“Yarın yapacağım”
“Zamanı gelince yapacağım”
“Acelesi ne yaparız”
“Sabret fikirler olgunlaşsın”“Taşlar yerine otursun”
Bu ve benzeri söylemlerin birçoğunun altında yapmak istediğimiz ve ertelediğimiz gerçekler yatar. Aslında tam zamanıdır, hatta geç kalınmıştır. Ama biz hala erteleriz, belirsiz bir zaman dilimine.
Yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda, ertelemeseydik neler olabileceğini kurgularız zihnimizde, derin bir iç çekişle.
Sonbahar serinliğinin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği günlerdi. Evinde yalnız yaşayan adam, can sıkıntısıyla televizyon seyrederken penceresinde bir tıkırtı duydu. Perdeyi açıp baktığında pervaza bir kırlangıcın tünemiş olduğunu gördü. Kırlangıç, adama bakıp tekrar gagaladı camı. Pencereyi açtı adam ve sordu.
“Ne istiyorsun?”
“Ben göçmen kuşum biliyorsun, yolumu kaybettim. Gördüm ki sen de yalnız yaşıyorsun. Belki beni içeri alırsın ve seninle dost olabiliriz diye düşündüm” diye cevap verdi kırlangıç.
‘Hayır’ diye kestirip attı adam. Yalnızlığını bozmaya hiç niyeti yoktu. ‘Benim kimseye ihtiyacım yok. Halimden memnunum. Haydi sen yoluna!’
Pencereyi de perdeyi de kapattı. Televizyonun başına döndü. Ama birkaç dakika sonra yine aynı tıkırtı geldi kulağına. Önce aldırış etmedi. Ama kuş ısrar ediyordu. Sonunda, pencereyi açıp kırlangıca bağırdı:
‘Sen laftan anlamıyor musun? Seni istemiyorum! Beni rahat bırak!
Kırlangıç üzgün bir sesle yine dostluk çağrısında bulundu:
‘Ama bak yalnızsın bende yalnızım. Beni içeri alsan birazcık yiyecek versen, sonra da dostluğun sıcaklığını paylaşsak, bundan ne kötülük çıkar?’
Adam bu defa cevap bile vermedi. Sert bir tavırla pencereyi kırlangıcın yüzüne kapadı ve içeri girdi.
Birkaç dakika sonra pencerede aynı tıkırtı dostluğa davet ediyordu. Ama bu sefer adam yerinden bile kalkmadı. Uyuşuk bir halde kendisini televizyonunun renkli görüntülerine bıraktı. Bir ara içinde bir sıkıntı duydu. Kırlangıca davranış biçiminin çok sert olduğunu hissetti. Vicdanı sızlıyordu. Belki de kuş çok açtı ve üşümüştü. Onu birkaç saatliğine içeri alsa ne olurdu ki?
Hızla yerinden fırladı ve pencereye koştu. Ama kuş çoktan uçup gitmişti. Adam boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Yalnızlığına ışık tutacak bir dost penceresine kadar gelmiş, fakat o onu en kaba biçimde kovmuştu. Kendi kendisine çok kızdı. Sonra, aklına gelen düşünceyle biraz rahatladı: Seneye bu kuş yine buralardan geçecekti, dolayısıyla onu bulabilir ve evine alabilirdi.
Sonbahar yerini kışa bıraktı. Adam yine yalnızdı ve sabırsızlıkla güzü bekliyordu. Bahar ve ardından yaz geldi. Ama o yine güzün ve kırlangıcın yolunu gözlüyordu. Nihayet güz geldi, göçmen kuşlar adamın evinin üzerinden güneye doğru uçmayı başladı.
Bir kırlangıç sürüsü geçerken adam penceresine fırladı ve kuşlara seslendi. Kırlangıçlardan birisi ne istediğini öğrenmek için süzülüp yanına kadar geldi. Adam geçen sene ki kuşun tarifini verdi ona, tanıyıp tanımadığını sordu o kuşu. Sonra geçen sonbahar yaşadığı macerayı anlattı. Görürse mutlaka ona haber vermesini, onu beklediğini, dostluk için hazır olduğunu bir bir sıraladı.
Bu sözleri dinleyen kırlangıç, adamın yüzüne acıyarak baktı ve kanatları çırpıp uzaklaşmadan önce şöyle dedi:
‘Sen bilmiyorsun galiba dostum, kırlangıçlar sadece altı ay yaşarlar.’
Müge Kasaroğlu
www.gencgelisim.com