İnsan, istenmeyen bir durumla karşılaştığında, nasıl bir tepki vermesi gerektiğini, bunun doğru mu yanlış mı olacağını kestiremez. Ruh dünyası, yaşamakta olduğu o olayla iç içeyken, onun etkisindeyken düşüncelerini toparlayamaz ve durumun pozitif yönlerini göremez. Fakat daha sonra, aynı olayın gerçek mahiyetini anladığında beyninde şimşekler çakar: “Nasıl anlayamadım, niye göremedim!” “Benim düşündüğüm gibi değilmiş.” “Aslında bana birçok şey öğretti o yaşadıklarım.” diye iç çekişler duyulur.
İDRİS BİLEN
İnsan, istenmeyen bir durumla karşılaştığında, nasıl bir tepki vermesi gerektiğini, bunun doğru mu yanlış mı olacağını kestiremez. Ruh dünyası, yaşamakta olduğu o olayla iç içeyken, onun etkisindeyken düşüncelerini toparlayamaz ve durumun pozitif yönlerini göremez. Fakat daha sonra, aynı olayın gerçek mahiyetini anladığında beyninde şimşekler çakar: “Nasıl anlayamadım, niye göremedim!” “Benim düşündüğüm gibi değilmiş.” “Aslında bana birçok şey öğretti o yaşadıklarım.” diye iç çekişler duyulur. İnsan, doğası gereği bazen hata yapabilir, yanlış kararlar alabilir; fakat bunun arkasına sığınarak bile bile aynı hatalı fiilde ısrar etmek insana yakışmaz. Günümüz insanı, günlük hayatın bir türlü bitmek bilmeyen sıkıntıları, dertleri ve meşakkatleri karşısında pozitif düşünmeyi unutmuş ve ruh dünyası içinden çıkılamayan bir hâl almıştır. İnsanımız bir an önce kendine dönmeli, kendi gücünü, kapasitesini ve potansiyelini keşfetmelidir. Davranışlarımıza yön veren zihinsel, duygusal ve ruhsal süreçleri, pozitif düşüncenin üç önemli öğesi olarak görürüm ben. Bu süreçlerden her biri o kadar önemlidir ki, biri olmadığında veya eksik kaldığında, bu durum diğer ikisini etkilemekte ve fonksiyonlarını tam manasıyla yerine getirmelerine engel olmaktadır. Bu üç süreç birbiriyle etkileşim halinde varolur ve insan yaşamına yön verir. İnsan davranışı çok karmaşık bir bileşime sahiptir. Belli bir davranışın oluşmasında kişinin o anki ruhsal durumu, duygusal boyutu ve zihinsel donanımı aynı anda etkilidir. Her üçü de birbirini destekleyerek ve anlamlı bir bütün oluşturarak hayat çizgimize yön verirler. Evet, ister basit olsun ister karmaşık, her davranışımızda Ruh, Zihin ve Duygu üçlüsü birlikte hareket etmektedir. Şöyle ki; zeka seviyesi yeterli olmayan bir insandan -halk arasında deli diye tabir edilenlerden- normal bir insandan beklediğiniz davranışları göstermesini bekleyebilir misiniz? Bu kişinin ruhsal ve duygusal tepkileri de normal insanlarınkinden farklı olacaktır. Dolayısıyla, zihinsel süreçlerdeki bir aksaklık, insan yaşamını pek çok boyutta (zihinsel-duygusal-ruhsal) etkilemektedir. Duygu yoğunluğu olan, tüm davranışlarında duygusal tepkilerle hareket eden, duygularını kontrol edemeyen başka bir insan da, zeka sorunu olan kişiden farklı değildir. Davranışlarına yön veren duygusallıktan kurtulamadığı için, günlük yaşamında ve birçok ilişkisinde ruhunu ve zihnini hiçe sayarak hareket etmektedir. Aşkı için ölümü göze alan bir insan, niçin böyle bir karar alıyor sizce? Sevdiği insanı öldürmeye kadar varan, “Ya benimsin ya toprağın” diyerek tetiğe basan ve sonra bir kurşun da kendi kafasına sıkanları bu duruma getiren nedir? Sorun, zeka seviyeleri normal olan, hatta hayatta büyük başarılara imza atan bu kişilerin zekalarında değil; yalnızca duygularıyla hareket edip diğerler bileşenleri göz ardı etmelerindedir. Ruhsal zekaya, ruhun derinliklerinde cereyan eden davranışlara da değinmek gerek. Varoluşunu, yaşamını, hayatı ve insanları anlamayamayan, sorgulamayan, ruhu acılar içinde kıvranan bir insan düşünün. Dert, sıkıntı, keder, mutsuzluk çeken; madde ile geçen ömründe mana aramayan; hayata, doğaya, insanlara, daha da önemlisi kendine küsen; hep nedenlere ve niçinlere takılan… Bu kişinin IQ’su ne kadar yüksek olursa olsun, mesela bir fizik problemini çözmede ne kadar başarılı olursa olsun, ruhsal dünyası alt üst ise, eksik gedik bir yaşamın kucağında kıvranıp duracaktır. Bu, ruhsal zekasının yeterince işlememesinin hazin bir sonucudur.
Zihinsel, Duygusal ve Ruhsal Bütünlük Hayata yansımayan, insanlar arası ilişkilerde kendini gösteremeyen his, duygu ve düşüncelerin hiçbir değeri yoktur. İnsan, fizyolojik bir varlık olduğu kadar, ruhsal ve şuur sahibi bir yaradılışa sahiptir. Hislerini duygulara, duygularını düşüncelere, düşüncelerini hayata yani eyleme geçirebilen, yaşama aktarabilen bir varlıktır. Hislerin duygu, düşünce ve hayatla birleşmediği hiçbir yerde canlılıktan, hareketlilikten, farklılıktan ve yükselmekten söz edilemez. Orada “bitkisel bir hayat” hükümranlık sürmektedir çünkü. O halde pozitif düşünme kabiliyetini, yaşam ile bağlantı kurarak, eyleme geçirerek ulaşabileceğimiz en üst seviyeye çıkmak için kullanmalıyız. Bunu yaparken üzerinde önemle durmaya çalıştığım “ruhsal”, “duygusal” ve “zihinsel” süreçleri kesinlikle göz ardı etmeden ve üçüne de gereken ehemmiyeti göstererek hareket etmeliyiz.
bu yazılarda ilginizi çekebilir:
|