İnsanoğlu, ezilmişlik psikolojisine girmeyegörsün. Bunun bedellerini çok ağır ödemek zorunda kalır. Tarih boyunca bu durum ele alınmış ve çok ciddi araştırmalar yapılmıştır. Bu yazıyı okurken kendinizin nerede olduğunu sorgulamanız gerekmekte. Çok ciddi iddialarımız yok, büyük kararlar almayacağız, bilimsel ya da akademik bir şeyler ortaya koymaya çalışmak gibi bir niyetimiz de yok. Sadece gözlemlerimizi, deneyimlerimizi, okuduklarımızı paylaşacağız. Bu da zaten birçok paylaşımı beraberinde getirecek.
Toplumumuzda iki tip insan olduğunu söylesek, birinin ezen ötekinin ezilen diyeceksiniz ki çok arabesk oldu. "Organize İşler" adlı film bir ara bu bağlamda çok konuşuldu. Filmi seyredenler hatırlarlar: Gene bir organizasyon, işte biri tabuta girecek, sonra onu …
Abdullah Yılmaz
ayilmaz67@yahoo.com
İnsanoğlu, ezilmişlik psikolojisine girmeyegörsün. Bunun bedellerini çok ağır ödemek zorunda kalır. Tarih boyunca bu durum ele alınmış ve çok ciddi araştırmalar yapılmıştır. Bu yazıyı okurken kendinizin nerede olduğunu sorgulamanız gerekmekte. Çok ciddi iddialarımız yok, büyük kararlar almayacağız, bilimsel ya da akademik bir şeyler ortaya koymaya çalışmak gibi bir niyetimiz de yok. Sadece gözlemlerimizi, deneyimlerimizi, okuduklarımızı paylaşacağız. Bu da zaten birçok paylaşımı beraberinde getirecek.
Toplumumuzda iki tip insan olduğunu söylesek, birinin ezen ötekinin ezilen diyeceksiniz ki çok arabesk oldu. "Organize İşler" adlı film bir ara bu bağlamda çok konuşuldu. Filmi seyredenler hatırlarlar: Gene bir organizasyon, işte biri tabuta girecek, sonra onu sokakta taşırken vatandaş yardım etmek için birbiriyle yarışacak ve bu arada tabutu taşıyan vatandaşın cüzdanları nereye gidecek malum. Mahallenin ağabeyinin küçük çocuğa öğüdü: "Ya tabutu taşıyan ya tabutun içindeki ya da bunu organize eden olursun.
Bir başka alternatifin yok…" Bu durumda sormuşumdur kendime, "Apo, sen nerdesin?" diye. Valla, ben her zaman tabutu taşıyanlardan biri olmuşumdur. Yaşadığım her olay ise gelişmeme biraz daha yardım etmiştir. Yani tabutu taşırken cüzdanına sahip olmaya çalışanlardan olmuşumdur.
Ezilmişlik psikolojisi ile ilgili birkaç olay daha aktarmayı düşünüyorum. Bir dönem Ankara'nın Çinçin bölgesinde bir meslek lisesinde öğretmenlik yaptım. Sınıfımdaki bazı öğrenciler Anıtkabir'i hiç görmediklerini söylediler. Ben de çocukları aldım ve yürüye yürüye Anıtkabir'e gittik. Ulus'u geçinceye kadar havalı havalı yürüyen, etrafına kabadayılık pozları veren, caka satan o gençler, Kızılay sınırları içine girdiğimizde çok daha sakin çok daha dikkatli hareketler sergilemeye başladılar. Bu durum beni çok düşündürdü. Nasıl oluyor bu iş? "Her horoz kendi çöplüğünde öter"in bir başka versiyonu…
Başka ilginç bir deneyimim: Mısır'ı da Fransa'yı da yakından tanıma imkânı buldum. Yukarıda sözünü ettiğim üç durumu da yakından gördüm. Aslında her ülkede bu üç durumu kısmen de olsa görmek mümkündür. Hele hele gelişmekte olan ülkelerde bu daha net ortaya çıkacaktır.
Gelişmiş ülkelere giden iki tip insanımız vardır. Birincisi, gelişmiş beyin yapısına sahip, kendilerini geliştirmek için başka bir ülkeye gitme ihtiyacı duyduklarını söyleyen insanlar. İkincisi, bu ülkede hiçbir baltaya sap olamamış, kısmetini dışarıda arayan vasıfsız elemanlarımız… İşte size sözünü edeceğim bu ikinci kısımdan bir tanıdık. Nevfel, bir haftalığına Türkiye'ye geldi bir araba kiraladı ve kural tanımayan Nevfel, aşırı hız yaptığı için bir haftada iki kere ceza aldı. Yollarımıza tükürdü, sigara izmaritlerini çok rahat bir şekilde sokağa attı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra ben Fransa'ya gittim ve Nevfel'i ziyaret ettim. Nevfel inşaat işiyle uğraşıyor. Türkiye'de büyük ölçekli bir şirketin patronu gibi davranan Nevfel aslında Fransa'da bir ameledir. Buradaki rahatlığını Fransa'da görmek mümkün mü? Beş yıldır Fransa'da yaşayan Nevfel, bir kere bile trafik cezası almamış, bütün trafik kurallarına uyuyor. Sokağa izmarit atmıyor. Aynı kişi Türkiye'de tam tersini yapıyordu. Türkiye'de bir evde yere birazcık kül dökülse, eliyle alıp kül tablasına koyuyordu.
Ben Böyle Yapmazdım
Aslında üzerinde durduğum bu örnek bir anlamda toplumların kişi üzerindeki etkisi için anlatılması gereken konular ama bizim burada üzerinde durmaya çalıştığımız "etki"den çok "baskı"… Bu davranış değişikliğini olumlu yönde değerlendirmek bu açıdan bakıldığında çok zor… Baskı üzerine daha söylenecek o kadar çok şey var ki… Roma'nın Hıristiyanlara baskısı, Hıristiyanlığın en iyi şekliyle yaşandığını iddia eden kilisenin halka baskısı, Arilerin kast sistemiyle kurdukları baskı, Hitler'in Mussolini'nin mükemmel ırk yaklaşımlarıyla hem kendi halkına hem de öteki halklara karşı baskısı, anne-babanın çocuklara yaptığı baskı, "cısss…. Ağzına biber sürerim…" gibi yaklaşımlar…
"Baskı"ya bu kadar genel bakınca hep olumsuz durumlar ortaya çıkıyor, görüyorsunuz. Ama "baskı"nın olumlu kullanıldığını iddia eden yaklaşımlar da vardır. Şimdi de patron-çalışan, amir-memur ilişkilerine bir göz atalım. Surat asmak, sert görünmek, acımasız yaklaşımlar sergilemek eski kafalı yöneticilerimizin kaderi haline gelmiştir. Bu durumun üstesinden gelmek, toplum olarak bilinçlenmek için hepimizin katkısına ihtiyaç vardır. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" anlayışı bazı patron ve amirler için pek fazla geçerli olmasa gerek.
Düşünün ki, öğrenci öğretmeni için, işçi patron oluncaya kadar patronu için, memur amir oluncaya kadar amiri için hep şunu söylemez mi: "Ben böyle yapmazdım!"
Bu ülkede, birçok şey kaderimiz haline getirildi ve getirilmeye de çalışılıyor. Ben derim ki, ihtiyacımız olan şey iyi bir süzgeç, bilinçli bir yaklaşım tarzından başkası değildir. Kıymetli okurlarımız bu konu üzerinde daha çok duracağız gibi geliyor bana, ne dersiniz?