Silifke'deki bir ailenin on birinci çocuğu olarak dünyaya gelen Doğan Cüceloğlu'nun kişisel gelişim ve kişiler arası iletişim konularında kitleleri aydınlatan başarısının sırrı nerede saklı?
Ortaokulu bitirdikten sonra, Silifke'de ortaokuldan üst derecede okul olmadığı için Ankara'da istihkam binbaşısı olan ağabeyimin yanına gitmiştim. Ankara Atatürk Lisesi'nde okumaya başladım. Her şey Ankara Atatürk Lisesi'ndeki Edebiyat öğretmenim Cahit Okurer'in "Bilim adamı olmak ister misin?" sorusu ile başladı diyebilirim. Bu soru benim benliğimi keşfetme, onu adım adım geliştirme yolunda köşe taşı niteliğindedir.
EBRU CENGİZ
bilgi@gencgelisim.com
Silifke'deki bir ailenin on birinci çocuğu olarak dünyaya gelen Doğan Cüceloğlu'nun kişisel gelişim ve kişiler arası iletişim konularında kitleleri aydınlatan başarısının sırrı nerede saklı?
Ortaokulu bitirdikten sonra, Silifke'de ortaokuldan üst derecede okul olmadığı için Ankara'da istihkam binbaşısı olan ağabeyimin yanına gitmiştim. Ankara Atatürk Lisesi'nde okumaya başladım. Her şey Ankara Atatürk Lisesi'ndeki Edebiyat öğretmenim Cahit Okurer'in "Bilim adamı olmak ister misin?" sorusu ile başladı diyebilirim. Bu soru benim benliğimi keşfetme, onu adım adım geliştirme yolunda köşe taşı niteliğindedir. Başarımın sırrı bu sihirli soruda saklı.
Her şey bir soru ile başladı yani. Sonra? Bugünün gözüyle geçmişe bakınca Edebiyat öğretmeniniz yaşamınıza ve geleceğinize nasıl ışık tuttu sizce?
Evet, şimdi düşünüyorum da, sevgili öğretmenim Cahit Okurer ileri görüşlülüğü sayesinde bende belli bir potansiyel gördü ki elimden tuttu, beni bırakmadı ve takip etti. Bu, can odaklı bir takipti. Öğretmenim bana nasihat etmedi hiç, benimle bir oldu ve siper oluşturdu. Yol göstermek yerine, kendi yolumu bulmayı ve açmayı öğretti. Yazları mektuplaşırdık. Oradaki özel iletişimizde de hep benim yanımda olduğunu hissettirdi, kafamı neye yorup neye yormamam gerektiğini içten içe duyumsattı bana. Yolumu ışıtacak kitaplar önerdi. Yani beni insan yerine koydu.
Ankara Atatürk Lisesi'ndeki edebiyat öğretmeniniz Cahit Okurer'in "Bilim adamı olmak istemez misin?" sorusu sizdeki potansiyeli açığa çıkardı şüphesiz. Sihri neredeydi bu sorunun sizce?
Çocukken büyükler seni insan yerine konunca, sen de farkında olmadan kendini insan yerine koymaya başlıyorsun. Bu, tüm çocuklar için geçerlidir. O zamana kadar kimsenin önemsemediği, sözünü dinlemediği, küçük deyip kulak asmadığı birini -benim gözümde çok önemli birini- önemli gördü, dinledi. Diyebilirim ki, ilk gençlik yıllarımda öğretmenim, yani bir büyük tarafından dinlenmek, bir birey olarak algılanıp yola koyulmak ve bu yolda yalnız olmadığını hissetmek birikimimin yapı taşıdır.
Sizin o çağlarda kendinizi önemli hissetmenizi sağlayan faktör neydi?
Bir insanı önemli hissettirmek için dinlemek lazım. Dinlemek en önemli şey; konuşmak değil, dinlemek… Edebiyat öğretmenim beni dinledi ve anladım ki o beni dinlediği sürece ben önemliyim. Onun gözünde daha önemli olmak istedim. Bir adım sonra, kendi gözümde de daha önemli olmak istedim.
Kişisel gelişim, bir anlamda kabuk değiştirme, yenilenme serüveniniz nasıl devam etti?
Bu keşif sürecinde öğretmenim yavaş yavaş yabancı dil öğrenmeyi hedef gösterdi bana. Mezun olduğum zaman beni İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji profesörü Mümtaz Turhan'la tanıştırdı. Yabancı dil üzerinde çok durdu. Onun için yabancı dil bilmek, bilim adamı olmanın en önemli şartlarından biriydi. Yabancı dil öğrenmeye başlayınca, kendime olan güvenim arttı. Yavaş yavaş ilerledim. Kitap okumaya başladım, anlamaya başladım. Böyle olumlu bir sarmal oluştu yani. Bu olumlu sarmal içerisinde ben de artık o Silifkeli, kimsenin önem vermediği, ailenin en gıcığı, "bizim oğlan" hadisesinden, yavaş yavaş kafası çalışan, İngilizce'yi anlayan, tabi bilimsel olarak anlamayı da başaran biri olma yoluna girdim.
Ülkemize zaman zaman yeni modalar ithal edilir. Çok geçmeden insanlarımız onu gündeme taşır. Kişisel gelişim kavramı dünyada biliniyor olsa da ülkemiz için yeni sayılır. Aynı süreç burada da işliyor. Artık herkes bu konu hakkında konuşur oldu. Öyle ki, yetkin ağız bulmakta zorlanıyoruz. Kişisel gelişimin Anadolu coğrafyasındaki seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk kültürünün geçmişine ve özlerine baktığın zaman kişisel gelişimin bir anlamı yok aslında. Çünkü kulluk kültürü içerisinde bir tarih yaşamış bir ulusuz biz. Yani kulun kişisel gelişimi tehlikeli bir şey olarak algılanabilir. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar deriz mesela. Buna benzeyen bir sürü sözümüz var. Bunların hepsi kişisel gelişime aykırı kodlar oluşturuyor insanların zihninde. Şimdi yavaş yavaş özel teşebbüs ve kapitalist felsefe geliştikçe kişisel gelişim kavramı hayatımıza girmeye başladı. Kişisel gelişim komünist-sosyalist düzende ne konuşulmuş ne de istenmiştir. Bir Amerikan ürünüdür ve o nedenle de kapitalist sistemin bir parçasıdır.
Alain de Botton'un, "Statü Kaygısı" diye bir kitabı var. Orada diyor ki; "İstediğin her şeyi yapabilirsin." Kapitalist sistemde her şeyi yapabilen karşısında aşağılık duygusuna kapılabiliyorsunuz, bu da içinizdeki kişisel gelişim nüvelerini canlandırıyor. Oysa önceden Anadolu coğrafyasında başarılı ve yükselen kişiler karşısında aşağılık duygusu gelişmezdi; çünkü Allah istemiş, başarmış denirdi.