EVLİLİK Cennet ve Cehennemin Bitmeyen Dansı

0
982

Evlilik realitesi; akılları fırtınalı sulara sürükleyen, beynin sağ ve sol loblarını birbirine gıcık eden, ruhsal açıdan insanları Karun kadar zengin veya Medine dilencilerini kıskandıracak kadar ‘muhannete muhtaç’ eden, kimin icat ettiği bilinmeyen ama icat edenin de büyük bir çoğunluk tarafından makbul adam sayılmadığı bir kurumdur güzel ülkemizde…
Her kurum gibi, aile de işlevlerini yerine getirmeye çalışır. Hayali olarak atanmış bir Aile Reisliği makamı hemen hemen her fırsatta darbeler, ihtilaller ve ayaklanmalar ile sarsılır; ama kurumun bekası ve ‘el alem’e rezil olmamak’ adına, genelde göstermelik bir saygı ve ritüeller bütünü, kurum dışında mutlaka yerine getirilmeye çalışılır.

 

 

ERGUN ACEHAN
eacehan@mynet.com

 

Evlilik realitesi; akılları fırtınalı sulara sürükleyen, beynin sağ ve sol loblarını birbirine gıcık eden, ruhsal açıdan insanları Karun kadar zengin veya Medine dilencilerini kıskandıracak kadar ‘muhannete muhtaç’ eden, kimin icat ettiği bilinmeyen ama icat edenin de büyük bir çoğunluk tarafından makbul adam sayılmadığı bir kurumdur güzel ülkemizde…

Her kurum gibi, aile de işlevlerini yerine getirmeye çalışır. Hayali olarak atanmış bir Aile Reisliği makamı hemen hemen her fırsatta darbeler, ihtilaller ve ayaklanmalar ile sarsılır; ama kurumun bekası ve ‘el alem’e rezil olmamak’ adına, genelde göstermelik bir saygı ve ritüeller bütünü, kurum dışında mutlaka yerine getirilmeye çalışılır.

‘Bizim Bey’ payesi, kadının erkeğe taktığı hayali bir madalyadır ve ‘bizim bey’ karakteri, onun olmadığı ortamlarda Hacivat ve Karagöz sahnesi gibi açılır ve dönüşte toplanır. Kadın gezmeleri, bu hayali ‘bizim bey’ kahramanlarının güçlerini, düşlerini, aşklarını (yani eşlerini!!!) gösterdikleri bir arenadır. Bu arenadan zaferle ayrılan her kadın, evde kendisini bekleyen kocasının ürettiği masal kahramanına uymadığını bilir. Ama varsın olsun! O, en azından belli bir süre de olsa uğruna savaşlar açılan bir prenses olmanın lezzetini tatmıştır ya!

Zaman geçer… Mutluluk oyununda oyuncular, mutlak suretle rollerini iyi oynamaya çalışırlar veya en azından denerler. Erkekten beklenen otorite, ihtiyaçları karşılamak üzere oluşturulmuş ve sadece umulanın verilmesi üzerine kurulmuş bir otoritedir. Her kadın çocukluk, sonra genç kızlık zamanından başlamak üzere kafasındaki erkeği modeller. Bu model önce ‘Baba’dır. Baba kendini düşmanlardan koruyan, Tanrı’nın kendisine armağan olarak gönderdiği insan kılığında bir melektir. Baba her zaman kendisi için oradadır ve onu korumaya ve kollamaya hazırdır. Çocuk yaşta oluşturulan bu fikir, yaş ilerledikçe yerini gerçeklere bırakmaya başlar. Kendisini bekleyen üç senaryo vardır:

BİRİNCİ SENARYO: Zengin ve variyetli bir aile, maddi ihtiyaçları sonuna kadar karşılanan aile bireyleri… Fakat, bu maddi ihtiyaçlar temin edilirken beraberinde duyguların oluşması ve güçlenmesi için gerekli olan zemin, yani zaman yok. Konuşmak, dinlemek, anlamak için zaman yok. Çünkü ihtiyaçlar var. İyi bir araba lazım, iyi bir ev, yeni model plazma televizyon, çocuğun kolej parası, hanımın giysileri… Erkek otoritedir. Para kazanan, ailesinin geçimini temin eden, ara sıra onları gezmeye götüren ama var olduğunu manevi olarak hissettirmekten çok uzak bir erkek… Korkunun doğurduğu saygıyla kadın elindekileri kaybetmek istemez. Varsın kocasının başka arkadaşları olsun, varsın işten eve geç gelsin. Aç olarak yaşamaktan daha mı kötüdür? Hele kadının işi yoksa, maddi olarak bağımlı ise… Kız çocuk yaşananları görür büyüdükçe kendisine acı vermeye başlar tüm bunlar. İyi kalpli melek baba, şimdi zavallı annesine eziyet eden bir zebanidir. Annesi ona saçını süpürge etmiş, ama o her fırsatta onun kadınlık gururunu ayaklar altına almıştır. Kız biraz daha büyür ve babasının ona sağladığı imkanları kullanmaya başlarken son model cep telefonları, en iyi okullar, giysiler ve para çokgeninde doğru ve yanlış yer değiştirmeye başlar.
Evet, maddiyat önemlidir ve belki annesi de hata yapmıştır babasına karşı. Ve aslında babası hiç de kötü bir adam değildir. Kötü bir adam olsa ona bütün bu imkanları sağlar mıydı? O da annesi gibi kendini müstakbel eşine hazırlayan ve toplum denilen ortak aklın içinde kendi aklını emanet vermenin huzuru ile iyi bir anne ve eş adayıdır artık. Dönüşüm tamamlanır, koza yırtılıp içinden kelebek çıkması beklenirken, kanatları olup uçamayan bir tırtıl ortaya çıkar. Amacı doymak ve doyurulmak olan bir tırtıl… Koza parçalanmış ve düşleri de içine alıp kelebeğin uçması gereken ufuklara kendini çoktan bırakmıştır.

İKİNCİ SENARYO: Sadece dış güzelliğe bakılarak yapılan veya aile zorlamaları ile meydana gelen evlilikler… Her evlilik gibi başlar bu evlilikler. Eğer çiftler birbirlerine aşık olarak evlenmiş ise ve erkeğin maddi durumu iyi değilse, ‘cicim’ ayları son hızla kendini tamamlar. Para ortak konudur. Geçim derdi iliklere işleyen bir kanser gibi aileyi sarmaya başlar. Bu arada, önceleri pek de düşünülmeyen bir alternatif kendini göstermeye başlar: kadının çalışması. Kadın ailesinde görmediği bu çalışma durumuna önceleri istemeyerek karşı çıksa da, mecburiyetler ağırdır ve o da kendini bu yükün altında bulur. Yükü paylaşım noktasında, para kazanıldıkça, derinlerde yanmakta olan alev sıcaklığını günden güne daha da artırarak hissettirmeye başlar. O artık vardır. Edilgen bir birey değildir. En önemlisi, elinde her zaman kullanacağı bir kozu vardır. Büyüyen huzursuzluk içerisinde artık şiddet de vardır. Her ne kadar aile içerisindeki güç dengeleri çoktan değişmiş olsa da, toplumsal yaptırımlar yine de bir ‘Dövlet Baba’ görmek ister.
Öfke bu evin duvarlarına sinmiş, anlayamadıkları bir sevgisizlik her yanı kaplamıştır. Koca önce şahsiyetini, sonra kimliğini ve en sonunda anlamını yitirir. Sözler artık ağızlardan çıkmamakta, ruhların en gizli yerlerine büyümüş irinlerinin zehirlilerini kusmaktadır. Kız büyür… Acıları içine sindirerek önce çok sevdiği, sonra nefret ettiği babasını görür. Onun kocası böyle olmayacaktır. Onu sevip sayarken, isteklerini karşılayabilecektir. O, annesi gibi olmayacak, annesi gibi imkansızlıkların ortasında oradan oraya sürüklenmeyecektir..

ÜÇÜNCÜ SENARYO: İdeal aile ortamı… Aslında böyle bir ortam var mıdır, yoksa tesadüfler veya büyük özveriler mi böyle bir ortamı oluşturur bilinmez. Herkes belirli bir bilinç düzeyinde yaşamaktadır. Kadın, erkeğine saygı ve sevgisini gösterirken erkek de karısına, onu tamamlayan eş ruhu gözüyle bakar. Maddiyat sadece ailenin refahına katkıda bulunan bir metadır. Yaşanılan ve yaşanılacak sıkıntılarda bir güç kalkanı oluşturur aile. Herkes kenetlenir, ortak bir yürek atmaya başlar ve ev denilen dört duvar bir yuva olur. İçinde yaşayanları kuşatan, umutların yeşerdiği, öz saygılarını yitirmemiş ve birbirinden güç alan ortak bir güç… Baba bir limandır, en güçlü fırtınalarda eşinin ve ailesinin sığınabileceği bir liman. Eşi ve çocukları bilir o limanın gücünü; çünkü beraber çalışmışlardır inşa etmek için. Dışarıda zorluklar ne kadar ağır olursa olsun, iç kale her zaman en güçlü taşlarla çevrilidir. Çocukların gözlerinde aydınlığı gözlersiniz.

Kurumu Yuvaya Dönüştürmek

Çok mu zor, bilmiyorum ama ‘kurumu’ ‘yuvaya’ dönüştürmek önce kafaları dönüştürmekle başlar. Huzursuzluk her yerde olabilir; önemli olan aşılacağına inanmak, birbirine gereken desteği vermek, kırılan ve incinen yerleri tamir etmektir. Oyun yazarı Brecht’in bir eserinde kahramana sorarlar, “Ne hazırlıyorsunuz?” diye… O da cevap verir: “Büyük bir çaba içindeyim, bundan sonraki yanlışımı hazırlıyorum.” 

Aslında, yanlışlarımızı hazırlamak için gösterdiğimiz çabanın çok daha azını doğrularımızı oluşturmak için kullanmayı akıl edememek ne kadar acı verici…

Anneler, eşlerinize destek olun. Ona inandığınız için bu evlilik var. Verici olun, vermek üstünlüktür. Yapıcı olun. Selimiye’yi yapmak için Mimar Sinan gerekirken, yıkmak için iki amele yeter. Paylaşın! Binaların tek bir direği olmaz; ama bütün direklerin dayandığı ve güçlerini eşit olarak dağıttığı bir “orta direk” olur.

Babalar, bugün evlenmek isteseniz, kafanızdaki kadın tipi yine eşiniz değil midir? Siz, onu sizden daha iyi anlayan başka birini buldunuz mu şimdiye kadar? Ona değer verin, anlayış ve şefkat göstermekten çekinmeyin. Onunla beraber yükselin. 
Üzüntüleri umuda, kurumları yuvaya, karamsarlık ve acıları mutluluğa dönüştürmek bu kadar zor olmamalı. Değişim her saniye gerçekleşiyorsa, bir parça çaba ile biz de değişelim ve değiştirelim. Düşlerimizi, yuvamızı, ülkemizi ve tüm insanlığı… En uzun yolculuklar bir tek adımla başlar ve dağ ne kadar büyük olursa olsun yol onun üstünden geçer.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız