Problemli Gençlikten İdealleri Olan Gençliğe: İstiklal Marşı Hüseyİn Akın huseyinakin@yahoo.com
İstiklal Marşı sadece Türk milletinin kalbinde anlık ruhsal dalgalanmalar yaşatan bir şiir değil, aynı zamanda Türk gençliğine taze kan aşılayıp yüreklendiren bir coşku selidir. Neredeyse kendine güvenini tamamen yitirmiş, maddi güçler karşısında görünmez kuvvetlerin ve mucizelerin ne kadar tesirli olabileceği ihtimalini unutmuş bir nesle, onun yaralarını en iyi pansuman edecek bir kelimeyle sesleniyor Mehmet Akif: Korkma!
İstiklal Marşı sadece Türk milletinin kalbinde anlık ruhsal dalgalanmalar yaşatan bir şiir değil, aynı zamanda Türk gençliğine taze kan aşılayıp yüreklendiren bir coşku selidir. Neredeyse kendine güvenini tamamen yitirmiş, maddi güçler karşısında görünmez kuvvetlerin ve mucizelerin ne kadar tesirli olabileceği ihtimalini unutmuş bir nesle, onun yaralarını en iyi pansuman edecek bir kelimeyle sesleniyor Mehmet Akif: Korkma!
İstiklal Marşı’nı her söyleyişte bir insan kendi kendine korkmaması gerektiği telkinini de yapmış olur. Zaten asıl olan da budur. Yani korkan kişiye korkmaması gerektiğini dışarıdan birinin söylemesi değil, bizzat kendisinin söylemesidir. Çünkü kişi kendi zehirli iğnesini kendine batırır gibi küçük bir gerçeği abartmak suretiyle, kendini yine bizzat kendisi korkutmuştur. Korktuğu şeyi ayağa kaldıracak ve onun aslında hiçbir şey olmadığını kendi gözleriyle görecektir.
Şair biliyor ki, Batı medeniyeti azametli değil, sadece azman bir medeniyettir. Ancak azametin karşısında korku ve ürperiş olabilir. Kuru sıkı silahların ve yığınakların ve kaba güçlerin karşısında korkmak, ruhu olmayan içi boş bir medeniyeti yüceltmekten öteye gidemez. Onun için bütün emperyalist güçler askeri imkanlarını, taşınır taşınmaz silahlarını teşhir ederek maddi güç ve teçhizata sahip olamayan ulusları aşağılık kompleksine, yüreksizliğe ve ümitsizliğe sürüklemek isterler.
Özellikle gençlerin bu sayılabilir ve kıyasa konu olabilir tarzda ağırlıkları ciddiye almaya daha yatkın oldukları bir gerçektir. Zira genç zihni, ihtiyar kafasına göre maddi ve fizik dünyaya daha meyillidir. Şartların ve durumları determine etmekten yanadırlar. Sebepleri ellerinde bulunduranların sonuçları da belirleyici olabileceklerini sanırlar.
Oysa görmüş geçirmiş insanlar sınıfına dahil olan yetişkinler ve ihtiyarlar sonuçların sebeplerden çok daha bağımsız ve başka bir şekilde tecelli edebileceğini hem hayatlarıyla tecrübe etmişler hem de olayların başka türlü seyir değiştirebileceği ihtimalini beslemekten geri durmamışlardır.
Evet, korkunun panzehiri ümittir. Yurdumun üstünde tüten tek bir ocak kalıncaya dek istiklalimizin sembolü olan bu bayrak şafaklarda yüzercesine dalgalanacaktır. Bunu dışında bir ihtimali düşünmek zaten var olan güç, kuvvet ve mukavemeti daha ayağa bile kalkmadan tüketip yok edecektir.
İstiklal Marşı daha bu ilk giriş mısralarıyla kişiyi yılgınlık atmosferinden çıkararak, farkında olmadığı ya da unutmaya yüz tuttuğu gücünü hatırlatıp ona sahiden inanmasını sağlayıcı bir özellik arz ediyor.
Şair, “O benim milletimin yıldızıdır parlayacak/ O benimdir, o benim milletimindir ancak” dizelerinde gençlere ve gelecek kuşaklara aidiyet duygusunu te’kitli ve hafıza da kalacak şekilde vermeye çalışıyor. Özellikle “O benim”, “benim milletimin” gibi ifadeler hem “ben” duygusunun inşasına hem de aidiyet duygusunun yerine oturmasına katkı sağlayan unsurlardır.
Kişi kendisini ait olduğu milletiyle rabıta kurmaksızın gerçekleştirmede zorluk çeker. Çünkü hangi kültürel ve coğrafi mirasın ürünü olduğunu bilmek de kişilik oluşumunda önemli malzemeler arasındadır.
Köksüz ve kozmopolit bir dünya vatandaşı olma iddiasındaki kuşakların, çeşitli extrem felsefi akımlar içerisinde savrularak, kendilerini oluşturup gerçekleştirme zorluğu çektikleri modern dünyanın yabancısı olmadığı bir gerçektir.
İstiklal Marşı hiçbir ulusa nasip olmayacak şekilde bireye (Türk insanına) kendi güç ve kuvvetine inanma ülküsü bahşetmekte, inanmanın en büyük direnç olduğu idealini vermektedir.
İstiklal Marşı’nın sadece ödev bilinci içerisinde söylenmesi onun işaret ettiği noktayı görmemize yeterli olmayacağı açıktır.
Aynı zamanda anlam ve ülküsünü de yorumlayıp, idrak etmemiz gerekmektedir. Bu aynı zamanda kişisel gelişimin milli boyutudur. İnsanlar sadece “ben”e hizmet etmek için kendilerini geliştirmezler, “biz” şuurunu da idame etmek amaçlı bir uyanıklığı yaşarlar.
İstiklal Marşı’nın ilk mısrasından sonuna dek hakim olan hava, kabına sığmayan bir gençlik vurgusu ve akla galebe çalan manevi bir atmosfer, milli bir heyecandır. Meselesi olan gençlikle problemi olan gençliği en iyi İstiklal Marşı’ndaki dizelerden ayırt edebiliyoruz.
Mehmet Akif, meselesi olan gençliğe meselelerini nasıl çözebileceğini ona yüreğinin derinliğini göstererek öğretmeye çalışıyor. Problemi olan ve problemlerinin mahkumu haline gelmiş bir kuşağın meselesi elbette olmayacaktır.
Öyle ise, ilk başta problemleri meselelerle değiştirmek icap ediyor. Bunu yolu da, “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme!” ikazına kulak vermekten geçiyor. “Soyut toprak bilinci” de diyebileceğimiz bu seviye, zihni geçmişle şimdiki zaman ve şimdiki zamanla gelecek zaman arasında köprü kurmaya davet ediyor. Ayaklarını bastığı yerle zihnini konuşlandırdığı yer arasındaki mesafeye dikkat çekiyor şair. Bu aynı zamanda şimdiki yaşanan âna kilitlenmiş gençliğe zaman bilinci dersi vermektir.
Zaman, tükettiğimiz bir şey değil, çoğalttığımız ve yerine göre yeniden ürettiğimiz bir şeydir. “Sen şehit oğlusun” ifadesinde hülasa edildiği şekliyle zamanın sadece içerisinde oyun oynadığımız bir bahçe olmadığını ve aynı zamanda ölmüşlerimizin ve şehitlerimizin de gömülü olduğu bir yer olduğunu bu iklimden çok uzak mekanlarda eğleşen kuşaklara hatırlatıyor şair. Hatırlatıyor ki, beynini, aklını ve yüreğini yanlış ve yabancı saatlere göre ayarlayıp kurmasın.
Kendine güven duygusu bir şeyi başarmanın olmazsa olmaz şartıdır. Bunu içten bir fısıltı tonunda hissetmek kişiyi kendi güzü hakkında kaygılanmaktan kurtaramaz. Sahiden güçlü ve mukavemetli olduğuna ikna olabilmesi için bu durumunu hem kendine hem de muarızlarına duyurmak lazım gelir.
İstiklal Marşı maddi gücüyle meydan okuyan Batı medeniyetine çığlıkla değil haykırış ve manevi mukavemetle karşı durma ve onu hükümsüz kılma noktasında kelimelerin ve cümlelerin ayaklanıp şahlanmasıdır.
Akif, milli mücadele boyunca hem kalemiyle hem cami kürsülerinde sözleriyle hem de Safahat’ındaki yüreğiyle Türk milletine, “sen güçlüsün, sen büyüksün, sen inançlısın, sen kükremiş sel gibisin” gibi telkinlerle makus talihe boyun eğme psikolojisini değiştirmiş ve aynı zamanda bir milli mücadele ve halk eğitimi metodu oluşturmuştur.
Bu metot, ezilmiş bir halka kendi gücünün yeniden fark etmesini sağlama, Batı’nın maddi imkanları karşısında kendi maddi geri kalışını boynu bükük bir kompleks ve çaresizlikle korkuya dönüştürmüş bireye milli haysiyet ve biz bilinci kazandırma metodudur.
Kalbin kafayla, yüreğin elle, elin dille mutlaka bir irtibatı vardır. Kuvvetin kaynağını, kudretin menşeini ancak bunun ayırdına vardığımızda anlarız. İşte bu uyanıklıktır ki, bize korkularımızdan korkma korkusundan emin kılar.
“Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklal.”