetine yiyorlar. İngilizlere göre iğde oleaster (yabani zeytin), Ruslara göre ise Russian olive (Rus zeytini) olarak biliniyor. Benim doğduğum topraklarda (Sinop) bu ağaca rastlanmaz. Bu yüzden ben ilkokul çağlarında İstanbul'a gelişimizle bu ağacın kokusundan önce meyvesiyle tanıştım. Ama anlatanlara bakılırsa insana bahar aşkı, yaşama sevinci aşılayan bir tarafı varmış kokusunun. Ah keşke bu kent meyvelerini bir de kokusuyla birlikte satsalar! Rayihasını ağacında terk eden bu meyvenin tadı da orada, o çocukluk günlerinde kaldı. Kokusu ve tadı kadar ağacıyla da iğde efsanevi bir özelliğe sahiptir. Bazı yörelerde iğde ağacı Hz. İbrahim'i yakmak için hazırlanan ağaçlardan sayıldığı için uğursuz kabul edilirken kimi yörelerde ise tam tersi bir anlam atfedilerek kutsal bilinip nazarlık yapımında kullanılır.
Eğri Büğrü ama Fedakar İğde Ağacı
Söylenceye göre, Nemrut, Hz. İbrahim'i ateşe atmaya karar verir. Büyük bir ateş yaktıracak ve İbrahim'i içine atarak diri diri yakacaktır. Nemrut'un adamları ateşin yakılabilmesi için ağaç toplamaya başlarlar. Fakat pek çok ağaç böyle uğursuz bir iş için yanmaya razı olmaz. Ateşin büyük olması için odun toplayıcılar uzun ve düzgün ağaçları tercih ederler. O zamanlar uzun ve pürüzsüz olan iğde ağacı bu işe gönüllü olarak talip olur. Çevredeki iğde ağaçlarını keserler ve ateşe atarlar. Bir ara ateş o kadar büyür ki Hz. İbrahim'i atmak için yanına yaklaşamazlar. Hemen bir mancınık hazırlayıp İbrahim'i onun vasıtası ile ateşe atarlar. İbrahim'in düştüğü yerin güzel bir bahçe, ateşin göl ve odunların balık olduğu hepimizin bildiği şeyler. Ama ya iğde ağaçları?.. Evet, o günden sonra iğde ağaçlarının ne düzgünlüğü kaldı ne de dikensizliği… Bugün de iğde ağaçları eğri büğrü ve dikenlidir. Bu yüzden de yakılmak için pek tercih edilmez. Çünkü Hz. İbrahim, iğde ağacının fazla ısı vermesi karşısında Allah'a yalvarmış ve bu ağacın cezalandırılmasını istemiştir. Bu yüzden iğde ağacı eğri büğrü ve dikenlidir. Bu bilgileri halk bilimci Saim Sakaoğlu'nun '101 Anadolu Efsanesi' adlı kitabından öğreniyoruz. Bir ağacın ne uğursuz oluşuna ne de lanetlenip cezalanmasına aklım ermez. Açıkçası bu tarz yorumlara ne itibar eder ne de sağlıklı bulurum. Ama ne de olsa efsane.
İyi de Hani İğde?
İğde sadece iğdedir, onu başka meyvelerle karıştırmaya kalkmayın. Biraz hurma biraz da hünnap meyvesini andırdığına bakmayın, o kabukla çekirdek arasına kısılıp kalmış tadımlık bir çeşnidir ki dünya lezzetlerinin ne denli geçici olduğunu anlatır. Hiçbir meyve tabiatta boş yere var değildir. İğde de öyle. Yenirse böbreklere, öksürüğe, egzamaya, kaynatılarak suyu içilirse bağırsak bozukluklarına deva olur. Şayet yemeyi değil sadece koklamayı düşünüyorsanız, bu da az bir şey değil. Bu ağacın haziran ayı başlarında açan çiçeklerinin kokusu zihni açar ve hafızayı kuvvetlendirir. Çiçeği, meyvesi ve kokusu o denli etkileyici olmasına rağmen nedense türküler onun daha çok dallarından bahseder. Göğe değil yere doğru uzayıp büyüyen eğri büğrü dallarından. Bir Kütahya türküsü de aynı daldan bahsedip aynı telden çalar: "İğdenin dali, iğdenin dali/ yerde değil mi (Aman a yarim) yerde değil mi/ Senin de gönlün bende değil mi (Aman a yarim) ben de değil mi (Aman a yarim)." Manisalılar da türkülerini gevrecik iğde dalına kurmuşlardır. İğdenin dalını kırılmaktan koruyan biraz da bu türkünün güzel havasıdır: "İğdenin dalı gevrecik olur kırılıverir (Ay Anam) kırılıverir/ Ellerin oğlu pek kurnaz olur sarılverir (Ay Anam) sarılıverir."
Anadolu kızının yere düşen bakışını da uzun arayışlardan sonra bir Çorum türküsünün ikinci dizesinde buluyoruz: "İğdenin dalları yerdedir yerde/Gız siyah kekilin yüzüne perde/ Irast gelir isek bir tenha yerde/ Söz almadan salar mıyım ben seni"
Haklısın sevgili okur, elbette göl maya tutmaz, sadece ümit yeşertir. Beton duvarlar arasında çiçek açmaz. Sadece insanın umudu filiz verir. Evet sevgili okur, bu yazıyı senin sorun bitirir ancak, ne demiştin son tahlilde: 'İyi de hani iğde?'