Uzun İnce Yolda İngilizce Serüvenimiz

0
826

Ömer Öztürk

 

Öğrenmesi en kolay dil olan İngilizce, aynı zamanda yaklaşık altmış yıldır dünyada en rağbet gören dil. Fransızca Birinci Dünya Savaşı’yla yok olup giderken, İkinci Dünya Savaşı’nın yıldız dili Almanca Hitler’in nutuklarında dehşetengiz bir hatıra olarak kaldı. Kolay öğrenilmekle beraber ileriki safhalarda çapraşıklaşan İngiliz lisanıyla 1987 yılında tanıştım, 1991 yılının sonlarına doğru da samimi arkadaş oldum. 91’de Caddebostan’da Boğaziçi Üniversitesi İngilizce Hocası bir hanımdan evinde İngilizce dersi alıyordum. Söylemiş olduğu bir söz bugün bile kulaklarımda çınlar durur. “Ömer,” demişti, “dil bir okyanus gibidir. Biz ondan ancak bir kaşık alabiliriz.” Geçen zaman içinde bu tespitin doğruluğunu çok iyi anladım. Onun içindir ki, bugün bile, “İngilizceyi ana dilim gibi biliyorum” diyene asla inanmam.

Lise yıllarımda İngilizcem çok iyiydi. Sınıfta en yüksek notu hep ben alırdım. Lise 2’de pek güzel ama İngilizcesi pek kötü bir kız öğrenci bir gün kapağı benim sırama attı. Ben onun İngilizce notlarını yükseltirken, o da benim moralimi yükseltti. Güzeldi. Bilmem hâlâ güzel midir?

Hani zamanımızda facebook, twitter[1] gibi birtakım cereyanlar var ya, bizim öğrencilik zamanımızda da moda mektup arkadaşlığıydı. Kâğıdı-kalemi alır, yurtdışındaki gariban akranlarımıza mektup döşenirdik. Evet, şimdi sizlere mektup yazmak komik geliyor ama o zamanlar hiç de öyle gelmezdi. Şimdi düşünüyorum da, meğer biz ne kadar geriymişiz. Mektup arkadaşlığının İngilizcesi “penfriendship” yani kalem arkadaşlığıdır ki, mektupla beraber bu bileşik kelime de tarihe karışmış bulunmaktadır.

Yine öğrenciliğimizde, 1992-93 yıllarında bir kız arkadaşla beraber British Council’in Beyoğlu İstiklâl Caddesi Örs Turistik İş Merkezi’ndeki kütüphanesine devam eder, orada İngilizce kitapları okur veya ödünç olarak alıp, eve götürürdük. O dönem İngilizce öğrenenlerin ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan bu kütüphane 2003 yılında Conrad Oteli’ne taşındı[2]. O günlerde biri bana bir gün Beyoğlu’na yazar olarak çıkacağımı söyleseydi, onun aklından zorunun olduğunu düşünürdüm.

Arşivhanemde eski-yeni birçok İngilizce yayın ve vesika bulunmaktadır. Bunlardan çıkardığım neticeye göre, biz Türklerin İngilizce macerası sanılandan çok ama çok eski tarihlerde başlıyor. Kısa bir bilgi vermek amacıyla bunların ikisini kayda geçiriyorum.

1) Türkçe-İngilizce Diyalog: Yayıncı B. G. Mentzos 1329 (1913) yılında, I. Cihan Harbi’nden tam bir yıl önce Turkish and English Dialogue adlı bir kitapçık çıkarıyor. Kitapçığın kapağında Turkish and English Dialogue levhasının hemen üstünde Osmanlıca olarak Türkçe İngilizce Mükâleme yazıyor. Mükâleme dediği kelam etme, yani diyalog. Hani muhtelif kamu alanlarında (postane, otel, mağaza vb.) ne söylememiz gerektiğine dair İngilizce konuşma kılavuzları vardır ya, hah işte bu risâle o kitapçıkların selefi (önceli). Şüphesiz eserimizi bugün orijinal kılan unsur, Osmanlıca olması. Kitapçığı inceledikçe, birçok tarihî ayrıntıyı da müşahede ediyorsunuz. Mesela, “Good morning” ifadesini “Sabahlarınız hayır olsun” diye çevirmişler. Oysa bugün “Günaydın” deriz, değil mi? 1913 yılında günaydın kelimesi tasavvur edilemezdi. Kitapçığın kapağındaki Osmanlıca açıklamanın tercümesini de yazayım:

“İngilizce harflerle yazılan ibarelerin yanına Türkçe olarak telaffuz şekli gösterilmek suretiyle tespit edilmiş, en güzel ve kolay bir yolla yazılmıştır.”

Risâleyi basan Mentzos, Pera yani Beyoğlu Teke 412 numaradaymış.

 

2) İngilizce ve Hayat: İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılında Ragıp Osman adlı bir öğrenci, arşivhanemdeki “Reading and Conversation” adlı kitapta İngilizce çalışıyordu. Ragıp Osman bugün bizlerin sahip olduğu imkânların yüzde birine bile sahip değildi. 1908’de internet diye bir şey hayal bile edilemezdi. Her şeye rağmen Ragıp Osman şevkle İngilizce çalıştı. Arşivhanemde kendisinden çok kıymetli bir hatıra olarak sakladığım kitabının sayfalarına birçok notlar (elbette Osmanlıca) yazmış. Bu notlar arasında hayata dair 10-15 tane özdeyiş de var. Ragıp Osman’ın 103 yıl önce, büyük ihtimalle kaliteli bir dolmakalemle yazmış olduğu hayat notlarını tercüme ederken, sanki o da benimleydi. Sizlere bu özdeyişlerin yedisini takdim ediyorum:

 

  1. Hayat uzun bir yoldur, erzaksız yola çıkılmaz.
  2. Hayat kanaatkâr olanlara tebessüm eder.
  3. Hayatını iyi idare edenler mesut kimselerdir.
  4. Hayatını kurtarmak isteyenlerin, hayatı bilmeleri lazımdır.
  5. Hayat kadrini bilmeyenlere zehirdir.
  6. Hayat daima değişir, meşakkatine tahammül etmeli.
  7. Hayatta başarılı olamayanlar aksi yöne gitmelidirler.

 

Bitirirken, hayat hakkında ben de birkaç söz söylemek isterim: Hayat tuzlu bir sudur, içtikçe susatır. İşin acı yanı, bu suyu arıtacak bir cihaz da yoktur. Böyle bir cihazı icat eden köşeyi dört-beş kere dönecektir.

 

 


[1] Cıvıltı anlamına gelen twitter kelimesini bir Amerikalı hayatı boyunca kaç kez kullanır ki. Ama şimdi bütün dünya her gün kullanıyor. Günümüzde sadece insanlar değil kelimeler de meşhur oluyor.

[2] İşin aslı şu: 2003 yılının sonlarına doğru Beyoğlu’ndaki İngiliz Konsolosluğu’na saldırı düzenlenince, adamlar tebdil-i mekân eyleme ihtiyacı hissettiler.

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız