Sakın Umudunuzu Kaybetmeyin!

0
1095

Umutlarımızı asla kaybetmemeliyiz. Yoksa hayata karşı olan direncimizi kaybedebiliriz.

Ne yazık ki sadece küresel kriz nedeniyle değil aynı zamanda hükümetler ve firmalarca yapılan yerel hatalar ve plansızlık, hatta krizi yönetme konusunda stratejisizlik ve kararsızlıktan dolayı yaşadığımız kriz günleri daha da sürecek gibi görünüyor. Malum krizi aslında yıllardır sadece durgunluk ve işsizlik olarak yaşamıyoruz, çünkü krizin toplumsal ve sosyal etkileri her geçen gün daha fazla hissediliyor. Sesleri daha yüksek çıktığı için sanayici ve reel sektörün yanında esnafın yaşadığı durgunluk artık tüm verilere yansımış durumda. Öte yandan çalışan kesimin karşı karşıya olduğu işsizlik insanlar üzerinde en büyük kriz korkusu haline geldi ve ne yazık ki veriler şimdilik kötüye gidiyor. Lütfen dikkat, bunun böyle olacağını aylar önceki yazımlarımda, konferanslarımda, TV programlarında hatta 2008 başında yeni baskısı yapılan “Krizlerden Yükselerek Çıkın” isimli kitabımda belirtmiştim. Çözüm ise sadece 3 kelime “Kriz Yönetimi Uygulamak” diye yeniden hatırlatırım.

İşte böyle zamanlarda asla gardımızı düşürmeyeceğiz, mücadeleye devam edeceğiz ve krizi yönetmeye çalışacağız. Bu yazdıklarım salt öğüt gibi algılanabilir. Bu nedenle gelin kısaca da olsa sohbet edelim sizinle.

Bazen çok sıkıldığınızda umutlarınızın adeta buharlaştığını yani “umutlar başka bahara” diye düşündüğünüz olur mu? Ne yazık ki bu soruya evet cevabı verecek kişi sayısı oldukça fazla, yani merak etmeyin tek değilsiniz.

Umutların başka bahara kalması konusunda adeta deneyimliyiz. Hiç sektirmiyoruz, neredeyse her yıl küçük birkaç olumsuzluk, bekleme süreleri ve 5-10 yılda bir de ciddi bir çalkantı, kaos ve sıkıntılar yaşıyor ülkemiz. Ülkemiz derken sadece siyaset, hükümet, ticaret değil, günlük yaşantımızı, yaşadığımız sıkıntıları ve umutlarımızın ellerimizden kayıp gitmesini de dikkate almak gerekiyor. Ne yazık ki birçok konuyu adeta “temcit pilavı” gibi yani ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar. Talihsizlikler peşimizi bırakmıyor. Bunu özellikle yurtdışında olduğunuzda, Anadolu’nun küçük yerleşimlerinde yaşadığınızda, ya da yeni mezun genç olduğunuzda çok daha kolay ve net olarak fark ediyorsunuz. Büyük şehirlerde yaşıyorsak, evli ve işi olan biri isek herkesi kendimiz gibi işinde gücünde bazen de keyfi yerinde diye düşünüyoruz. Ne gazetelere veya haberlere artık daha sık yansıyan cinnet, hırsızlık, boşanma, cinayet ve mutsuzluk saçan haberler, ne işlerin adeta durmuş olması, iflaslar peş peşe yabancılara satılan işletmeler, ne de işsizliğin çığ gibi büyümesi, genç işsizler ordusu falan ilgimizi çekmiyor. Yani bunları olağan kabul ediyoruz. Bize dokunmayan yılan bin yaşasın diyoruz. Eğer magazin veya spor odaklı gazete ve TV programlarına odaklı isek zaten dikkatimizi de çekmez bu konular. Maçımızı izleriz, şarkıcı, mankenler ve ünlülerin resimli piyasa haberlerini takip ederiz ve gözümüz gönlümüz açılır, daha ne olsun. Krizle ilişkisel olan haberleri gördüğümüzde ise çeviririz sayfayı, zaplarız o kanalı, görmeyiz onları olur biter, değil mi? Son zamanlarda yayınlanmakta olan “Yemekteyiz” ve “Krizdeyiz” yarışma programları neden bu kadar çok konuşuluyor ve izleniyor diye de kafa yorarız oysa bir şey yapmadan “köşeyi dönme” ortak amacımız, bazen de “Maydanoz” oluruz olan bitene ya da sabahlara kadar izleriz bazı programları ve oturumları. Acaba bir “iyi şeyler oluyor mu?” ve “ne zaman bu kriz bitecek?” diye herkese sorarız. Malum ortalık kriz uzmanından geçilmiyor.

Son aylarda daha da belirginleşmeye başlayan durgunluk hatta sanki bir şeyi bekleme durumu piyasaları, sektörleri etkiliyor. Hükümetten yeni paketler, reel sektörden yatırım ve istihdam, AB’den artık bizi almasını bekliyoruz. Hatta ABD başkanı Obama bile beklentilerimize çare olsun diye beklediklerimiz listesinde, yani kısaca bekliyoruz. Bu süreçte ne yazık ki eyleme dönük ilerleme pek yok, yani birileri bir şeyler yapsın diye hep bekliyoruz. Dahası “wait and see” yani “Bekle ve gör” yapıyoruz. Oysa çarklar sürekli dönüyor.

Böyle yapmayan ve krizleri yönetmeye çalışanlar, en azından umudunu kaybetmeyenler de var. Ben de bu kişilerden biriyim. Zaten aksi bunca yıllık çalışmama ihanet olurdu. Durum nasıl olursa olsun en kötüsü başarma umudunu kaybetmektir. Çünkü o zaman mücadeleyi bırakırız. Bu aşamada bir deyişi hatırlatmak isterim; “Ya Çaresizsiniz ya da çare sizsiniz”, artık ne yapacağınız konusunda karar verebilirsiniz. Eğer birey ve toplum olarak “umutlar başka bahara” kalmasın diyorsak mücadele edeceğiz. Günümüzde her toplumu, her ülkeyi sıkıntıya sokan “Küresel kriz” doğal olarak bizi de etkileyecek ama biz yılmayacağız ve bu krizi de yöneteceğiz. Kısaca “Bu krizlerden nasıl kurtaracağız?” diyenlere bir hatırlatma; “Kurtarıcılara, sözüm ona kriz doktorlarına, light danışmanlara, Guru’lara güvenip her şeyi onlardan beklemeyin. Reçeteler ne kadar detaylı, mükemmel olursa olsun eğer uygulamada hata yaparsanız, ümidinizi yitirirseniz, başarılı olamazsınız, bir şey yapmadan da kimseyi suçlamayın. Ya krizlerin sonuçlarına katlanın veya mücadeleyi seçin, başarmaya odaklanın ve inanın (çünkü inanmak başarının yarısıdır). Krizlere karşı mücadeleyi toplum olarak ancak Kurtuluş Savaşı’ndaki kararlılıkla yaparsak kazanırız. Krizlerden kurtulmak için çok çalışmamız, mücadele etmemiz gerekiyor, zorluklar bizi yıldırmamalı, şartlar ne kadar ağır, ne kadar zor olursa olsun başarmaya odaklanmayız.

Krize hangi “çerçeve”den baktığınız bakış açınızı şekillendirebilir. Hatta sizi çözümden uzaklaştırabilir, karamsar veya kötümser yapabilir. Oysa kriz yönetiminde olumsuz bakış açısına yer yok. Merak etmeyin başaracağız, Türkiye krizlerini hep yönetmiştir ve yönetecektir.

 

*

Abdullah BOZGEYİK

www.gencgelisim.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız