Hepimiz zaman zaman yapmışızdır: ‘Öğretmen bana taktığı için zayıf not verdi.’ ya da ‘Beni kıskandığı için kavga çıkarıyor.’ gibi cümleleri hayatımızın bir yerlerinde pek çok kez kurmuşuzdur. Böyle düşünmeyi yeğleriz çünkü kendi sorumluluğumuzu almak oldukça zordur. Kırık not almışızdır ama babamız kızacaktır ve aslında bize nasıl ders çalışılacağını, öğrencilikle nasıl başa çıkılacağını öğretmemiştir. Dolayısıyla biz dersimizi şöyle üstünkörü çalışır, sonrada kırık not almamayı umarız. Veya bizi kıskandığını sandığımız arkadaşımıza verdiğimiz sözleri hiç tutmamışızdır, o da haklı olarak bize sitem eder.; sebebi göremediğimizden kıskandığına vehmederiz.
Peki neden böyle davranıyoruz?
Bizim kültürümüzde genelde çocuğa sorumluluk verilmez de ondan. Çocuğun 3-6 yaş arası dönemi ‘girişimcilik’ dönemidir. Bu dönemde çocuk becerebildiği her şeyi kendisi yapmak ister. Eğer engellenirse girişimciliğine karşı suçluluk duygusu geliştirir. Bizim toplumumuz çocuğu için saçını süpürge eden anneleri yüceltmektedir. Hem anne hem babalar ise ‘Benim çektiğimi, çocuğum çekmesin’ diye düşünmektedirler. Dolayısıyla çocuğa girişimde bulunmak ve öğrenmek için fırsat vermezler. Üstelik toplumumuz bir ‘ana-baba toplumu’dur. Yani çocuktan büyüyünceye kadar kesin itaat bekler. Büyüdükten sonra da çocuklarına ana-babalık yapması beklenir. Tüm bu nedenlerle de çocuk büyürken hem psikolojik, hem toplumsal sorumluluğunu almayı öğrenemez ve bunu beceremediği için de içten içe suçluluk duygusu geliştirir. Suçluluk duygusu olan insan kendini kötü hissetmemek için bunları görmezden gelmek zorundadır, dolayısıyla kendini iyi hissettirecek, kandıracak yollar bulur.
İnsan kendini hangi yollarla kandırır?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Bazı insanlar gerçekten baş edemeyeceği sorunlarla karşılaşmış olabilirler. Kapasitelerinin çok altında bir yaşam sürmek zorunda kaldıkları için mutsuz ve yalnız hissedebilirler.Bu kişileri ayrı tutmakla birlikte takdir edersiniz ki herkes de bu kadar baş edilmez koşullarda yaşamaz.
Son yıllarda pek çok insan yorgunluktan yakınıyor değil mi? Doktorlara gidiliyor, buna sebep olacak bir rahatsızlık tespit edilemiyor. İşte bu, hayatla baş edemeyen insanların bilinçaltı mekanizmalarla başvurdukları kandırmacalardan biridir. Kadın ev işi yapamayacak kadar yorgun hissediyordur çünkü evleninceye kadar pek de ev işi yapmamıştır ve ev sorumluluğu ile nasıl baş edeceğini bilmiyordur örneğin. Ya da yıllarca o kadar verici olmuştur ki bilinçaltı ona ‘yeter biraz da kendini düşün’ demektedir.
Bazı insanlar vardır devamlı dedikodu yaparlar. Her konuda ve herkes hakkında. Bu onların ‘besin kaynağıdır.’ ‘Kedi erişemediği ete mundar dermiş’ misali davranırlar. Aslında bu kişiler ‘engellenmişlik’lerinin hıncını almaktadırlar. Yeterince paraları yoktur ve arkadaşları çok iyi yaşamaktadır, engellenmiş hissederler. Aileleri toplumsal kurallar açısından o kadar baskıcıdırlar ki büyürken onlara ‘nefes aldırmamışlardır’, ‘hayatlarını doğrusuyla yanlışıyla yaşayıp kabul edenlerden’ neredeyse nefret ederler. Çocukken her istedikleri ellerine verildiğinden girişimcilik ruhu kazanamamış olanlar, hayatında büyük değişiklikler yapanlar karşısında eziklik hissederler. Bu onlara çok acı vereceğinden, o kişilerin arkasından konuşarak bir tür doyum sağlarlar.
Bazı insanlar da kendilerini kandırmak için çileciliği seçmişlerdir .İçinden çıkıp kurtulabilecekleri berbat bir evlilikleri varken, bunu fark etmezler bile. Herkese sürekli evliliklerinde çektikleri çilelerden, karılarının ya da kocalarının onlara neler çektirdiğinden bahsederler. Eşlerini tanırsanız, o kadar da zor insanlar olmadıklarını görürsünüz ama bu insanlar gerekirse 30-40 yıl yakınmaya devam ederler. Çünkü böylece hayatla ilgili başaramadıklarının, kısaca her şeyin sorumluluğunu ‘korkunç bir eş’e yükleyebilirler. Kendilerine de yaşamdan ne kadar korktuklarını, yeterince yaşam becerilerinin olmadığını itiraf etmek zorunda kalmazlar.
Belki de siz de bu kişilerden birisiniz ama bu yazıyı okuduğunuz halde bunu ayırt edememiş olabilirsiniz. Çünkü tüm bunlar ‘bilinçaltı mekanızmalarla işlemektedir. Sağlıcakla kalın.
yazan: Psk.Dnş.Özden ŞENKOYUNCU