Hayat mı Bizi Yaşıyor, Biz mi Hayatı?

0
1081

Hayatın Kölesi miyiz, Yoksa Efendisi mi?
Hayatı kendimize yük edinmemeliyiz. Hiçbir insan, dünyaya gelişini, cinsiyetini, ırkını, hangi ülke vatandaşı olacağını, hangi dine mensup bir ailenin çocuğu olarak doğacağını, fiziksel özelliklerini kendisi seçmemiştir. Bu durum Kuran-ı Kerim’de En’am Süresinin 111. ayetinde “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir” buyruğuyla belirtilmiştir.
İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği hayatı yaşamak zorundadır. Zira kendi hayatına son vermesi, Allah’ın yasakladığı bir davranıştır. Ebû Hureyre’den rivayetle bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır: “Her kim kendini bir demir parçasıyla öldürürse, demiri elinde karnına vuruyor olarak ebedi ve daimi surette Cehennem ateşindedir. Her kim de dağdan aşağı atıp kendini öldürürse yüksekten düşer olduğu halde, ebedi ve daimi surette Cehennem ateşindedir.”

 

 

NİYAZİ FIRAT ERES
niyazieres@sibermekan.com

 

Hayatın Kölesi miyiz, Yoksa Efendisi mi?

Hayatı kendimize yük edinmemeliyiz. Hiçbir insan, dünyaya gelişini, cinsiyetini, ırkını, hangi ülke vatandaşı olacağını, hangi dine mensup bir ailenin çocuğu olarak doğacağını, fiziksel özelliklerini kendisi seçmemiştir. Bu durum Kuran-ı Kerim’de En’am Süresinin 111. ayetinde “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir” buyruğuyla belirtilmiştir.

İnsan, Allah’ın kendisine bahşettiği hayatı yaşamak zorundadır. Zira kendi hayatına son vermesi, Allah’ın yasakladığı bir davranıştır. Ebû Hureyre’den rivayetle bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır: “Her kim kendini bir demir parçasıyla öldürürse, demiri elinde karnına vuruyor olarak ebedi ve daimi surette Cehennem ateşindedir. Her kim de dağdan aşağı atıp kendini öldürürse yüksekten düşer olduğu halde, ebedi ve daimi surette Cehennem ateşindedir.”

Her ne olursa olsun doğduğumuz andan itibaren hayatın içindeyiz. Bunu yok sayamayacağımıza göre, hayatı kendimize yük haline getirmeden, kendimizi ve hayatı tanıyarak hayatın bizi taşımasının yolunu bulmalıyız. Bu sayede mutluluğumuzu ve insanlık değerlerimizi de artırabiliriz. İnsanın buna gücü vardır. Zira Kuran-ı Kerim’de İsra Suresi’nin 70. ayetinde; “Biz, gerçekten Âdemoğullarını yücelttik; onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine en temiz şeylerden rızıklar verdik ve yarattıklarımızın çoğuna üstün kıldık” buyrulmuştur. Bu ayette de görüldüğü gibi insanoğlu, evrendeki yaratılmışların en üstünüdür. Fakat insana verilmiş olan ve insanın bu üstünlüğe erişmesine engel olan nefis, hayatın insanın üzerine bir yük gibi çökmesine sebep olmaktadır.
Birçok insan nefsinin esiri ve hayatın hamalı olarak, şikâyetçi bir yaşam sürmektedir. İçinde bulunduğu birçok durumun sebebinin kendisi olduğunun farkında olmayan insanlar, aynı zamanda öfkeli ve isyankâr davranmaktadırlar. Oysaki bu öfke ve isyan, hayata nasıl baktığı ile ve onu nasıl gördüğü ile ilişkilidir.

Yaratılıştaki özellikleri ne kadar üstün ve iyi olursa olsun, insan bu üstünlüğü kendi eliyle yok etmekte ve bundan faydalanamamaktadır. Bunun başlıca sebebi; iyilik, doğruluk, güzellik, sevgi, dürüstlük, cömertlik, adalet gibi değerler yerine; insana ilk bakışta hoş görünen bencillik, çıkarcılık, hırs, kibir, kıskançlık, cimrilik, hıyanet, adaletsizlik, yalan, kötülük gibi alçaltıcı davranışlara yönelmektir.

Kuran-ı Kerim’de, insanın iyi ve doğru davranışları seçmesinde irade sahibi olduğunu gösteren ayetler vardır. İnsan Suresi’nin 3. ayetinde; “Biz, şüphesiz insana doğru yolu gösterdik. İster şükreder, ister küfreder” denmektedir.
Beled Suresi’nin 10. ayetinde; “Biz ona (iyi ve kötü) her iki yolu da gösterdik.”
Müddessir Suresi’nin 38. ayetinde ise; “Her nefis, kendi kazancıyla tutulur” buyrulmuştur.

Hayat Size Yük Olmasın!

İnsan, insan olma özelliğini, değerlerini, varoluş amacını anlayıp bunları hayatına yansıtabildiği oranda, hayatın kendi üzerindeki ağırlığından kurtulur ve mutluluk seviyesini yükseltebilir. Bu yapılamıyorsa; düşünce tarzında, hayata bakışında, inanç sisteminde bir yanlışlık olduğunu söyleyebiliriz. Bunların yanlışlığı ya da doğruluğu, insanın hayatının her aşamasıyla doğrudan ilgili olduğu gibi, ahiret hayatı ile de ilgilidir. İnsanı yüceltecek olan; kendisine verilen özellikleri doğru kullanmak mahvedecek olan da yine kendisine verilen özellikleri kullanamamaktadır.

Sahip olmayı arzuladıkları ne olursa olsun, neyi tercih ederse etsin; insan mutlaka bir bedelle karşılaşır. Bu bedel, maddi olabildiği gibi, zihinsel ve ruhi sıkıntılar, huzur, erdemlilik, kanaatkârlık gibi manevi bedeller de olabilir. Bu sebeple arzularımız, tercihlerimiz üzerinde büyük etkiye sahiptir ve hayatın yükünü belirler. Gereksiz arzu ve tercihlerle ağır bedellere mahkûm olmamak akılcı bir davranış olacaktır. Aksi durumda pişmanlıklar doğacak ve hayatın yükü artacaktır. Ömür denen yolculukta ne kadar güçlü olacağımız, pişmanlıklarımızın oranına bağlıdır.

Yanılgılar, hayatı ağırlaştırır ve mutluluk düzeyini dibe vurdurur. Yanılgıların kaynağı ise, insanın kendisidir. Çünkü insanı yanılgıya götürenler; hayatın anlamını kavrayamamak, insanın varoluş nedenini bilmemek, inanç ve ahlak yoksunluğu, olayları algılamadaki zayıflık, hayattaki öncelikleri belirleyememek, amaç ve aracı karıştırmak, neden-sonuç ilişkisini kuramamaktır. İnsan yaratıldığında ona sunulan hayatla birlikte, o hayatın kilitlerini açacak anahtarlar da kendisine sunuldu. İnsana düşen, bu anahtarları bulmak ve hayatın kilitlerini açarak hayatı bir yük olarak görmemektir.

İntizamı olmayan bir hayat yaşıyoruz diyemeyiz. İntizamı bozulmuş bir yaşantının insana getirdiği yük, bu düzensizlik devam ettiği sürece artacaktır. Bir sistemin düzeni bozulduğu zaman, her şeye zarar vermeye başlar.

İnsanın zaafları, nefsinin de yardımıyla insanı esir almaya başladığında, bir yok oluşun da fitili ateşlenmiş olur. Zaaflar, insanı içten içe eritmeye, yok etmeye başlar. Her zaaf, insanı hayat karşısında biraz daha güçsüz, zayıf ve aciz kılar. İnsan, zaaflarının bilincine varıp nefsini kontrol altına alarak bu acziyetini, güçsüzlüğünü ve zayıflığını azaltmaya çalışmalıdır. Bu ise, insanın ne olduğunu ve neden varolduğunu anlamakla mümkündür. Bu yapılmazsa, değerli bir hayat değersiz olarak tüketilmiş olur.

İnsan, hayatının merkezine neyi koyacağını iyi belirlemelidir. Çünkü bu merkezin etrafında geçireceği bir hayatta ne kadar güçlü olacağı merkezdeki değerlere göre belirlenecektir.

Hayata köle olmak yerine hayatı kendimize köle yapmak ve yaratılışımız ile birçok yaratılmıştan üstün olan insani özelliklerimizi, yaşayışımızla alçaltmamak için bu üstünlüğün neden verildiğini, dünyanın neden varolduğunu ve insanın neden yaratıldığını iyi kavramak gerekir.

Hayatın kölesi olup onun buyruğunda ezilmek yerine, insan olmanın getirdiği özelliklerimizi geliştirerek hayatı anlamlandırarak yaşamalıyız. Böylece hayat bizi yaşayıp ezeceğine, biz hayatı yaşayıp gerçek insanlar olabiliriz.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız