Başkanlık sistemi nedir? Başkanlık sistemi nasıl işler? Başkanlık sisteminde uygulamalar nasıldır?
Merhaba arkadaşlar. 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yalnızca 4 gün kalırken, Türk halkının son zamanlarda gerek medyadan aşina olduğu gerekse dost meclislerinde sıkça dile getirilen “Başkanlık Sistemi” hakkında bir yazı kaleme almak istedim. Üniversite eğitimimin 2.yılında “Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler” dersimizde ABD’nin başkanlık sistemini ve başkanın görevleri ile ilgili sunum hazırlayıp sunmuş biri olarak, eminim ki başkanlık sistemi hakkında sırf bazı kanaat liderleri istedi diye “olur” diyen dayılarımıza zıt olarak, sizlerle bu sistemin Türkiye’ye nasıl uyarlanması gerektiğini anlatmaya gayret edeceğim. Etrafımda ” Türkiye’ye başkanlık sistemi gelsin yahu! ” , ” Bizim neyimiz eksik Amerika’dan! ” , ” Biz de dünya ülkesiyiz, dünya liderimiz var! ” tarzı cümleleri epey bir duyar oldum şu son zamanlarda. Kendi babam dahil, başkanlık sistemine geçersek Amerika gibi büyük devlet olacağız tarzında düşünen azımsanamayacak bir kitle mevcut. Saygı duyuyorum kişisel ülkülere – ideolojilere ve isteklere. Fakat birazdan yazdıklarımı okuduktan sonra, en azından bir siyaset öğrencisinin gözünden bu sistemin ülkemizde nasıl işleyebileceğini, nasıl bir dezavantajı olacağını göreceğinizi umuyorum. Kemerlerinizi bağlayın, kahvenizi & kullanıyorsanız sigaranızı hazırlayın. İşte başlıyoruz!
Evet sevgili dostlarım, değerli okur abilerim – ablalarım. Gerçekten tarihi günler yaşamaktayız. Başlıkta da belirttiğim gibi, tam bir “Be or Not To Be” havasında geçiyor şu günlerimiz siyaset liderlerimiz için. “Mavi köşede”, eğer Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamazsa bir daha Başbakan seçilemeyecek olan Recep Tayyip Erdoğan; “kırmızı köşede” ise yıllardır birbirlerine rakip olan CHP & MHP’nin yanı sıra, transfer sezonu bitmesine 1 gün kala kadroya dahil edilen yıldız Brezilyalı santrafor tadındaki “Cemaat”. Ayrıca, bence bu müsabakanın oy oranlarını asıl belirleyecek “hakem” rolündeki “Selahattin Demirtaş”. Öyle ilginç bir süreç ki bu; daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi tamamiyle satranç oyunu gibi. Birbirlerinin tabanından oy toplamak için kıyasıya hamleler gerçekleştirilmekte. Çatı aday, tamamen bu amaca hizmet edermişçesine belirlendi mesela. İslam İşbirliği Örgütü genel sekreterliğini yürütmüş Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, dindar profili ve söylemleriyle (her ne kadar sloganı sebebiyle halk gözündeki itibarı azalsa da) AKP’nin çekimser kesiminden oy koparmak için atılmış bir hamledir. Öteki tarafta, yıllarca Başbakan’lık yapmış ve iktidarı için can ciğer kuzu sarması olduğu ve yıllardır beraber gülüp beraber ağladığı cemaat üyeleriyle meydan muharebesine kalkışan bir Kasımpaşa yiğidi : Recep Tayyip Erdoğan. CHP ve MHP’nin koalisyonunun elini güçlendirdiğinin farkında ve mitinglerinde lafını hiç ama hiç esirgemiyor kendisi sağolsun.
Neyse, gelelim asıl konumuza : Başkanlık Sistemi! İnternette ufak çaplı bir araştırma yapacak olursanız (ki yanlış birşey aktarmamak için ben de yaptım) göreceksiniz ki herkes farklı bir telden çalmış. Kimisi diyor ki vay efendim parlementer sistemde istikrar yok, kimisi de “ah azizim otoriter bir rejim oluruz, diktatörlüğe döneriz” şeklinde dert yanıyor. Merak etmeyin sayın okurlarım – dostlarım. Bütün avantajlara ve kaygılara değineceğim.
Başkanlık sistemi varsayımını tamamen Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanması ihtimalinden yola çıkılarak ortaya atılan bir komplo olarak görmekteyim. Hatta, toplumda bu sistemle ilgili bir bilinçaltı zemini de hazırlandığını düşünmekteyim. 55 yaşındaki Halime teyzemiz, “TRT Seçmenin Sesi” programını izleyip oradaki soruları gördükten sonra kendi kendine şöyle diyebilir : “Yahu devletin kanalı başkanlık sistemi ile soru soruyorsa kesin Tayyip Erdoğan kazanır bu sistem geçeriz”. Evet, bahsettiğim TRT programını ben de izledim bir kaç kere. Aydın programına denk gelmiştim ilk izlediğimde. İnanın şok oldum; yahu bir devlet kanalı nasıl olur da kendi sisteminin değişeceğine dair zemin hazırlayıcı – nabız yoklayıcı sorular sorar? İnsan gerçekten hayret ediyor (bakınız : Abdullah Gül). Tarafsız açıdan olaya şöyle bir bakarsak, bu programda art niyet aramamak elde değil. Toplumun her kesimine soru yöneltiyorlardı, bu güzel. Fakat soruların içeriği kafa karıştırıcı. İlginç.
Şu günlerde hangi AKP sempatizanı vatandaşla görüşsem, başkanlık sistemini öve öve bitiremiyor. Sadece Amerika’da olduğunu bildikleri bu sistemi, her nasılsa “dünyanın bütün büyük güçleri bu sistemle yönetiliyor” diye savunmaya geçiyorlar. Çok ilginç ve kulaktan dolma olduğu aşikar. Soruyorum konuşmalarımız esnasında, “Amcacım – abicim – ablacım peki bu başkanlık sistemiyle neler değişecek – nasıl bir yörüngeye gireceğiz?” diye; cevap çoğunda acı bir şekilde aynı : Tayyip tek adam olacak! Şimdi, işin aslına bakalım. Bu cümleleri kurduran aslında Tayyip Erdoğan’ın söylemleridir. Halk miting konuşmalarında öyle bir aşılanıyor ki, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini bilmeden, Tayyip’in dedikleri doğrultusunda nutuk atıyorlar. Tayyip Erdoğan, özünde temsili bir devlet yöneticiliği olan Cumhurbaşkanlığı’nı bile “Ben Cumhurbaşkanı olursam habersiz şunlar şunlar olmayacak” deme cesaretini göstermiş bir adaydır. Üslubu ve agresifliği mitinglerine oldukça yansımakta ve sanıyorum ki Cumhurbaşkanlığı mevkiisini adeta bir Başbakanlık olarak görmektedir.
Hal böyle olunca, Recep Tayyip Erdoğan’ın arzuladığı ve halkın bilinçaltına yerleştirdiği başkanlık sistemi nasıl olur diye soru işaretleri beliriyor kafamızda. Evet, Amerika’da sistemli bir şekilde Demokratların ve Cumhuriyetçilerin koruduğu başkanlık sistemini Türkiye’ye nasıl entegre edeceğiz? Bu konuda endişeler büyük. Zira günümüzde iktidarın otoritesinin ve saydamlığının sorgulandığı, yürütmenin yanlış anlamıyla hayata geçirildiği, yargının tarafsızlığını ve güvenilirliğini neredeyse yitirdiği ve yasamanın da tabiri caizse “Allah’a emanet ” olduğu güzel ülkemizde, Latin ülkeleri gibi otoriter rejime dönebilecek potansiyele sahibiz. Yakın geçmişimizde mevcut olan darbelerimiz, Başbakan’ın tek adam tavırları da bu otoriter rejim kaygılarını bir açıdan güçlü kılmakta. Hele ki, AKP seçmeninin şahsi görüşümce öyle bir kesimi var ki; Tayyip Erdoğan “yoğurt siyahtır!” dese benimseyip Twitter’da tag açarlar. Ve bu tarz seçmenlerin oluşturduğu kitleler de doğal olarak başkanlık sisteminin diktatörlük kısmını pek önemsemediğinden, toplumun bir kısmının endişelerinin de haklılık payı ortaya çıkmaktadır.
Başkanlık sisteminde, Amerika örneğini ele alalım. Temsilciler Meclisi ve Kongre’den oluşan iki farklı meclisleri bulunur. Amerikalı kardeşlerimizin. Yasama – yürütme ve yargı kesin olarak birbirinden bağımsız ve ayrıdır.Başkan adlı zaat, yardımcısı ile 4 senede bir seçiliyor ve en fazla iki kez göreve gelebiliyor. Bakalım neymiş bu Başkan efendinin başlıca görevleri :
* Hükümet toplantılarında son söz Başkan’a aittir.
* Kabineyi Başkan atar. İstediği bakanı kabinesinden çıkarabilir.
* Ordunun başındaki yegane güçtür.
* Yasalara karşı suçlu durumda olan birine af gösterme lüksü bulunur (!)
* Yüksek Mahkeme Yargıçları’nı atama yetkisine sahiptir.
* Meclis kararlarını veto yetkisi bulunur.
* Devlet tanıma – büyükelçi atama yetkilerin yanında, dış politikanın karar merkezindedir.
Şimdi, efendim… Tek tek bu görevleri inceleyelim :
Hükümet toplantılarında – meclis kararlarında son söz ve veto yetkisi Türkiye Cumhurbaşkanı’nda toplansın, siyasi bir irade oluşturur ve bir bakımdan istikrar da sağlayabilir aslında. Fakat şöyle bir gerçek var ki, eğer Tayyip Erdoğan bu agresiflik ve başıbuyrukluk ile hangi çizgiye daha yakın durur? Latin Amerika diktatörüne mi yoksa bir Amerikan başkanına mı? Yorum sizindir.
(Bir Latin Amerika devleti olan Venezuela’nın merhum Başkanı Hugo Chavez. Kendisi gerçekten iyi bir yönetici, gücünü halkı için kullanan bir siyasetçiydi. Toprağı bol olsun…)
Kabineyi Cumhurbaşkanı atayabilir, bunda herhangi bir sorun yok kanımca. Çünkü zaten kabineyi oluşturan bakanlar daima Başbakan’a – Cumhurbaşkanı’na yakın siyasetçilerdir.
Ordu’nun başındaki komutan olacaksa Tayyip Erdoğan, olsun be gülüm… Bana kalırsa yine bir sıkıntı yok. Atamalar konusunda kayırmacılık olur elbet, ona zaten alıştık artık.
Suçluları af yetkisi. Heh işte zurnanın da zırt dediği yer burası olabilir arkadaşlar. Türkiye’de halkın büyük kısmının nefret ettiği “Milli Suçlu” diye adlandırabileceğimiz kişi kimdir? Cevabı biliyorsunuz. Açıkçası Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra Abdullah Öcalan’a da af çıkacaktır. Kapalı kapılar ardında ne dönüyor bilemeyiz, benim kendi tahminim bu yöndedir. Ayrıca, çıksın yahut çıkmasın bana kalırsa Öcalan’ın desteklediği mücadele her şekilde varlık gösterip kendini Türk siyasetine monte etmiş durumda zaten. Saygı duyuyorum, hayırlısı olsun.
Yüksek Mahkeme Yargıçları’nı eğer Tayyip Erdoğan atayacaksa yandık doğrusu. Zaten yargı bir zamanlar ilkokulda kullandığımız oyun hamuru oldu. Daha beter hale gelebilir. Cumhurbaşkanı için hava hoş, sülale rahat. Yargı – yasama – yürütme bizde pek bir bağımsız olmadığından, muhalif kuruluşlar ve kişiler için büyük problemler doğurabilir bu yetki.
Meclis’in çoğunluğunun AKP üyelerinden oluştuğunu varsayarsak, pek bir veto yetkisine gerek kalmaz diye düşünüyorum. Sembolik bir yetki Türkiye için.
Oyşşh. En sevdiğim bölüm geldi. Dış Politika! Vay o Suriyeli Esed’in, İsrail’in, Mısır’ın haline… Yandılar! Zaten günümüzde aramızın iyi olduğu komşu kalmadı, hepten dünyaya küstürecekler bizi. Endişem bu yönde. Hani Erasmus’la falan yurtdışına – Avrupa’ya açılıyoruz en azından. Bak Cumhurbaşkanı olursa Tayyip Erdoğan vay efendim öğrenciler gidiyor kötü alışkanlıklar ediniyor falan diye onu da kaldırır. Bir oraya el atmamıştı zaten. Acı ama gerçektir ki; Türkiye’nin dış politikası iflas eşiğindedir. Hani şöyle Osmanlı torunuyuz böyle dünyaya hükmettik falan demekle, sadece kendi seçmeninin gözünü boyayan AKP liderleri, dış ülkelerle nasıl bir siyasi ilişki içerisinde olacak gerçekten çok merak ediyorum Başkanlık rejimi ile birlikte. Çünkü Davutoğlu yine ılımlı – sakin birisi. Ama Kasımpaşalı Uzun Adam ortalığı tozu dumana katacak gibi. Sabırsızlıkla bekliyorum.
Şimdi, bazı okuyucularım şöyle diyebilir ” Yahu o kadar anlattın madde madde neresi kötü yahu bu sistemin?” Bu kısım sizin için geliyor. Hazır olun.
Türkiye öyle bir ülke oldu ki, kalıba ve tanıma sığmıyor. Özellikle son dönemdeki muhafazakar-demokrat kimliğiyle karşımıza çıkan siyasilerimiz, zaman zaman milliyetçi, bir o kadar liberal ve yeri gelince de en sosyalist kimseler olup çıkıyor karşımıza. Başkanlık sistemi bu açıdan tehlikeli sonuçlar doğurabilir Türkiye’ye. “Hadi canım oradan!” diyebilirsiniz bana. Fakat orta bir çizgisi olmayan devlet rejiminden bahsediyorum size. Ya diktatör olup baskı kuracaksın ki tek kuvvet sen olasın; ya da o kendini bir tuttuğun Amerika gibi sülaleden liberal olacaksın ki her sorun rahatlıkla çözülsün, ekonomi kapitalizm merkezine oturtulsun falan filan. E şimdi şöyle bir baktığımızda bizim mevkii nereye doğru kayıyor? Latin Amerika’ya. Çünkü belirli bir ekonomi & siyasal ideolojiye sahip değiliz. Hala devletçilik ilkesine bağlı olduğumuzdan tutucu bir siyaset gütmekteyiz aslında ve bu açıdan ” Ben liberalim ” deyip de başkanlık sistemine geçersen işte o zaman şirinleri mi görürsün Gargamel’i mi orası meçhul.
Daha önce belirttiğim gibi, başkanlık sistemi risklidir. Çünkü bu sistem Amerika menşeili bir sistem ve adamlar buna göre düzenlerini kurmuş. Sen şimdi tepeden inme bu rejimi benimsersen kum zemine rezidans dikmiş olursun, pek hoş olmaz bu da. Tamam kabul, yürütme açısından gerçekten olumlu bir rejim bu. İşler tıkırında ilerler ve sorun olmaz. Fakat özellikle benim kafamda büyük soru işaretlerine sebep açan yargı konusu pek bir tuhaf karaktere bürünecektir.
Eski Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel bakın ne demiş :
” Seneler öncesinde benim de savunduğum bir sistemdi. Ama evvela elimizdeki mevcut sistemi “işletmemiz” lazım. Başkanlık sistemi sadece halkın başkanı seçmesinden ibaret değildir. Bu sistemde her şeyi yeni baştan kuracaksınız. Başkanlık sistemini tek idare edebilen ülke ABD’dir.”
Süleyman Demirel’in de belirttiği gibi, çok dikkatli olunması gereken bir konu Başkanlık Sistemi. Türkiye gibi her gün yeni bir siyasi çalkantının olduğu bir ülkede, iyi etüt edilmeden ve gerekli uygulamaları ülke yararı gözetmeden bazı değişiklikler gerçekleşirse, sanıyorum ki post-modern diktatörlük rejimi çizgisine pek bir uzak mesafede kalmayacağız.
Arkadaşlar, başkanlık sistemine dair düşüncelerim – kaygılarım bunlardan ibarettir. Umarım sizlere konuyu biraz daha olsun açık hale getirmişimdir. Yazımı beğendiyseniz, sizden ricam Facebook ve Twitter’dan paylaşıp daha fazla kişiye ulaşmasını sağlamanızdır. Bunun için şimdiden çok teşekkür ederim her birinize. Bunca siyasi sohbetten sonra, yüzünüzde bir tebessüm bırakmak için zamanında ABD sunumumda da kullandığım bir capsi paylaşmak isterim sizlerle. Kendinize iyi bakın 🙂
” KEEP CALM AND HAYIRLISI BE GÜLÜM “
*
Diğer yazılarım için : www.umahta.blogspot.com.tr
*
Engelleri Kaldır Organizasyon Komitesi Üyesi | OC Member of Break Up the Barriers Project | AIESEC Izmir in Turkey