Akıl, hayatı yaşayabilecek hale getirdikten sonra kendini ve ait olduğu insanı geliştirmekten vazgeçer. Bu durum, aklın "donma" ihtimallerinden biridir. İnsanlar hayatı yaşayabilme konusunda sahip olmak istedikleri asgari şartları ve imkânları elde ettiklerinde, oraya…
Yazar : Haki Demir
demirhaki@gmail.com
Akıl, hayatı yaşayabilecek hale getirdikten sonra kendini ve ait olduğu insanı geliştirmekten vazgeçer. Bu durum, aklın "donma" ihtimallerinden biridir.
İnsanlar hayatı yaşayabilme konusunda sahip olmak istedikleri asgari şartları ve imkânları elde ettiklerinde, oraya yerleşmek ve orayı korumak çabasına girerler. Hayatın yaşanabilir hale gelmesi, hayatın peşinden koşmanın zahmetini göğüslemekten kaçınmayı gerektirdiği gibi, sahip olunan değerleri korumasını da mecburiyet haline getirmektedir. Bir şeylere sahip olmak, yeni şeylere sahip olmaktan önce onları korumayı şart kılıyor.
Üniversitede öğrencilerinin aklının ve zihninin daha cevval olmasına mukabil, mezuniyetten sonra ve özellikle de iş hayatına atıldıktan sonra atalete düşmelerinin sebebi, hayat alanlarını kurmuş olmalarıdır. Ders kitabından başka kitap okumayan kara cahiller bir tarafa, üniversiteyi bitirene kadar yoğun tempoda kitap okuyanların dahi iş hayatına atıldıktan sonra kitap okumayı bıraktığı vakadır. Bunun sebebi, aklın faaliyetinin iş hayatına ayarlı hale getirilmesi olduğu kadar, aklın ilk fırsatta tembelliğe yönelmesidir. İş bulan ve belli miktar para kazanmaya başlayan kişilerdeki akıl (aklı iş hayatına ayarlı olanlar) faaliyetini o alanla sınırlandırıp dondurmaktadır. Üniversite örneği, hayatın her alanına tatbik edilebilir. Akıl, herhangi bir alana yöneldiğinde kendine bir hedef koymakta ve o hedefe ulaştığında faaliyetlerini asgariye indirmektedir. Hedefe ulaştıktan sonra devam eden faaliyetleri de genellikle elde ettiklerini korumaya dönüktür.
Akıl, belirlediği hedefe doğru hareket ederken zekâdan azami seviyede faydalanır. Fakat hedefe ulaştıktan sonra zekâdan faydalanmayı asgari seviyeye indirir. Akıl hedefine doğru ilerlerken, bilmediği veya en azından tecrübe etmediği bir alanda hareket etmektedir. İşte zekânın faaliyet alanı tam burasıdır. Bilinmeyen veya tecrübe edilmeyen alanlar zekânın faaliyet alanıdır. Akıl bilmediği veya az bildiği ya da tecrübe etmediği alanda faaliyet gösterirken, zekânın faaliyetine müsaade ettiği gibi onu faaliyete de sevkeder. Keşif aklın değil, zekânın hamle ve faaliyetlerindendir. Bilinmeyen alandaki hamleler keşif mahiyetindedir. Aklın keşif gücüne en fazla ihtiyaç duyduğu alanlar; bilmediği veya az bildiği ya da tecrübe etmediği alanlardır. Bu alanlarda faaliyet gösterirken zekâyı yanı başında görmekten memnun olur ve hatta zekâyı kendi yanına çeker.
İnsan zihninin en verimli faaliyetlerinden biri, zekâ ile aklın birbirine paralel ve birbirinin eksiğini giderecek şekilde çalışmasıdır. Zekâ ile aklın birlikteliğini sağlamak ise ilk bakışta kolay görünebilir fakat bu durum, zannedildiği kadar kolay değildir. Zeka ile aklın birlikteliğini sağlamak için gerekli şart; faaliyet alanının ve faaliyet istikametinin aynı olmasıdır. Zekânın, başka bir alana takılmış ve orada yoğunlaşmışken aklın faaliyet gösterdiği (veya faaliyet göstermek istediği) alana taşınması fevkalade zordur. Taşındığı takdirde de tam kapasite çalışmayacağı unutulmamalıdır. (İnsanlar bir konuyu düşündüklerini zannederler ama çok zaman akıl o konudayken zekânın başka bir konuda meşgul olduğunu fark etmezler.)
Bu şartlar temin edilebildiğinde sırası gelen şart şudur: Hedefin, aklın ve zekânın kapasitesine uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. Hem akıl hem de zekâ kendi kapasitesinin üstünde bir hedefe yönelmez. Başlangıçta yönelse dahi yolda o hedefi mutlaka bırakır. Hedefin akıl ve zekâdan birinin hacmine uygun, diğerinin hacmine uygun olmaması halinde, kapasitesine uygun olmayan unsur (zekâ veya akıl) yolda o hedefi bırakır ve birlikteliği bozar.
Hedefin akıl ve zekânın kapasitesine uygun olup olmadığını tetkik edecek olan akıldır. Bu nokta asla unutulmamalıdır. Aklın bunu yapabilmesi için hem kendinin hem de zekânın kapasitesini bilmesi gerekir. (Bütün bunlar insanın kendini tanımasını şart kılar.)
Bu açıklamalardan sonra "zeki akıl nedir" sorusunu sorabiliriz. Zeki akıl, aklın zekâyı kendi bünyesine yerleştirmesi veya zekâ ile birlikteliğini sürekli kılabilecek kadar "yoğunlaştırılmış münasebet" kurabilmesidir.
Güçlü Akıl
Aklın zekâyı kendi bünyesine yerleştirmesi ne demektir? Aklın zekâyı kendi bünyesine yerleştirmesi için "güçlü akıl" meydana gelmiş olmalıdır. Güçlü akıl inşa edilememiş ise aklın zekâyı kendi bünyesine yerleştirmesi veya arkasına takması mümkün olmaz. Diğer taraftan yüksek zekâ sahiplerinde akıl ne kadar güçlenirse güçlensin, aklın zekâyı kendi bünyesine yerleştirmesi kabil değildir. Zira yüksek zekâların özelliği zaptedilmez olmalarıdır. Bu durumda akıl ile zekânın yoğunlaştırılmış münasebet kurmasından başka yol yoktur.
Güçlü aklın özelliklerinden biri zaten zekâyı kontrol altına alabilmesidir. Zekâyı kontrol altına alabilmiş, onun imkânlarından ve verimlerinden faydalanabilen akıl ancak güçlü akıl haline gelebilir. Zekâdan bağımsız akıl, güçlü akıl haline gelemez; çünkü zekâ akıldan bağımsız olduğu taktirde aklı kendi peşine takıp sürükleyebilir. Sürüklenen akıl asla güçlü akıl değildir.
Akıl insan zihnini büyük oranda yönetebilmeye başladığında güçlü akıl haline gelir. İnsan zihnini büyük oranda yönetebilmeye başlamak, zekânın faaliyetlerini ya aklın bünyesi içinde gerçekleştirmeye ya da etki alanı içinde gerçekleştirmeye zorlar ve bunu başarır. Zekâyı, bir manivela gibi kullanabilen akıl, "zeki akıl"dır.
Zeka ile Akıl Ortaklığı
Zekâ ile aklın yoğunlaştırılmış münasebet kurması ne demektir? Zekanın mahiyeti nötr olduğu için istikameti yoktur. İstikametten kasıt özel istikametlerdir. Genel manada istikametleri vardır. Fakat genel istikametler de zekânın mahiyetinden kaynaklanmaz. İstidatların oluşturduğu zihni mecralar, zekânın genel istikametlerini oluşturur. İnsan istidat alanlarında daha kuvvetli anlama ve yapabilme imkânına sahip olduğu için zekâ tabi olarak o alanlara yönelir. Zekâyı istidat alanlarından (istidatların oluşturduğu mecralardan) başka alanlara taşımak zannedildiğinden zordur.
Akıl da istidat alanlarına yönelir fakat zekâ kadar güçlü şekilde değildir yönelişi. Zira aklın yönelişlerinde mesela ihtiyaç, istidatlardan daha az güçlü bir yönlendirici değildir. Acil bir ihtiyacın zuhur etmesi halinde aklı o ihtiyaçtan soyutlamak mümkün değildir ama zekâ o ihtiyaçtan başka bir alanda (mesela istidat alanlarından birinde) faaliyet gösterebilir.
Akıl ile zekâyı aynı alana taşımak ve aynı istikamete yönlendirmek, her ikisinin farklı alanlarda faaliyet gösterdiği durumlarda gerekli hale gelir. Eğer akıl ile zekâ yoğunlaştırılmış münasebet kurmuş ise her ikisinin aynı alana akmaları ve aynı istikamete yönelmeleri mümkün olabilir.
Yoğunlaştırılmış münasebet; akıl ile zekânın birbirine bitişik faaliyet gösterme alışkanlığını edinmesidir. Her zihni faaliyetin hem zekâya ait hem de akla ait bir kısmı vardır. Başka bir ifadeyle, akıl ve zekâ aynı zihni faaliyetin birer kısmını gerçekleştirir. Mesela insan bir konuyu düşünürken, o konuya ait kendinde (mesela hafızada) mevcut bilgilerle düşünüyorsa sadece aklın faaliyette bulunduğunu söyleriz. O konuda insanda bulunmayan malzemeleri (bilgileri) kullanarak düşünüyorsa zekânın faaliyetinde bahsederiz. Bu şu demektir: Bir konuda aklın sahip olduğu verilerin göstermediği ihtimali öngörebilmek, zekânın katkısıdır. Aklın sahip olduğu (hafızada mevcut) bilgilerle öngörebildiği ihtimaller ile bu ihtimallerin dışında öngörülen ihtimallerin tamamını aynı düşünce faaliyeti içinde değerlendirebilmek, akıl ile zekânın müşterek faaliyette bulunduğunu gösterir.
İşte bu müşterek faaliyette bulunmayı "düşünce teknikleri" içinde harmanlayabilmiş insanların aklı, "zeki akıl"dır.