Burak ÖZÇETİN
Denedim yaşamayı… Aslında denemeyi denedim bunca zaman… Yaşamaya fırsat bırakmadı sevdiklerim… Ya ben ramak kaldım hatıralara ya da hatıralar zaman dilimimde hiç olmadı. Bilmiyorum… Sadece denedim, işte o kadar. Yer edinmiş acılarıma, dertlerime bakıyorum da… Her biri ayrı kesti ruhumdaki benliği… Benim olmayan ama beni benden alan yaralarımda bu kaçıncı vuslattır, bilemedim. Hiç de hesaplayamazdım aslında, dört işlemle
dönse de dünya. Kaç beden önce hissetmek gerekirdi ruhundaki, ruhumdaki çıkmazları?..
Zeytin dalını başına geçirmiş bir hayat, barış nağmeleri atarken umarsızca sağır insanlığa;
nedendir bilemedim kaybedişlerimi… Savunduğum hiç bir yargı da yoktu, beni ben yapan,
insanlığa düşman edecek kadar… Bir düşünce adamı da değildim, toplumları ayağa kaldıracak… Benim savaşlarımda kan, silah ve bir başkasının gözyaşı olmazdı hiç bir zaman.
Aslında bakarsan, barışta da… Ama dedim ya, kendimeydi kaybedişlerim; kendi kendimeydi “diriliyorum” derken düşüşlerim…
Güçlü olmamız gerektiği söylenir her zaman. İtaatkâr bakışlarımızla kabul ettiğimiz o satırları… Neden diyemediğimiz utançları…”Kime karşı ?”diye soramadığımız çaresiz kimliği düşünüyorum da… Aslında çocukluktan başlamışız savaş haline… İleride oluşacak yıkımlara darbelere… Bu yüzden değil midir konuşmayı bile tam bilemediğimiz çağımızda kumdan kaleler yapıp sığınmaya çalışmamız? Bu yüzden değil midir, her bulduğumuz aralıkta ufak taşlardan yuva kurma çabamız? Hep korunmaktan yana büyütmeye çalıştıkları yanımız? Hani derler ya, “hayat tozpembe değil; bir gün pembesi gideri tozu kalır” diye. İşte o haldeyim. Rafta yıpranmaya yüz tutmuş bir belge misali, mutluluğa karamsar bakmayan tarafım… Yenilgilerime bir yenisini daha kattım bak bugün… Gülüşlerine bir gözyaşı daha bıraktım hayat! Savaş haline, kalelerine saklanmış minik hayallere ve dahası mutluluk diye üstlerine soğuk gecede battaniye örtmüş milyonlarca kalbe inat, kalkanlarımı bıraktım, silahlarım yerde…
Boş bir arazi… Sadece sen ve ben hayat! Gel ve beni al!