Av. Ebru Ekşioğlu
Dünya tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilen Romalı askeri ve politik lider Julius Caesar (Sezar)’ın, tarihe yön veren fetihleri için yola koyulmadan önce kim bilir kaç kez iç geçirip, mühendis olmayı hayal ettiğini duyunca şaşırmamak elde değil! Sezar, ne kadar olağanüstü bir kumandan olsa da, aslında iyi bir mühendis olarak ün salmak istermiş. Hizmetkârlarının arasından yarı tanrı edâsıyla yürürken, önünde “el pençe divan” duran kaç mühendise imrenerek bakıyordu, kim bilir!
Dünya tarihi, aynı komik duruma, hiç yeteneği olmadığı halde şair olabilmek için kendisini harâb eden ünlü savaş kumandanı Dionysius ile de şahit olmuştu.
Başkalarına Özenmek
Sezar’ın ya da Dionysius’un bu komik durumu, aslında hepimizde olan bir duygunun yansıması: “Başkalarına özenmek”
Tarihe yön veren insanlarda bile görülebilen bu duygu, bir dereceye kadar zararsız, hatta mâsumdur. Buna karşın, tehlike çanlarının çaldığı seviyede bir özenme ya da bir başka deyişle başkalarının sahip olduğu yeteneklere kendi yeteneklerini hiçe sayarak özenme, insanı mutsuz kılan ve kendisini değersiz hissetmesine sebep olan zararlı bir duygudur.
Hepimiz bu dünyaya fark edilmemizi sağlayacak hususiyet ve özgünlükle geliriz. Buna rağmen bazılarımız, kendilerini diğer insanlarla karşılaştırırken içlerindeki cevheri göremez veya görmezden gelir. Bu davranışa sebep olan sâikin, hangi çevrede beslendiği uzmanların konusudur. Ancak kabul etmeliyiz ki, pek çoğumuz içinde yaşadığımız olumsuz çevre koşullarından bağımsız olarak bu tehlikeli düşünceye kapılıyoruz.
Büyük ihtimal, bu ilkel duygumuzun sebebi, doğuştan sahip olduğumuz ya da sonradan elde etmeyi başardığımız imkanlara karşı duyduğumuz vefasızlıktır. Montaigne, sahip olma durumunun sahip olunanı küçümseme sonucunu doğurduğunu belirtirken bunu kasteder. Bu yüzden bize ait olanları bir kenara itip, bizim olmayanın peşinden delice koştururuz. Üstelik “iyi- kötü” değerlendirmesine gerek duymadan. Ne talihsizlik!
İçinizdeki Cevheri Keşfedin
Neyse ki, her ilkel duygudan kurtulmak mümkün olduğu gibi, kendi yetenek ve imkanlarını hiçe sayarak başkalarına karşı haddi aşan bir imrenme duygusundan kurtulmak da mümkündür.
Bu konuda atılabilecek ilk somut adım, çevremizdeki insanlara bizi hangi konuda beğendiklerini sormak olabilir. Böylelikle, kendimizde fark ettiğimiz yetenekleri onaylar, fark etmediklerimizi de öğrenmiş oluruz. Kararlı bir insan olduğunuz söylenmişse, bu özelliğe uygun yaşayan insanların hayatı size yol gösterecektir. Çok anlayışlı olduğunuz söylenirse, bu özelliğe sahip kişi ve meslekler rehberiniz olsun.
Kendi yeteneklerini hiçe sayarak başkalarına karşı haddi aşan bir imrenme duygusundan kurtulmanın ikinci aşaması; başkalarında gördüğümüz ve imrendiğimiz yetenekleri söz ile ifade etmektir. Çok güzel yazı yazan bir insanın bu özelliğini hem bu yeteneğin sahibine söylemeli, hem de üçüncü kişilere söyleyerek duygularımızı ve zihnimizi bu sözle bağlamalıyız. Böylece, kıskançlık duygumuzu dizginleyemediğimiz anlarda, yetenek sahibi kişi aleyhine sarf edeceğimiz sözleri dinleyecek destekçilerden kurtulmuş oluruz. Bir gün iyi dediğine sonraki gün kötü diyen bir insanın çelişkisine kim tahammül edebilir?
Bu arada, ünlü filozof Epiktetos’un şu ilkesini de hatırlamakta fayda var: “Tanrısal düzen içinde her birimizin özel bir çağrısı vardır. Siz kendi çağrınıza kulak verin ve onu sadakatle izleyin.[1]”
Saklı yeteneklerinizin gün ışığına çıkması ve içinizdeki cevherin değerini bilmeniz dileğiyle…
[1] “İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar”, Çev.: Cengiz Erengil., Koleksiyon Yay. Mayıs 2010 s. 72.