“Sen olmasan ey insan, bu evrenin güzelliğinde bir şeyler eksik kalır.
Bir şarkı, bir nota eksik kalır. Çok az kimse sana bunu hatırlattı.”
Hintli Bilge
Öğretmenliğe başladığım günden beri yaşamını ÖSS gibi üç saatlik bir sınavla belirlemek yükümlülüğü olan genç beyinlerin gerginlik, asabiyet, uykusuzluk, kilo sorunları, nedensiz ağrılar gibi çeşitli problemlerle karşılaştığına fazlasıyla şahitlik ediyorum. Bir tarafta hayat amaçları, idealleri, diğer tarafta okul, dershane, etüt, özel dersler ve periyodik olarak gerçekleştirilen imtihanlar ile ailelerin bazen belirgin bazen örtülü baskıcı tutumları öğrencilerin kendilerini adeta köşeye sıkışmış gibi hissetmelerine yol açıyor. Bu ise bir süre sonra kendi pencerelerinden gördükleri hayatı belli seçeneklerle değerlendirmelerine neden oluyor;
“Ya siyah ya beyaz”
“Ya evet ya hayır”
“Şimdi ya da hiç”
“Bu veya hiçbiri”
“ÖSS’yi kazanmak veya ölüm”
Son cümle geçen yıl kazanamadığı için bu yıl yeniden üniversite sınavına girecek olan bir öğrencinin, “Kazanamazsan ne olur?” sorusuna verdiği yanıtı…
Oysa yeni pencerelerden bakabilmeyi deneyerek her koşulda a, b, c… planları yapabilmek, amaçlara yürürken başka yolların da olabildiğini görebilme imkânını sunarken matematiksel kuraldaki gibi iki kere ikinin her zaman dört edebilmesi şeklindeki katı bir tutumla değerlendirmeler yapmaksa siyah ve beyaz arasındaki sayısız gri tonu görmemek anlamına gelmektedir. Bu durumu şöyle özetleyebiliriz:
“Tek seçenek seçeneksizlik, iki seçenek çelişki, en az üç seçenekse özgürlüktür…”
Uzmanlarsa bedensel esnekliğimizin zihinsel esnekliğimizle ilişkisini vurgularken, bizlere kişisel gelişimimiz adına şunu önermektedir:
“Git gitmediğin yere, yap yapmadığını, ye yemediğini…”
Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek mümkün olamayacağına göre bizleri esnek ve seçeneklerle düşünmekten, yeni arayışlar ve stratejiler edinmekten alıkoyan nedir?
Cevaplarımız, sınırlarımızın boyutlarını ortaya koymaktadır. Oysa bu kuralları “bizler” koyduğumuza göre onları aşabilecek olan da yine “bizler” olabiliriz.
Bazen ilk seferde başarılı sonuçlara ulaşamasak dahi yine ve yeniden denemek için hiçbir zaman geç değildir. Zaten yaşama baktığımızda aslında başarısızlık diye bir kavramın olmadığını her koşulda deneyim kazandığımızı görebiliriz. Yani ya doğruyu yapmakta ya öğrenmekteyiz, dolayısıyla da her şekilde kazançlı çıkmaktayız.
Sonuç olarak yanlış yapmadan öğrenmek mümkün olmadığına göre bizler aslında bu hakkı kendimize ne kadar tanıyoruz?
Bugüne kadar yanlışlarımızın kazanımları üzerinde durup düşündük mü?
Yanlışlarımızı doğrularımız kadar çok sevebiliyor muyuz?
Acaba başarısızlık ihtimalini göz önüne almasak neleri yapmak için harekete geçerdik?
Gerçekte başarı, sonuçla ilgili değil süreçle ilgili bir değerlendirme olmasına karşın bugün eğitim sistemimizin başarıyı belli tanımlara ve dar kalıplara sığdıran anlayışından ötürü toplumumuzun çoğunluğu bir türlü aşılamayan özgüven eksikliği ve onay ihtiyacı içerisinde bulunmaktadır. Bu nedenle ÖSS’e ikinci defa hazırlanırken kendisini son derece yetersiz ve hatta hayatının sonlanma ihtimalini düşünebilecek kadar da seçeneksiz hisseden öğrenciyi sabırla dinledikten sonra sordum:
“İlk deneyiminde ben yetersizim deyip kendini etiketleyen bazı insanlar bugüne kadar neleri başarmaktan vazgeçip hangi yeteneklerinin üzerini örtmüş olabilirler, hiç düşündün mü?
Bazılarıysa arzu ettikleri sonucu hemen alamasalar da denemekten vazgeçmedikleri için başarıya ulaşıyor ve başardıkça da özgüvenleri artmıyor mu? Bu durumda senin de denedikçe ve başardıkça kendine olan inancının artmayacağını kim söyleyebilir?
Yeterli miyim diye kendini sorgulamak yerine başarılı olmak adına bir an önce harekete geçsen daha iyi olmaz mı? Yetersiz hissetmekle geçen kaç dakikanın seni kaç başarıdan alıkoyduğunu hiç hesap ettin mi?”
Beni büyük bir dikkatle ve hayretle dinleyen öğrencim aslında çalışkan ve hırslıydı. Plânlı hareket eden, düşünerek konuşan ve analizci zekâ yapısına sahip bir gençti. Ancak amacının gerçekleşmemiş olması onu üzmekle birlikte öfkelendiriyordu. Sanki sürekli kendisiyle içsel bir hesaplaşma içerisindeydi. İmalı bir ses tonuyla;
“Geçen yıl elimden geleni yaptığım halde istediğim sonucu alamadım ama…” dedi.
Konuşmamız karşılıklı sorularla devam etti:
“Bir deneyim bir genellemeyi nasıl oluşturabilir? Geçmişte bir şey gerçek olmamışsa, bu gelecekte de olamayacağı anlamına mı gelir? Herkes böyle düşünmeye devam etse, sonuç ne olur? Sence bazı insanlar yetersiz olduğu için mi başarısız olurlar yoksa yetersiz olduğuna inandıkları için mi başarısızlığı seçerler?”
“Peki, niçin yeterli olduğuma inanmakta zorluk çekiyorum?”
“Çünkü öğrenmenin adının başarısızlık, başarısızlığınsa yetersizlik olarak tanımlandığı bir eğitim sisteminin içinden geliyorsun ve hayatın her alanında zirve olman gerektiğini öngören bir eğitim anlayışının içinden…”
“Öyleyse ne yapmam gerekiyor?”
“Henüz yeniden denemediğin halde seni engelleyen bu başarısızlık korkusundan gerçekten kurtulmak istiyor musun? Öyleyse bir karar verebilirsin; başarısızlık korkusu mu, başarı ümidi mi?”
Ya geçmişteki kusurlarından ya gelecekle ilgili kaygılarından söz etmekten içinde bulunduğu ânın, şimdinin, değer ve ehemmiyetinin farkında değildi. Yine de gözlerimin içine bakarak dedi:
“Bu konuşma beni rahatlattı.”
Gerçekte başarıp başarmayacağı nihayet bir sorudan ibaretti. Asıl mesele hayatı boyunca sahip olduğu zekâ ve yeteneklerini nasıl en iyi şekilde kullanabileceği idi. Kendisiyle gireceği bütün sınavlarda süreyi yetiştirememe problemini ortadan kaldırmak, okuduklarını daha rahat hatırlayabilmesini sağlamak amacıyla “Anlayarak Hızlı Okuma” ile “Öğrenmeyi Öğrenme ve Hafıza Teknikleri” üzerinde de çalışmalar yaptık.
Aile içi huzursuzluk gibi sorunlar yaşamamakla birlikte geçim şartlarının zorluğuna rağmen güçlükle okumasını sağlayan anne, babasına karşı büyük bir sorumluluk hissediyordu. Annesinin geçen yıl sınav sonucunu öğrenmesinden hemen sonra rahatsızlanması onun bu duygusunu arttırdığı gibi yine aynı durumla karşılaşabileceğine dair bir endişe taşımasına neden olmuştu. Bu yüzden kendisine her gün yaklaşık dokuz saatlik bir ders çalışma programı hazırlamıştı. İlerleyen günlerde bu planı dinlenmesini sağlayacak şekilde hafifletmek rahatlamasına büyük ölçüde katkıda bulundu.
Başarısını durduran stresin boyutlarını anlayabilmek için de bir çalışmamızda kendisine zamanı bir çizgi gibi düşünmesini, ayaklarını bastığı yerin şimdi yaşadığı an olduğunu varsayarak, geleceği ve ÖSS sınavını nerede gördüğünü sordum. Geleceği bir yol gibi önünde hissettiğini, ÖSS’yi de ayakuçlarını işaret ederek, çok yakında gördüğünü belirtti. Bu da sanki yarın sınava girecekmiş gibi sürekli heyecan içerisinde olduğunu açıkça gösteriyordu. Birlikte daha arada haftalar, günler, saatler olduğu halde zamanı daraltmakla oluşturduğu baskının ona bugüne kadar neler kaybettirdiği ve evde, okulda bazen sakin hissedebildiğine göre aslında bunun özünde hep varolabilen bir değer olduğu üzerinde konuştuk. Başarı kelimesine ise “Varlığını sürdürebilmek ve elinden geleni yapabilmek” şeklinde yeni bir anlam verdik.
Bakış açısını genişlettikçe daha rahat hissetmeye başladığı gibi üniversiteye giden arkadaşlarıyla kendisini kıyaslamanın gereksizliğini de anlayabiliyordu. Aslında evrende kendi olmaktan bıkarak, başka bir varlığa özenen biz insanlardan gayrisi yoktu. Hiçbir gül karanfil olmaya çalışmıyordu ya da hiçbir balık bir kuşla kendisini kıyaslayıp neden uçamadığına üzülüp hayıflanmıyordu. Bizse pek çok konuda bu haksızlığı kendimize bizzat yapabiliyor veya başkalarının yapmasına izin veriyorduk.
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimleri Bölümü’nü hedefleyen öğrencimi daha yakından tanıdıkça çekimser konuşmalarının ve tereddütlü yaklaşımlarının ders dışındaki günlük hayatını da -arkadaş ilişkilerinden karşı cinsle olan münasebetine kadar- bütünüyle kapsamış olduğunu fark ettim.
Beş yaşlarında babasının tıraş takımlarını merakla kullanmayı denerken ellerini kestiği günden beri herhangi bir girişimde bulunmaktan korku duyar hale gelmişti. Oysa aynı zamanda mezun olduğu yatılı okulda okumakta ısrar edip, bu konuda ailesini ikna edebilen ve sonunda daha kaliteli bir eğitim alarak pek çok dostluklar kurabilmiş olan da kendisiydi.
Aslında bütün aradığımız çözümler sorun diye tanımladığımız karelerin içinde saklıydı ve sorularımız cevaplarımızdı. Latince “Education” kelimesi de “Educare” kökünden oluşuyordu ki bu içindekini dışarıya çıkarmak anlamına geliyordu. Gerçekte bilmekten çok ihtiyacımız olan şey “hatırlayabilmek” idi.
“Sınavı kazanamazsam öleyim” diyen öğrencime ayrılmadan önce bir kez daha sormak istedim:
“ÖSS senin için ne anlama geliyor?”
Düşünmeksizin dedi:
“Yeteneklerimi kullanabilmem için bir fırsat…. Hayatımdaki bütün fırsatları gerekirse yeniden ve yeniden deneyerek, hepsini deneyimlemek istiyorum, yaşadıkça…”
Bu kararındaki samimiyetini de yaz tatilinde görüştüğümüzde:
“Hocam artık karşınızda bir üniversite öğrencisi olarak bulunuyorum. Aynı zamanda aileme maddi açıdan katkı sağlayabilmek için yeni bir işe girdim. Bundan sonra ise hem okuyup hem çalışmaya devam etmek istiyorum…”sözleriyle dile getirdi.
BAŞARAMADIKLARIM
Küçük sorunlardı,
Büyüten hayallerimi.
Başaramadıklarım,
Basamaklarım oldu.
Yanımda umuttan arta kalanlar
Yürüdüm güneşe doğru,
Paçalarımı silkip.
Düş kırıklıklarına tutundum,
Düşmemek için.
Buldum aradıklarımı sonunda,
Karaladığım fotoğrafların arasında.
Bugün öfke öfkelendiremiyor,
Acı yaşartmıyorsa gözlerimi
Öğrendim;
Yanlış bazen en “vurucu” doğru!..
ASLI HATİCE ARUSAN
Psiko-zihin Uzmanı