Aidiyet ve sahiplenme duygusu insan yaşamında çok önemlidir. Yaşamın vazgeçilmezlerinden biridir. Bir şeyin birine ait olması ve onu sahiplenmesi çok çok önemli. Mühim olan elindeki köfteyi değerlendirebilmektir. (Ama lütfen dikkat! Kurbağayı yemeden…) Sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilmeliyiz ve kıymetli olan şeylere de sahip çıkabilmeliyiz.
“Emanetin bağrı yufka olur…” demiş, hemen hemen her durum için bir söz söylemiş olan atalarımız. Her şey emanet, her şey geçici. Ama unutulmamalı ki bu, sahip çıkılmak üzere verilen bir geçicilik.
Üstlendiğimiz görev ve sorumluluklar da birer emanet. Üzerimize aldığımız makamlar, sorumluluklar, görevler… Anne/baba, müdür/öğretmen, amir/memur… Yeryüzünde uğraşılan işlerden herhangi biri… Herkesin bir makamı var, herkesin bir yeri… Kimi yukarıda, kimi aşağıda.
MAHMUT AÇIL
mahmutacil@hotmail.com
“Demiryolu işçilerinin çalıştığı bir şantiyede akşam yemeği veriliyormuş. Bir kazan köfte getirilmiş. Açık havada, ay ışığı ve yıldızların altında işçiler sıraya geçmişler, ekmek arası köftelerini ve ayranlarını alıp büyük bir iştahla yiyorlarmış.
İşçilerin en güçlü olanı, ancak en çok acıkanına sıra geldiğinde, kazanın içine bir kurbağa girmiş. Hava karardığı için köfteleri dağıtan kişi görmemiş kurbağayı. Aşçı, diğer köftelerle beraber bizim işçinin ekmeğinin arasına farkına varmadan sıkıştırıvermiş küçük, koyu yeşil, yaramaz kurbağayı. Zaten çok acıkmış ve sabrı iyice taşmış olan işçi tam ekmeği ağzına götüreceği sırada, bizim kurbağa ‘Wrraakk!’ diye ses çıkarmış. İşçi önce hayret etmiş, ekmeği ağzından uzaklaştırmış. Sonra tekrar ekmeği ağzına götürmüş ve kurbağa yine ses çıkarmış ‘Wrraakk! Wrraakkk!’ diye…
İyice acıkmış olan işçi, “Ey köfte!” demiş… “Sen benim nasibimsin… Wrrakk da desen Grraakk da desen yiyeceğim seni…”
Evet, işçinin mantığı düz, ama önemli. “Sen benim nasibimsin!… Sen bana aitsin!…”
Aidiyet ve sahiplenme duygusu insan yaşamında çok önemlidir. Yaşamın vazgeçilmezlerinden biridir. Bir şeyin birine ait olması ve onu sahiplenmesi çok çok önemli. Mühim olan elindeki köfteyi değerlendirebilmektir. (Ama lütfen dikkat! Kurbağayı yemeden…) Sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilmeliyiz ve kıymetli olan şeylere de sahip çıkabilmeliyiz.
“Emanetin bağrı yufka olur…” demiş, hemen hemen her durum için bir söz söylemiş olan atalarımız. Her şey emanet, her şey geçici. Ama unutulmamalı ki bu, sahip çıkılmak üzere verilen bir geçicilik.
Üstlendiğimiz görev ve sorumluluklar da birer emanet. Üzerimize aldığımız makamlar, sorumluluklar, görevler… Anne/baba, müdür/öğretmen, amir/memur… Yeryüzünde uğraşılan işlerden herhangi biri… Herkesin bir makamı var, herkesin bir yeri… Kimi yukarıda, kimi aşağıda. Kimi zengin, kimi fakir. Kimi büyük, kimi küçük. Ve kimi zaman çocuk, kimi zaman genç, kimi zaman öğrenci, kimi zaman sokak çocuğu…
Lakin bizden istenen bir şey var: Aldığımız nefesin hakkını vermek. Yediğimiz ekmeğin, içtiğimiz suyun hakkını vermeliyiz. Üzerimizdeki işin gereğini yapmalı, sınırları zorlamalıyız. Emanet’e sahip çıkmalıyız.
Çocukları Anlamak
Bu emanetlerden biri de çocuklarımız. Çocuklarımız Allah’ın bize lütfettiği ve bir müddetliğine de olsa sahip çıkmamızı istediği emanetlerdir. Ve biliyor musunuz, herkesin çocuğu kendi nasibine düşen köfte gibidir. Wrraakk da deseler, grraakk da deseler bu çocuklar bizimdir.
Farklı yaratılmışlardır, doğru! Hatta hayatı farklı düşünür ve farklı yorumlarlar. Birimizin çocuğu diğerininkiyle aynı şeylerden zevk almak zorunda değildir ki! Okul derslerinde bile birisi matematiği severken, diğeri tarih-coğrafya bağımlısı olabilir. Birisi bir görüşte âşık olurken, diğeri âşık olmanın tarifine takılır, yıllarca döner durur. Yaratılan çocukların hepsi birbirinden farklıdır. Asla ve asla biri diğerinden güzel ya da çirkin değildir. Ama hepsinin kendine özgü bir güzelliği ve özelliği vardır. Mühim olan, onu görebilmek. Sadece bakmak değil, baktığını görmek ve farklılığı fark etmek.
Aynen ormandaki ağaçlar gibi… Her birinin kendince güzelliği vardır. Her biri değerli, her biri önemlidir.
Birbirlerinden güç alırlar. Birbirlerine yaslanır, birbirlerini desteklerler. Ormanda bir ağaç olmak önemlidir. Ama ağaç gibi bir ağaç olmak. Köküyle toprağa bağlı. Sımsıkı sarılmış…
Onu seven ve besleyen bir toprakla hemhal olmuş. Bir de toprağa bağlı olmayan ağaçlar vardır ormanda. Havada asılı duran…
Her an tedirgin… Her an endişeli…
Bakın size ne diyeceğim. Bu gün, bu yazıyı okur okumaz evinize gidin. Ya da evinizdeyseniz hemen yapın bu dediğimi. Alın çocuğunuzu (çocuklarınızı) karşınıza. Onların önünde eğilin.
Bakışlarınız aynı hizada olsun. Gözleriniz karşı karşıya… Tutun kollarından. Önce göz göze gelin. Gözbebeklerinin tam ortasına bakın ve gülümseyin! Onun gözlerinde ve gülümsemesinde apayrı bir güzellik göreceksiniz. Bugüne kadar kimsede görmediğiniz bir güzellik.
İster çalışkan olsun, ister tembel; ister kısa olsun, ister uzun; ister şişman olsun, ister zayıf…
Nasıl olursa olsun dünyada ondan daha güzelinin olmadığını göreceksiniz. Yeter ki gözlerinin içine severek bakabilin.
O zaman siz bir toprak, o da kökleriyle size tutunmuş kendini güvende hisseden bir ağaç olacaktır. Toprak olun çocuğunuz için! O sizin ekmeğinizin arasına konmuş olan bir köfte, o sizin ve sadece sizin olan bir varlık!… Siz onu sevdiğiniz müddetçe size güzel görünecektir. Sizin nasibinize o düşmüştür.
Wrraakkk da dese, Grraakkk da dese sizin çocuğunuzdur!…