Stephen COVEY’in Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı adlı kitabında geçen hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:
Eğitim filosuna bağlı iki savaş gemisi, günlerdir kötü hava şartlarında manevra yapıyordu. Ben en öndeki gemide görevliydim. Hava kararmıştı. Köprüde nöbet tutuyordum. Ara sıra yoğunlaşan sis nedeniyle görüş mesafesi kısaydı. Dolayısıyla komutan köprüde kalmış, bütün faaliyetleri denetliyordu.
Karanlık çöktükten kısa bir süre sonra, iskele tarafındaki nöbetçinin sesi duyuldu:
“Işık! Sancak tarafında!”
Komutan seslendi:
“Düz mü gidiyor, kıça doğru mu?”
Nöbetçi:
“Düz ilerliyor komutanım.” diye cevap verdi. Demek ki gemi ile tehlikeli bir çarpışma rotası üzerindeydik.
Komutan emir verdi:
“Gemiye mesaj gönder! Çarpışma rotasındayız. Rotanızı 20 derece değiştirmenizi öneriyoruz.”
Karşıdan şu mesaj geldi:
“Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir.”
Komutan:
“Mesaj gönder! Ben komutanım. Rotanızı 20 derece değiştirin.” dedi.
Karşıdaki:
“Ben deniz onbaşıyım. Rotanızı 20 derece değiştirirseniz iyi olur.” diye cevap verdi.
Komutan iyice hiddetlenmişti. Hırsla emretti:
“Mesaj gönder! Ben bir savaş gemisiyim. Rotanızı 20 derece değiştirin!”
Karşıdan cevap geldi:
“Ben bir deniz feneriyim!”
İlkeler deniz fenerindeki kayalar gibidir. İlkeleri çiğneyemeyiz, onlara sadece çarpabiliriz. Unutulmamalıdır ki, beyni kullanmamanın sonucu deniz fenerine çarpmakla sonuçlanır.
“Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.”
Newton
Bazen insanları hafife almak için “çocuk gibisin, çocuk gibi davranıyorsun” denir ya. Bu hikâyeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan.
Babası İspanya’nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûmdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken, babası için çizdiği resmi yanında götürdü, ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kâğıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı. Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da:
“Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?” dedi.
Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu:
“Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?”
Küçük kız babasına eğilerek, sessizce:
“Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!” dedi.
Çocuklar, beyinlerini yetişkinlerden daha mı pratik kullanıyorlar acaba?
John SEYMORE diyor ki:
Vücudun senin. Onu sev ya da nefret et. Hayat boyu seninle beraber kalacak. Hayat denen ve yaşadığın sürece devam eden bir okula kaydoldun. Sürekli dersler alacaksın ve bunlar hiç bitmeyecek, her gün yeni şeyler yaşama fırsatın olacak. Bazıları senin kontrolünde olacak. Bu deneyleri ya seveceksin ya da aptalca bulacaksın ama bunlar olacak. Hatalar yok yalnızca dersler var. Büyümek, deneme ve yanılma sürecidir. Başarısızlık yalnızca başarının alt basamaklarıdır. Önceki başarısızlıklar sonraki başarıların temsilcileridir.
Dersler, öğrenilene dek tekrar edilir. Dersler, çeşitli şekillerde öğrenilene kadar sana sunulacaktır. Derslerini tümüyle öğrendiğinde ancak diğerlerine başlama hakkın olacaktır.
Öğrenmek asla bitmez. Hayatın hiçbir bölümü derssiz olmaz, yaşadığın sürece öğrenilecek dersler olacak.
“Orası” buradan daha iyi bir yer değildir. Hayatının her anında aslında buradasın. Buradan başka her yer orası olacaktır ve her zaman “orası” “buradan” çok daha iyi görünecektir.
Sensiz ya da seninle… Başkaları senin aynandır. Kendinde sevip ya da nefret ettiğin şeyler olmadan başka insanları sevemez ya da nefret edemezsin.
Hayatta ne yaptığın tamamen sana bağlıdır. İhtiyacın olan bütün kaynaklara sahipsin. Onlara ne yapacağın tamamen senin sorumluluğun… Seçim senin.
Lilay Koradan