Sait Çamlıca
“Öğretmenlik sabır işidir” derim sürekli. Ancak bilirim ki, sadece öğretmenlik sabır işi değildir. İnsanla uğraşmak, insanı eğitmek, insanı yönetmek her zaman zor olmuştur. Trafik polisi de insanla uğraşmak zorunda, yangına müdahale etmek için olay yerine giden itfaiyeci de… Belediye otobüsündeki şoför de şikayetçidir insandan, taksi şoförü de…
Öğrenci denilince aklımıza hemen “çocuk” geldiği için belki daha zor, daha büyük sabır isteyen bir alandır öğretmenlik. Belki de öğretmenlik mesleğinden geldiğim için yaramaz öğrencileri daha iyi biliyorum. Belki de kendi yaramazlıklarımdır bana bunu öğreten.
Daha altıncı sınıfa giden bir öğrenciden bütün öğretmenler şikayetçi olur mu? Evet, olur… Şayet bu öğrenci, her derste, her öğretmene sıkıntı yaşatıp her dersi kaynatan biri olunca, bütün okul tanır o öğrenciyi. Okul idarecilerinin tamamı tanır o çocuğu. Bütün öğretmenler bıkmıştır ondan. Sınıfta yaşanan her olumsuz olay, o öğrenciden kaynaklanır. Bazen okuldan atılır, bazen sınıftan kovulur, bazen disipline gider o öğrenci.
Yarasını Anlarsak Yaramaz Çocuk da Bal Gibi İşe Yarar
Okul, öğretmen ve diğer öğrencilerin penceresinden bakınca, “yaramaz” öğrenci damgalanır hemen. Böyle bir öğrenciden bahsetti bir öğretmen. “Bıktık hocam! Ne tavsiye edersiniz?” diye sordu bana, çayımızı yudumlarken. En yaramaz, ipe sapa gelmez öğrencilerin öğretmenler için nasıl bir kabus olduğunu bildiğim için, önce öğretmenlerin sınıfta çektiği sıkıntılar aklıma geldi. Gerçekten çok sinir bozucu bir durumdur, sınıfın en yaramaz öğrencisiyle uğraşmak.
Yaşadıklarımdan yola çıkarak, yaramaz çocuğun ailesini sordum öğretmene. “İki yaşında annesini kaybetmiş, babası öylece bırakıp başka şehre göç etmiş, amcası ve dedesinin yanında kalıyor ve sürekli dedesinden dayak yiyor” diye özetlediler, sınıfın ve okulun en yaramaz çocuğunu.
Bir anda bütün duygularım değişti yaramaz çocuğa karşı. İki yaşında öksüz kalmış, babasını hiç görmeyen, amcası ve yengesinin yanında sığıntı gibi yaşayan, dedesinden sürekli dayak yiyen bir çocuk hayal ettim. İçim acıdı… Bu yaşta, bu kadar ağır bir yük binmiş omuzlarına. Anladım ki, okulun en yaramaz öğrencisi, hayatta en ağır yükleri küçük yaşta omuzlarına almış olan öğrencisiymiş.
Anne şefkatinin sıcaklığından mahrum kalmamış olanlar, bu acıyı, bu ağır yükü anlamazlar. Baba gibi bir çınarın gölgesinden mahrum kalmayanlar, babasız olmanın nasıl bir yalnızlık olduğunu bilmezler. “Yetim ve öksüzün alıngan yüreğinden mahrum” amca ve yengelerin yanında büyümemiş olana, bu acıyı nasıl anlatacaksınız? Dayak gibi, bedenden daha çok ruhu yaralayan darbeleri her gün yemeyenler, dayak yiyerek okula gelen çocukların yaralı ruhlarını anlamakta zorlanırlar.
Yaramaz bir öğrenciye karşı sabırlı olmanın ne kadar zor olduğunu bilsem de, her gün yaralanan bir ruha sahip bir çocuğun, sınıfta kuzu gibi oturmasının da ne kadar zor olduğunu da bilirim.
Yaramazlık yapmak, bazen “Ben de varım! Ben de insanım!” diye çığlık atmaktır. Dersin ortasında herkesin dikkatini çekmek için yaramazlık yapmak, evde bulamadığı, göremediği ilgiyi, okul sıralarında telafi etmeye çalışmaktır.
Sınıfın en yaramaz öğrencisi, sınıfın en yaralı öğrencisi oluyor aynı zamanda. Yarayı görmeden yaramazlığı görmek, yanlış bir bakış açısıdır. Yarayı tedavi etmeden, yaramazlığı cezalandırmak, sorunu büyütmekten başka bir işe yaramayacaktır.
İlerde At olmak istiyorum!
Sevgi ihtiyacının nasıl bir acı olduğunu birçok öğrencimde gördüm. Bir ilköğretim okulunda, küçük bir grupla sohbet ettikten sonra, öğrencilere “İlerde ne olmak istiyorsun?” gibi klasik sorular sormaya başladım. Soru klasik olunca, cevaplar da klasik oluyor. Ancak arka taraflarda oturan bir öğrenci öyle bir cevap verdi ki, önce şaşırdım, sonra içim acıdı.
“Ben ilerde At olmak istiyorum” dedi. Bildiğiniz dört bacaklı at… Daha on yaşında. Önce çok şaşırdım. Böyle bir cevap beklemiyordum. “Acaba dalga mı geçiyor?” düşüncesiyle çocuğun yüzüne baktım. Gayet ciddi bir duruşu vardı. “Niye?” diye sormak bile aklıma gelmedi şaşkınlığımdan. Sonra öğrendim ki, bu çocuğun babası at yetiştiriyormuş. Bütün zamanını atlarla geçiriyormuş. Atların babasından gördüğü sevgiyi göremeyen çocuk, “Keşke bir at olsam da, babam benimle de ilgilense!” der gibiydi.
Babasının sevgisini görebilmek için, at olabilme hayali kuran çocuklar, sizin de içinizi acıtmıyor mu?