Dâhileri Yetiştiren Dâhi Öğretmenler

0
1634

“Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize, gönül almak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana…” Şeyh Edebâli

Herkes böylesine güvenilir, kabiliyetli, deneyimli, bilgili öğretmenlerle birlikte olabilir mi? Bazı isimler kimsenin sahip olamayacağı öğretmenlerden ders aldı. Talih onlardan yana oldu. Yetişenden ziyade yetiştirenin elleri öpülesi…

Uluğ BeyàAli Kuşçu

İkisi de astronom, ikisi de matematikçi… Ali Kuşçu aynı zamanda bir kelâm âlimi, yani sözü kuvvetli bir zat…

Uluğ Bey’in, Semerkant’ta yaptırdığı medresesinde Ali Kuşçu normal bir öğrenci olarak ders alıyordu. Semerkant Rasathanesi’nde Uluğ Bey’in birlikte çalıştığı, devrin önemli gökbilim ve matematik âlimleri Bursalı Kadızâde Rûmi ve Gıyaseddin Cemşîd vefat edince onların yerine Ali Kuşçu rasathanede göreve başladı. Hatta rasathane müdürlüğüne kadar ulaştı. Uluğ Bey, arkadaşlarıyla birlikte başladığı ünlü “Uluğ Bey Zeyc”ini çalışkan öğrencisi Ali Kuşçu sayesinde bitirebilmiştir. 1449’da hocasının oğlu tarafından öldürülmesinden sonra genç Ali Kuşçu da hocasına yakınlığı dolayısıyla çevresindeki siyasî tehlikeden kurtulabilmek adına aynı yıl hacca gitmek üzere Semerkant’tan ayrılmıştır. Sonra Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın sözcülüğünü Osmanlı’ya karşı yaparak her iki tarafın da güvenini celb etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in davetiyle İstanbul’a gelen Kuşçu, Ayasofya medresesine müderris olmuştur.

Isaac BarrowàNewton

Barrow, hırsı olmayıp yerini başkalarına bırakacak kadar dürüst bir adamken Newton da hocasını mahçup etmeyecek kadar çalışkan bir dâhi…

Cambridge Üniversite’ne ilk matematik profösörü olarak atanan Barrow, matematik bilimi yanında ilahiyatla da uğraşan bir bilimci-düşünürdü. 1960’ta Cambridge’nin Trinity College’inde matematik eğitimine başlayan Newton ise kısa sürede öğretmenlerinin ilgisini çekti. Öğrencisi Newton’un kendisinden daha yetenekli olduğunu kabul eden Barrow, çalışmalarını genişletmesi için öğrencisine sundu. Barrow, diferansiyel hesabın geometriye uygulanmasını hazırlayanlardan kişidir. Newton da merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Barrow, 1663 yılında Cambridge’nin ilk profesörü olarak aldığı ünvanın profesörlük kısmını 1669’da Newton’a bıraktı. Zaten başarıyı dedelerinin elde ettiklerinde değil, genç nesillerin çalışmasında bularak yolu öğrencilerine bırakan Barrow da saraya papaz oldu.

AkşemsettinàFatih Sultan Mehmet

Biri alınamaz denilen bir yeri alarak çağ kapatıp yeni bir çağ açan fetihlerin sultanı… Diğeri de bu gücü ona vererek fethin manevî komutanı olmaya layık bir sultan hocası…

Osmancık medresesinin müderrisi olan Akşemsettin, hiçbir zaman durağan bir eğitime razı olmadı. Hayatını tasavvufçular gibi çoğu yerde dolaşarak, bilgilerini gittiği yerlerdeki insanlarla paylaşarak geçirmeyi tercih etti. Onun için asıl dönüm noktası 2. Murat tarafından 2. Mehmet’in hocalığına tayin edilmesiyle başlamıştır. 2. Mehmet’in padişah olmasına kadar devam eden eğitim, yerini Sultan Mehmet’in danışmanlığına bırakmıştır. İstanbul’un fethinde birkaç kez hüsrana uğrayan Sultan’ı, verdiği manevî destek ve inançla ayağa kaldıran hep o olmuştur. Fatih, İstanbul’u fethedip ilk girişinde şehir halkı tarafından karşılandığında, Akşemsettin’i sultan sandı halk. Akşemsettin de yanlış yaptıklarını açıklayınca Fatih, İstanbul’u kendisinin kuşattığını ancak akıl hocasının yanındaki bu yaşlı adam olduğunu söyledi. İstanbul’un ilk Cuma namazını kıldırmanın şerefini de hocasına verdi.

Mimar SinanàSedefkâr Mehmet Ağa

Süleymaniye Camii’ndeki ihtişam ve tevazunun görüntüsü Sultan Ahmet Camii’nde de mevcut…

Devşirmelikten devletin baş mimarı makamına ulaşan Mimar Sinan, Osmanlı topraklarının tamamını camii, mescit, medrese, türbe, imaret, darüşşifa, suyolu, köprü, kervansaray, bedesten, mahzen ve hamamlarla donatmıştır. Eserlerindeki sağlamlılık günümüze kadar ulaşmıştır. Her saray kubbesinden her harabe köşesine bir şeyler yaparak devlette büyük itibar görmüştür. Sultan Süleyman, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde toplamda 400’e yakın eser vererek Osmanlının en büyük ve ünlü mimarı olarak kayıtlara geçmiştir. Sedefkâr Mehmet Ağa, 19 yıl gibi büyük bir sürede Koca Sinan’ın hem öğrencisi hem de yardımcısı olmuştur. Bilinen en büyük eseri Sultan Ahmet Camii’dir. O da tıpkı hocası gibi saray baş mimarlığına kadar yükselmiştir. Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen büyüklük ve tevazu, Sedefkâr’ın yapıtları için de geçerlidir.

Şeyh EdebâliàOsman Gazi

Kim bilirdi küçük bir beyliğin tüm dünyaya diz çöktüreceği…

Osmanlı Devleti’nin kurucu Osman Bey dürüst, adaletli, cesur, tedbirli ve cömert bir beydi. Kendisini dini ve insanlık yönünden besleyen-yetiştiren kişi hocası Şeyh Edebâli oldu. Osman Gazi, Ahi şeyhlerinden Edebâli’nin görüşlerine değer verir ve ona saygı duyardı. Sık sık Şeyh Edebâli’nin Eskişehir Sultanönü’ndeki dergâhına gider ve misafir kalırdı. Osman Gazi, Şeyh’in dergâhında misafirken bir rüya gördü. Sabah olduğunda hemen Şeyh’inin yanına vardı: “Şeyhim, rüyama girdiniz. Göğsünüzden bir ay çıktı. Yükseldi, yükseldi… Sonra benim koynuma girdi. Göbeğimden bir ağaç büyümeye başladı. Büyüdü, yeşillendi. Dal, budak saldı. Dallarının gölgesi bütün dünyayı tuttu. Rüyam ne mânâya gelir?” Şeyh Edebâli’nin yorumu gerçeğin başlangıcı olmuştu: “Müjdeler olsun ey Osman! Hak Teâla sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım da sana eş olacak.” Gerçekten de Osmanlı gibi zamanının dünyasına hükmeden güçlü bir devlet, Osman Bey ile kuruldu ve devamı da Edebâli’nin torunlarından geldi.

MevlanaßàŞems

Hangisi hangisinin öğretmeni bilinmez ama ikisinin de hayatını birbirini bulduktan sonra anlamlandığı âşikar…

Şems’in 1244 yılında Konya’ya gelişiyle Mevlana’nın o zamana kadar sürdürdüğü düzenli hayatı tamamen değişmişti. Tebriz’den gelen Şems adındaki bu kişinin Konya ve diğer illerin en ünlü medrese hocası Celâleddin-i Rumî’ye olan etkisi sanılandan fazla olmuştu. Ağırbaşlı, ciddi, insanlarla dinî konuları konuşmanın dışına çıkmayan bu büyük zâtın çehresi Şems ile tamamen değişti. Gönül insanı, şair ve mutasavvıf olarak, İslam’ı sadece bilgiyle değil gönülle yaşamanın bilincine erişti. Şems sürekli olarak içindeki bu aşkı yazıya da dökmesini istedi. Ve Mevlana da dostu-hocasına inanarak Mesnevi tüm dünyaya ışık tutan eserlerini kalemle kalıcılaştırdı. Derslerine gitmeyip Şems ile evinin bir köşesinde inzivaya çekilen Celâleddin’in bu yeni hâli bütün Konya’yı şaşırtmıştı. Mevlana’yı kendilerinden uzaklaştıran sebebi Şems denen bu yabancıda arayan halk, rivayetlere göre Mevlana dostu Hak âşığı olan Şems’i öldürdü. Başka bir rivayete göre de Mevlana’sına zarar gelmesinde gören Şems, dönememek üzere ondan ayrıldı. Mevlana da o zamandan sonra kimselerle görüşmedi ve hocasının yok oluşundan kısa bir süre sonra vefat etti.

Joseph HaydnàBeethoven

Senfonilerin klasik biçimini saptadı ve en çok senfoni yapan isim Haydn. Beethoven da hocasının ilhamıyla ilk döneminde tamamen benzer eserler verdi ve kalitesiyle hocasını geçti.

Haydn, yaşadığı çağda kıymeti bilinen nadir insanlardan. Besteleriyle hem döneminin hem de geriye baktığımızda klasik dönemin en ünlü Avusturyalı bestecisi… Ününden ötürü pek çok yere davet edildiği ve gittiği yerlerin ilk olması sebebiyle oraya özel beste yapması istenirdi. Kendinden öncekilerden farklı olarak bestelerinde her çalgıyı kullanmayı çalışmış ve düşüncesiyle Mozart’ı bile etkilemiştir. Ancak asıl etkisi Beethoven’e olmuştur. Beethoven ile Esterhazy sarayında tanışmış ve ona orada ders vermiştir. Haydn’ın desteğiyle beste yapmaya başlayan Beethoven, ondan devraldığı prensipleri geliştirdi, daha uzun besteler yazdı ve daha tutkulu, dramatik eserler oluşturdu. Müziğe olan kabiliyeti o kadar olağanüstüydü ki sağır olduğu zamanlarda bile herkesin çok iyi bildiği 9. senfoni gibi insan duygularına en yakın sesleri üretti. Nitekim Öğretmen Haydn da şöyle demiştir onun hakkında: “Geleceğin en büyük kompozitörlerinden olacaktır ve onun öğretmeni olarak anılacağımdan ötürü mutluyum!”

Yahya KemalàNazım Hikmet

Hocasına tamamen bağlı olan Nazım Hikmet için Yahya Kemal, Türk Edebiyatı’nda örnek alınacak bir şahsiyetti.

Yeni Türk Edebiyatı’nın dört aruzcusundan biri olarak kabul eden Yahya Kemal, yaşadığı dönemde edebiyatın baş aktörlerinden biri olarak kabul edilse de sağlığında hiç kitap yayımlamamıştır. Klasik Divan şiiri ve konularını Batı şiirindeki bütünlük anlayışıyla millî bir ses ve yeni bir üslupla ele aldı. Nazım ise, serbest Türk nazmın başlatıcısı aynı zamanda modern Türk şiirinin en önemli temsilcisidir. Hayalden uzak, tamamen sese, görüntüye ilişkin toplumcu-gerçekçi eserler veren şair, fütürist akımın en önemli temsilcilerindendir. Bu iki büyük şairin yolu Bahriye Mektebi’nde kesişti. Nazım’ın, 1917’de girdiği mektepteki Tarih ve Edebiyat hocası Yahya Kemal’di. Nazım, öğretmenine o kadar büyük bir hayranlık duyuyordu ki yazdığı tüm şiirleri hocasına yorumlatıyordu. Eleştirileri büyük bir ciddiyetle kabul ediyor, hocası ne derse onu yapıyordu. İkili arasındaki ilişki o kadar ilerledi ki Yahya Kemal, öğrencisinin evine gidip orada da ders vermeye başladı. Hatta bu eğitim sırasında Yahya Kemal ile Nazım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanım arasında büyük bir aşk yaşanmış.

SokratesàPlaton

İlk anlambilimci Sokrat’tır. Basit sorgulamalar sayesinde her çeşit bilgide kavramların doğru yorumlanabileceğine inanarak bilimin ilerlemesine düşünsel çapta katkıda bulunmuştur.

M.Ö. 399 Atina doğumlu olan Sokrates, Antik Yunan filazofu ve Yunan felsefesinin kurucularındandır. Sokrat, hiçbir zaman düzenli bir eğitim vermemiş ve öğrencilerine hep “Kendini bil!” öğüdüyle yaklaşmıştır. Evreni anlamanın insanın önce kendisini tanıması ve kavramasından geçtiğini öne sürmüştür. Bu nedenle karmaşık problemlere aslında basit bakıp onu basitçe yorumlamaktan geçtiğine inanırdı. İnsanlığın yükselmesinin de ahlâklı olmanın sağlayacağını kabul ederdi. Platon ise akıl hocası Sokrates sayesinde Batı’nın ilk üniversitesi olan Atina Akademisi’nin kurucusudur. Hocasının ahlâk felsefesini daha da genişleterek bilgi ile ahlâkın, insanın mutlu-huzurlu yaşamasında tek geciş noktası olduğunu vurgulamıştır. Hocası Sokrat’ın, gençlerin ahlâkını bozduğu gerekçesiyle idama mahkûm edilmesi üzerine gerçekleştirdiği savunmayı kitaplaştıran Platon, yazı dünyasına ilk adımını bu acı olay ile atmış olur.

PlatonàAristotales

İyi bir öğretmen olarak Sokrates’i örnek olan Platon, elbette ki kendisi de örnek gösterilen ancak karşıt düşüncede bir hoca olacaktı Aristotales’e…

17 yaşındaki Aristo, Platon’un açtığı akademiye girince onun en yetenekli öğrencilerinden biri olur. Okumaya fazla düşkün olması nedeniyle hocası ona “okuyucu” lâkabını takar. Platon’un mantığıyla kendi duyusunu birleştiren Aristo, felsefî görüşlerini hocası gibi gizliden gizliye değil, halkın arasında dolaşarak açıklamaya çalışmıştır. Ona göre evreni, mantığı kullanarak anlamak mümkündür. Yani Platon’un görüşü olan akıl ve duyuları reddetmiştir.

Platon, ölmeden önce akademinin başkanlığını bu zeki öğrencisine bırakmamıştır. Çünkü aynı görüşü paylaşmadıkları için çokça çekişmeleri oluyordu. Hocasının ölümünden yıllar sonra kendisine dine karşı olduğuna yönelik bir suçlama başlar. Bunun üzerine Aristoteles, büyük öğretmen Sokrates’in yazgısını paylaşmak yerine Atina’yı terk etmeyi seçer. Böylece, Atinalıların felsefeye karşı ikinci bir suç işlemelerine fırsat vermez.
AristotalesàBüyük İskender

Kader, gerçekten tarihin bu iki ayrı milletten ünlü-dâhi insanını birleştirecek kadar oyunbaz…

Genç yaşta ölmesine ve 12 yıl gibi kısa bir süre tahta kalmasına rağmen adını dünya tarihine en büyük askeri dehâlardan biri olarak yazdıran kişi Büyük İskender’di. O zamanki sınırları bilinen dünyanın yaklaşık yarısını fetheden, Makedonya’nın bu en büyük hükümdar-komutanın öğretmenleri arasında elbette ki başka bir dehâ bulunmalıydı. Aristo, 13-16 yaşları arasındaki genç İskender’in kişiliğinin oluşmasında büyük rol oynadı. İskender’e bilim, tıp, edebiyat ve filozofi öğretirken, devlet yönetimiyle ilgili bilgiler de veriyordu. Hatta rivayet edildiğine gore fethettiği toprakların yönetiminde zorlanan İskender, bir zamanlar öğrencisi olduğu ancak hâlâ çok saygı duyduğu Atina’daki hocası Aristo’ya bir mektubunda şöyle der: “Topraklarım altındaki insanlara hakimiyet kurabilmek için neler yapmalıyım?” Aristo’nun cevabı ise ne denli gerçektir bilinmez ama çoğu devlet yöneticisinin bu şekilde hareket ettiği doğrudur: “İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini tayin edeceksin, fakat anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın.”


Emel Topçu

emeltpc@gmail.com

 

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız