SEBAHATTİN KARATEPE
JUNG ASLINDA NE DEDİ?
E.A.BENNET 2006 1.baskı 182 sayfa say yayınları
‘Mars gezegenine ulaşmak, insanın kendi kendine ulaşmasından daha kolaydır.’
C.G.Jung
Edward Armstrong Bennet (1888-1977), Trinity College’ de felsefe, teoloji ve tıp alanlarında aldığı eğitimlerle önde gelen psikoterapistlerden biri olarak tanınmıştır. İsviçreli
psikiyatrist, felsefeci ve analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung (1875-1961)’ un hem yakın arkadaşı hem de meslektaşı Bennet, en güvenilir Jung analistlerindendir ayrıca. Psikoloji ve psikiyatri tarihinin dünya çapında ünlenmiş isimlerinden olan Jung’un analitik psikolojisinin temel kavramlarını birinci elden tanıma fırsatı bulduğumuz bu kitap, öbür yandan yanlış anlaşılmış ve asıl anlamlarından saptırılmış tartışmalı konulara da ışık tutar mahiyette. Işıl Çobanlı çevirisi ile türkçeye kazındırılmış bu eser, 20 ciltlik Jung külliyatından mahrum oluşumuzun bir nebzecik tesellisi sayılabilir kanaatindeyim.
Yedi bölümde çalışmasını nihayete erdiren Bennet, Jung’un hayatıyla ilgili, yakın tanıklığının avantajını kullanarak lüzum eden bilgileri verdikten sonra içe dönüklük, dışa dönüklük, arketip, bireyleşme, kolektif bilinçdışı gibi karakteristik Jung psikolojisinin ana terimlerini art arda açıklamaya koyuluyor. Bölümler arasında okuma fırsatı bulacağımız kişilik tipleri, kompleksler, hipnoz ve rüyalar, semboller, çağrışım teknikleri, bilinçdışının psikolojisi, anima-animus, erkeklik-dişilik gibi konular bilinçle üzerinde durduğumuzda bilinçdışıyla tümlenen bireyin, hayatı teklik içerisinde algılamasına imkanlar sunduğunun göstergesi oluyor, ayrıca.
Arketip ve kolektif bilinçdışı kavramları, Jung’ dan evvel kullanılmışsa da, psikoloji literatüründe kabul görmüş anlamlarını ona borçludurlar denilebilir. O’nun arketip ve kolektif bilinçdışı konularıyla uzun dönemler meşgul olması ve çalışmalarında önemle üzerinde durması hasebiyle, teferruata kaçmadan fakat oldukça açıklayıcı bilgilere de yer vermiş Bennet. Kitapta yer verdiği bir alıntı Jung’un bu konularda ne denli berrak bir düşünceye sahip olduğunu gösterir nitelikte:“…Yeteneklerin ve kabiliyetlerin nesilden nesile aktarılmasını kalıtım ile açıklıyoruz…Tıpkı ebeveynlerini hiç görmeyen, dolayısıyla onlardan eğitim almamış olan hayvanlarda görülen karmaşık içgüdülerin yeniden ortaya çıkışı gibi… ‘insan özellikleri’nin kalıtsal olmadığı, yani her çocukta yeniden oluştuğu fikri, sabah doğan güneşin, bir önceki akşam batan güneşten farklı bir güneş olduğu ilkel inancı kadar saçma bir fikir olur.”
“Tüm düşüncelerim, güneşin çevresinde dolaşan gezegenler gibi,Tanrı’yı merkez almaktadır. Bu çekim gücünü yadsırsam en büyük günahı işlemiş olurum.”(Carl Gustav Jung-Anılar Düşler Düşünceler- Can Yayınları İstanbul 2001) demekle Jung, hem kendi hayatının anlaşılması hususunda, hem de inanlığa ve dünya hayatına bakışının ip uçlarını vermiş sayılmaktadır. Zira o, bilimsel çalışmalarının yanı sıra çok zengin ve geniş bakış açılarının odağında mitlerin, simyanın, rüyaların gizil dünyalarında insana dair olanın peşine takılmış ve modern çağın sakinleri için insanlığın kolektif mirasından paylarına nelerin düşebileceğini gözler önüne sermeye adamıştır ömrünü. Bilinçdışı ile ilgili çocukluğundan itibaren tecrübe ettiği ve tanık olduğu birkaç olaydan sonra, meslek olarak seçtiği arkeolojiden vazgeçtiğini ve tıp okuduğunu öğrendiğimiz Jung, psikiyatri kliniklerindeki çalışmalarını temel alarak bir ömür sürecek derin araştırmalara koyulmuştur. Özellikle komplekslerin bilinçdışı faaliyetlerinin farkına varması ve zihinden bağımsız güdülenmelerle hareket ettiğini görmesi çalışmalarının yönünü tayin etmiştir. “…birçok sanatçı, filozof ve hatta bilim insanı bile, en iyi fikirlerinden bazılarını, bilinçdışında aniden oluşan ilhamlara borçludur…” diyen de o olmuştur.
Bazı çevrelerce akıl hocası olduğu kabul edilen Freud’ la birlikte yürüttüğü çalışmalar, bir süre onunla aynı yataktan akmış olduğu zannını verse de, Jung kanımca, ta başından beri şartlanmış düşüncelerden, kalıplaşmış fikirlerden, dogmatik inanışlardan uzak durmakla kendine mahsus psikolojisini kurmayı başarmıştır neticede. Bennet bu konuda şunları söylüyor: “Freud, kuracağı sistemin açık, şüphe götürmeyen bir sistem olmasını istiyordu. Jung ise, bu sınırlamayı pek hoş karşılamıyordu: Zihnin bilgi kapasitesi sınırlandırılıyordu, halbuki her konuda araştırma yapılabilirdi. Bu ancak, değişime ve yeni fikirlere açık olduğumuz zaman mümkün olabilirdi.” Özellikle Freud’un nevrozların kökeninde cinsel sorunların duraladığı ve çocuk cinselliği konusundaki tezlerine karşı çıkarak ruhsal yapıların kişisel hayatlarla sınırlanamayacağını, insanın manevi ve ahlaki değerlerle güdülendiğini savunmuştur. Kaldı ki, kendisinden çok şeyler öğrendiğini yadsımadığı hocası Freud’la yolları gecikmeden ayrılmış ve bugün analitik psikoloji adı altında inceleme fırsatı bulduğumuz psikoloji alanının varlığını tesis etmiştir.
Velhasıl Bennet, fazla hacimli olmayan, üstelik kolay okunan bu kitabında sadece kendisinin şahidi olduğu kimi anektodlarla ve yerinde izahlarla konusuna vakıfiyetini göstermiş bulunuyor. Keyifle okunmayı hak etmesinin yanı sıra, bu kitap bir bakıma Jung psikolojisine giriş sayılabilecek niteliği ile psikoloji okurlarının elleri altında bulundurmak isteyecekleri bir çalışma olarak kitaplık raflarındaki yerini de kendiliğinden açacaktır eminim.
Bitirirken, sormadan edemeyeceğim soru şöyle olmalı sanırım: Sahi, Jung aslında ne dedi?…