BEN YORGUNLUK NEDİR BİLMEM Kİ…

0
807

Bir süredir kitabıma koyacağım “Yorgunluk Nedir? Neden Yoruluruz?” başlıklı bölümü yazma niyetimle içsel çalışmalarıma devam ediyorum. Bu konuda parça parça anladığım ve günlük hayatımda birebir yaşadığım olaylar olmasına rağmen bir türlü ifademi netleştiremiyor ve yazıya dökemiyorum.

Konuyu anlama ve içselleştirme niyetlerimden birisi ise;
“Kendimi yaptığım işe kaptırmak ve zihinsizce eyleme dökmek.” üzerineydi.

Niyetimi vermiş kendimi akışa teslim etmiştim ki; kendimi bir sabah niyetimi yaşar halde buldum.

Her akşam olduğu gibi, o akşam da saatin alarmını sabah 07.00 ‘ye ayarlayarak uykuya daldım. Sabah alarm ile birlikte hiç tereddüt etmeden yatağımdan kalktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağın camını sonuna kadar açarak birkaç defa derin derin nefes aldım. Bu nefeslerle birlikte kendimi artık yeni günü karşılamaya hazır hissetmiştim. Günü olduğu haliyle yaşamak ve kabul etmek niyetimi verirken içimden hiçbir itirazın yükselmediğini fark ettim.

Yataktan kalkarken ne; “Beş dakika daha uyuyayım, ne olur…” ne de; “ Of yine mi başlıyoruz. Kim bilir nasıl bir gün beni bekliyor.” diye düşüncelerin içimden yükselmediğini, yataktan zihinsizce kalkıp, hareket ettiğimi fark ettim.

Bu sırada kızım uyanmış, okula gitmek için hazırlanıyordu. Ben de onun odasındaydım. Ve yatağından başlayarak odayı toparlamaya başlamıştım.

O an bana gülümseyerek; “Anne farkında mısın? Sen benim odamı topluyorsun ve bana hiç söylenmiyorsun, hayırdır ne oldu sana böyle…” dedi.

Doğru söylüyordu. Ben onun odasını toplarken sürekli olarak, onun dağınıklığından şikâyet eder, söylenip dururdum. Sonunda da birbirimize kızar, öfkelenirdik. Son zamanlarda onun dağınık halini kabule geçmem ile birlikte daha bir sakinleşmiş halimiz vardı ama bu bile pek beni memnum etmiyordu.

Eskiden evin toplanması, düzenli tutulması, yemek yapılması vs. işlerin, anne ve kadın olarak benim görevim olduğunu düşünür, tüm bu işleri görev bilinci ile içimden yapmak gelmese bile yapardım.

Ben yapmazsam kim yapacaktı? Bu benim görevimdi.

Bir takım sebepler dolayısıyla yapamadığım durumlarda ise suçluluğa girer kendimi eksik hissederdim. Bu enerjimin yansımaları ise kızım ve eşimden bana geri dönerdi. Akşam saat dokuzda işten eve döner, üzerimi bile değiştirmeden mutfakta en az üç çeşit yemek hazırlar, herkesi eksiksiz bir sofraya oturtmayı görev sayardım. Hatırlarım da bazen eşim bu kadar kısıtlı bir zamanda hazırladığım sofrayı yine de beğenmez, yapmadığım bir yemekten söz açarak “Keşke… Yemeği yapsaydın.” Derdi. O zamanlarda kendimi iyice eksik hissederdim. Onların ihtiyaçlarını karşılayamadığım halimle kendimi suçlardım.

Evde yaptığım her işi eşim ve kızımı memnun etmek için var gücümle yapar, tüm enerjimi sonuna kadar tüketirdim. Sürekli mutsuz ve yorgun bir halim vardı. Sabah yataktan zorla kalkar, isteksizce işe giderdim. Sabahta, akşamda sürekli bitkin bir haldeydim. Sanki kendimde değildim.

Zamanla içsel çalışmalarımı yapıp, kendimi ve enerjilerimi fark etmeye başladıkça bu görev bilincimi bırakıp sadece kendim istediğim için ve kendim için ev işlerini yapar hale geldim. Bununla birlikte bunu güce çevirdiğimi de bir süre sonra fark ettim. Evin genel düzeni ve yapılacak işler ile ilgili merkezimde duramadığımı ve inat enerjisine girdiğimi anladım.

“Herkes kendi işini kendisi yapsın. Bana ne… Ben herkesin işini yapmak zorunda değilim ki…” gibi cümleleri sık sık kullanır olmuştum.

Bu sefer de, içsel çalışmalarım neticesinde öğrenmiş olduğum; kendi değerine sahip çıkmak, bir şeyi kendim istediğim için yapmak, içimden geleni yapmak gibi konuları egoma oyuncak etmiş, zıt kutbu yaşıyor durumdaydım.

Bazen vaktim olup evin genel temizliğini yaparken; Öykü’nün odasına geldiğimde, “Madem kendisi dağınıklığı seviyor, o zaman öyle bir odada yaşasın, toplamıyorum.” diyerek onu bu özgür seçiminden dolayı cezalandırıyor ve içimden o odayı temizlemek gelse bile yapmıyordum. Güya onun karşısında kendi değerime sahip çıkıyordum

Ben zihnimi bırakmaya çalıştıkça kendime yeni kayıtlar yaratıyor ve onlara göre hareket ediyordum.

Şu anda yaşadıklarım ise bambaşka şeylerdi. Gerçekten Öykü’nün odasını toparlarken kendimi bomboş ve zihinsiz hissettim. O an kendimi sadece yaptığım işe vermiş daha doğrusu kaptırmıştım. Tüm dikkatim yatağın düzeltilmesi üzerine yoğunlaşmıştı. Çok yoğun bir şekilde yatağı hissediyordum ve zihnimde bu işi neden yaptığıma dair en ufak bir ayrıntı yoktu. Ne bir görev bilinci, ne bir inat, ne de başka bir enerji… Sanki bedenimi hissetmeden bir eylem gerçekleştiriyordum.

Birden fark ettim ki uyandığım zamandan bu yana geçen yarım saat içinde; kendi yatağımı toplamış, akşam televizyon izlerken dağınık bıraktığımız salonu düzenlemiş, mutfaktaki bulaşıkları yıkamış, çayımı demlemiş ve nerdeyse o gün ev ile ilgili yapmam gereken tüm işleri yapıp bitirmiştim. Ama bunları yaptığımın farkında bile değildim. Tüm bunları düşünürken şimdi de makineye çamaşır atıyordum.

Bu arada kızımı da okula göndermiş çayımı alıp yudumlarken olup biteni anlamaya başlamıştım.

Sabahtan beri, sanki bedenim zihnimden bağımsız hareket ediyordu. Bedenime komutlar zihnimden değil, yüreğimden geliyordu. Bedenimde sadece öz enerjim, kendim aktive olmuş akıp gidiyordum.
Yaptığım hiçbir şeyde oyun enerjisi yoktu. Ne yaptıysam içim istediği için yapmıştım. Tüm oyun enerjilerim bedenimi terk etmiş yerine öz enerjim dolmuştu. Ve ben kendim olan bu halimle akıp gitmiş, kendimi akışa bırakmış, bedenimde hiçbir egosal enerji hissetmemiştim.

Bedenim zihnimle hareket ettiğinde yorgunluk hissediyor, zihnim boş olduğunda, düşüncesiz olarak bedenimi kullandığımda ise hiçbir şey hissetmiyordum. Kendimi tüy gibi hafif ve enerji dolu, içimi dopdolu hissediyordum. Ben BEN ile doluydum.

Bedenimde, reddettiğim, tıkanık ve kapalı bir enerjim olmadığında akış kendiliğinden oluşuyor ve tam teslimiyete geçebiliyordum. Burada hatırlamam gereken tek şey, sonsuz ve sınırsız bir yaşam enerjisinin bir parçası olduğumdu.

Bunu sürekli olarak hatırlamaya niyet ediyorum.

Çalışırken, trafikte araba kullanırken, yürürken, koşarken, yemek yaparken, uyurken sonsuz bir yaşam enerjisi olduğumu hatırlama niyetimi verdim.

Bana enerji kaybettirdiğini düşündüğüm tüm fiziksel faaliyetlerimle ilgili zihin kayıtlarımı bulup dönüştürmeye niyet ettim.

Kendimi akışa tam teslim etmeye niyet ettim.

Ben bir işi yapmayarak, erteleyerek, enerjimin önünü tıkadığımı ve akışı durdurduğumu fark ettim. Eğer enerjimi kullanırsam yerine yenisinin tazelenerek geleceğini anladım. Eğer ben yorulacağımı zannederek bir işi yapmak istemezsem ve onu yaparsam bu zihin kaydımla yaratıma geçtiğimi ve yorgunluğun bu kayıtla gerçekleştiğini anladım.

Bir faaliyette bulunduğumda, bir iş yaptığımda fiziksel gücümü kaybetmekten korkmayı bitirdim.
Ben sadece bedenim kadar olmadığımı anladım. Fiziksel gücümü yitirip, yorulmaktan korkmayı bitirdim. Emre’nin de dediği gibi olmayan bir şeyi kaybetmekten korkmayı bitirdim. Her anımda asıl olanı, özümü, öz enerjimi kullanmaya ve yaşamaya niyet ettim.

BEN diyen halimle, kendimi yaşarken yorgunluk hissetmediğimi anladım.
BENim yorgunluk nedir bilmediğimi anladım.

 

Yazan: Songül Atikara

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız