Değerli dostlar; ibret vesikası bir yazıyla karşınızdayım.. Yaşanmış bir vak’a..
Bu yazıyı daha önce de sizlerle paylaşmış olabilirim..
Ancak bu tür direk kalbe hitap yazılar arada sırada hatırlatılmalı..
Dolayısıyla da garip gureba hatırlanmalı..
Tabii evvela bunları kendi dünyamızda değerlendirelim ve ardından da alabildiğimiz kadar ders alalım..
“Delikanlılığa geçiş dönemindeyim” diye başlıyor Mimar Cevat Bey sonra da devam ediyor; “o zamanlar Anadolu’nun ufak bir şehrinde yaşıyorduk..” Bulunduğumuz yere bir sirk geleceğini duyunca fevkalade heyecanlanmıştım..
Ve sirkin geliş gününü merakla beklemeye başladım..
Orta halli bir memur olan babama hafta boyunca yalvardım..
“Babacığım, beni sirke götürürsün değil mi?..”
“Elbette yavrum” dedi babam!..
“Sirk hele bir gelsin, gideriz inşallah!..”
Nihayet o gün geldİ çattı.. Sevincimden adeta uçuyordum.. Heyecan içinde babamla bilet sırasına girdik.. Etraf, çoluk, çocuk, yaşlı, genç, her yaştan insanla doluydu.. Herkes sirke girmenin telaşı içindeydi.. Ve sıra bize gelmişti, bilet gişesiyle aramızda tek bir aile kalmıştı..
Altı çocukları vardı ailenin!..
Varlıklı olmadıkları hallerinden belliydi.
Üzerlerindeki elbiseler pahalı değildi, fakat temizdi..
Çocukların hepsi babalarının arkasında ikişerli sıra olmuşlar, terbiyeli bir şekilde sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı.. Neşeli bir şekilde, palyaçoları, filleri, aslanları, kaplanları ve o gece tüm göreceklerini konuşuyorlardı.. Daha önce hiç sirke gitmedikleri heyecanlı tavırlarından belliydi..
Nasıl gideceklerdi?.
Yaşadıkları ufacık şehirde doğru dürüst sinema ya da tiyatro yoktu ki, sirk olsun!..
Anneyle baba, çocukların önünde duruyorlardı ve el ele tutuşmuşlardı.. Gişedeki memur, babaya kaç bilet istediklerini sordu.. Baba, keyifli bir biçimde; “sekiz tane” diye cevap verdi..
Ve ardından da neşeli bir biçimde ekledi;
“Birbirini çok seven sekiz kişilik bir aileyiz biz!..”
Gişe memuru biletlerin bedelini söyledi..
O an, annenin eli, babanın elinden ayrıldı ve başı öne düştü.. Babanın ise dudakları titremeye başladı.. Baba, gişeye biraz daha yaklaştı ve “ne kadar dediniz, beyefendi” diye tekrar sordu!. Gişe memuru biletlerin bedelini tekrarlayınca, adam sıkıntıdan derin bir iç geçirdi..
Gişe memuruna hüzünlü gözlerle bakarak;
“Ama bizim o kadar paramız yok ki” dedi..
Gerçekten de o kadar parası yoktu adamın!..
Şimdi ne yapacaktı?..
Çocuklarına, onları sirke sokacak kadar parası olmadığını nasıl söyleyecekti?..
Babam ve ben olanları dikkatlice izliyorduk!.. Bir ara ani bir şey oldu.. Babam birden elini cebine soktu, cebinden bir miktar para çıkarttı ve yere düşürdü.. Ardından eğildi, parayı yerden aldı, adamın omzuna dokundu ve şöyle dedi; “Affedersiniz beyefendi bu para cebinizden düştü”..
Adam olup biteni anlamıştı.. Çok üzüntülüydü ama çaresizdi.. Babamın gözlerinin içine baktı, mahzun bir tavırla parayı aldı, gözleri yaşlanmış ve dudakları titrer bir biçimde ve de kısık bir sesle;
“Çok teşekkür ederim beyim!.. Allah sizden razı olsun!.. Bu yaptığınızın benim ve ailem için önemi çok büyük” diye konuştu..
Neticede, onlar biletlerini alıp sirke girdiler, biz de babamla evimize döndük!..
Sirki görmek bize nasip olmadı..
Zira babam cebindeki bütün parayı adama vermişti..
Evet, bizim sirke giremeyişimizin hiç önemi yoktu..
O baba, çocuklarına mahcup olmamıştı ya!..
Bütün mesele buydu..
*
Sami Özey
www.gencgelisim.com