Aliya İzzetbegoviç (8 Ağustos 1925, Şamats – 19 Ekim 2003, Saraybosna), Boşnak lider. Bilge Kral lakabıyla tanınır.
Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925′te Şamats’ta (Bosanski Šamac) doğduktan 2 yıl sonra ailesi Saraybosna’ya (Sarajevo) taşınır. Aliya İzzetbegoviç anılarında, “6 yaşındayken Kur’an kursuna başladığını ve çocuk olmasına rağmen sabah namazlarını camide kıldığını” anlatır. II. Dünya Savaşı sırasında Genç Müslüman (Mladi Muslimani) birliğine katıldı. Bu birlik hem anti-komünist hem de anti-faşist bir yapıdaydı. Aynı zamanda Alman Nazi birliklerine ve komünist örgütlere karşı savaşıyordu. Bu eylemleri yüzünden, Komünist Parti Başkanı Josip Broz Tito, Aliya’yı Yugoslavya devletinin kuruluşundan sonra, 1946 yılında 3 yıl sürgün hapsine gönderdi . Serbest kaldıktan sonra Saraybosna’da hukuk okumaya başladı ve siyasi faliyetlerini sürdürdü. Alyia İzzetbegoviç 1990`dan 1992′ye kadar Bosna-Hersek Eyalet Cumhuriyeti`nin Cumhurbaşkanlık görevini üstlendi. 1992 yılında uluslararası tarafsız gözlemcilerin kontrolü altında yapılan bir serbest referandum sonucunda Bosna-Hersek Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir. 1992-2000 yılları arasında 7 kişilik Ortak Devlet Başkanlığı Konseyi’nin başkanlığını yaptı. Sevenleri tarafindan “Bilge Kral” lakabı verilen İzzetbegoviç, 24 yaşında iken komünist dönem Yugoslavya’sında islamcılık suçlaması nedeniyle 4 sene cezaevinde yatmıştı. Cezaevi yıllarının sağlık problemlerinin artmasına yol açtığı belirtiliyor. Aliya İzzetbegoviç Bosna Savaşı’nda (1992-1995) anahtar bir rol oynamıştır. 14 Aralık 1995 – Aliya Îzzetbegoviç, Slobodan Milošević ve Franjo Tuđman, Dayton Antlaşması’nı imzadılar. Bosna Savaşı sonuçlandı.
Her seferinde, rahmetli cumhurbaşkanıyla ilgili birşey yazacak olsam aynı sorunu yaşıyorum. Nasıl söylesem? Nasıl yazsam? Bilemiyorum. Alija İzzetbegovic’in ne kadar büyük olduğunu ne bir kelime ne de bir söz anlatabilir. Onun hayatında, bir yandan tevazu ve sadelik hakimken diğer yandan tüm insanlığın özgürlüğü ve adaleti için azimle çalışmak vardır. O gerçek liderliği, demokratikliği ve tüm halkın özlediği devleti temsil etti. Bu yüzden biz, Boşnak halkına Alija İzzetbegoviç’i verdiği için yüce Allah’a müteşekkirim. Bana verilmiş en büyük onur 1992-1995 yıllarında Bosna Hersek’in ve Boşnaklar’ın en kötü anlarında Başbakan İzzetbegovic ile aynı davette yanyana bulunmaktı. Hatırlıyorum birkeresinde cumhurbaşkanı muharebe operasyonu çevresinde planlanan güçlerimiz ve faaliyetlerimiz hakkında kısa bilgi veriyordu. Onuruna düzenlediğimiz yemekte bize katılması için cumhurbaşkanı çağrıldı. Başkan çalgılar eşliğinde Bosna’da özel günler için hazırlanan kuzu çevirmenin olduğu bir masaya oturdu.Cumhurbaşkanı yanıma oturduğu gibi yemeklere baktı fakat yemeğe başlamadı. ‘Başkanım başka bir şey mi yemek istersiniz?” diye sordum. “Hayır, askerlerin ne yiyeceğini öğrenmek isterim.’ dedi.Onlar da aynı şeyi yiyecek dedim. “O zaman ben de yerim.” dedi. Böyle durumlarda o halkımın babası oldu. Ona güzel bir cennet vermesi için Allaha dua ediyorum.“Aliya İzzetbegovic, Kumandanım!”
çeviri: Bilal Baygeldi
“Aliya İzzetbegoviç haksızlığa isyan etme gücünü kendinde bulanlardandır”
Aliya İzzetbegoviç 1900′lü yılların başında Bosna’da doğmuş, annesi Üsküdarlı bir hanım. Annesi ile babası burada evlenmiş ardından Bosna’ya taşınmışlar. 2 yaşından itibaren yaşamını Bosna’da sürdürmüş. Dedesi 6 yaşı civarında kendisini kuran hıfzına başlatmış. Müslüman bir çevre içinde doğmuş. Osmanlı’nın, Bosna’yı terk ettiği zamandan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun etkisi altında ama yinede bir Müslüman olarak hayatını idame ettiren bir toplum Bosna toplumu… Aliya İzzetbegoviç’in ailesinin de çocuklarını hafızlığa gönderecek kadar, o toplum içersinde Müslüman hassasiyeti bulunuyor. Aliya İzzetbegoviç, Miladi Müslümani, genç müslümanların kurduğu bir teşkilata intisap ediyor. Miladi Müslümanlarda yakalanıyor. Otoriter rejimlerde bir kere damgalandığınızda o sizinle siyasi hayatınız boyunca ebedi olarak gider. Ondan sonra Aliya İzzetbegoviç Müslüman olduğunu ve Müslümanlığı öncelediğini hiç bir zaman inkâr eden veya miladi Müslümanlığa katıldığı için bundan pişmanlık duyduğunu ifade eden birisi değil. Daima Müslümanlığını önceleyen biri olarak hayatını devam ettiren birisi. Kendisi terbiye konusunda bir makele okuyor son derece muti makale ananıza itaat edin, babanıza itaat edin, falana itaat edin, otoriteye itaat edin, nezaketli olun diye saksı çiçeği yetiştirir gibi hayat dışı bir terbiye metodunu telkin eden bir makeleyi okuduktan sonra diyor ki “Cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile örüldüğünü o zaman tekrar hisset yüreğimde” yani bir çocuğu bu kadar itaatkâr yetiştirirseniz haksızlığa bile isyan etme gücünü kendinde bulamaz. Aliya İzzetbegoviç haksızlığa isyan etme gücünü kendinde bulanlardandır. Miladi Müslimani’deki insanlarda bu özelliğe sahip insanlardı. Hukukçu aynı zamanda düşünür. İslam dünyasında son yıllarda yaşamış ilk beş kişiyi saysak Aliya İzzetbegoviç bu ilk beşe girecek insanlar arasında yer alır. Tabi asıl Aliya İzzetbegoviç Bosna savaşı sürecine dayanır. Ayrıca “Doğu Batı Arasında İslam” kitabının tercüme edildiği zamanda. Maalesef çok iyi bir tercüme değildi ama o iyi olmayan tercümeye rağmen Aliya İzzetbegoviç’in sıradan şeyler söylemediğini o kitaptan hissedebiliriz. Aliya İzzetbegoviç için Bilge Kral diye bir tabir kullanılır. Bu Bilge Kral, krallığa değil bilgeliğe yapılan bir atıf olarak algılanır. Kendisi devlet başkanı olduğu zaman bile onurlu duruşunu terk etmeyen ama ortalama bir Bosnalının hayatı ile kendi hayatını özdeşleştirebilen bir özelliğe sahip bir insandır. Savaşa gidileceğini gördüğü zaman Demokratik Eylem Partisi diye bir parti kurdu. Burada yaptığı organizasyon orada adete o güne kadar hemen hemen hiç bir organizasyona sahip olamayan ve Sırp’ların içinde epeyce asimilasyonunu tamamlamış Boşnak halkını önündeki bir savaşa sivil bir organizasyon ile hazırladı. Bu önemli bir şeydi ve hatıralarında yazdığı kadarı ile savaşın geleceğini gördüklerini ama aktif olarak barışın gelmesi için her şeyi yaparken, bir taraftan şayet savaş olursa buna hazır olması gerektiğini söylüyor. Bosna ordusunun birçoğu o dönem kurulan partiden oluşmaktadır. Milliyetçilik ile Milli kelimesini birbirinden ayırır. Milli kendisinin değerlerini halkını sevmektir. Milliyetçilik başkasına düşmanlık etmek, onların malına talip olmaktır. Milli olanda insan kendi içindekini iyisi ile kötüsü ile sever. Bunların savaşın ortasında söyleniyor olması çok önemli şeylerdir. Askerlerine başkalarının çocuklarını ve karılarını öldürmemelerini telkin eder. Yaşlı bir asker Aliya İzzetbegoviç’e genç askerlerin arasından bazılarının Allah’a lanet etmesinin ağrına gittiğini söyler. Askerlere bu konuyu baz alarak konuşma yapan Aliya: “Sizi cumaya gitmeye mecbur edemem, oruç tutmaya da mecbur edemem isteyen camiye gider veya gitmez, isteyen oruç tutar veya tutmaz. Ama Allah’a lanet etmeyin insanların inançlarına saygı gösterin.” Der. Hem bilgelik hem liderlik özelliği olan bir insan, bu kadar adilane davranmaya çalışan bir insanın bir savaşı da yönetiyor olması dünyada ender rastlanan bir durumdur. O açıdan Aliya İzzetbegoviç’te ilginç bir şahsiyettir. Doğu Batı Arasında İslam kitabı tekrar tekrar okunması gereken bir kitaptır. Unicef’in çocuklar günü için düzenlediği bir programda beni çok etkileyen konuşmasında babası ölmüş bir çocuğu nasıl motive ettiğini, çocuk ruhundan anladığı ve hakikaten bir yürek acısı ile hitap ettiğini görüyorum. Konuşmasında “ Çocuklar bizim hazinemizdir. Ancak Bosna Hersek’te özel ilgiyi ve bakımı hak eden çocuk sınıfı var ki onlar şehitlerin çocuklarıdır. Şehitler bizim en iyilerimizdir. Onlar hayatlarını ülkelerini savunmak, halklarını ve insanlık onurunu kurtarmak için feda ettiler. Şehitler artık bizimle değiller. Kalplerimizde yaşıyorlar. Bize hayatta kalan çocuklarının bakımının sorumluluğunu bıraktılar. Bu çocukların babalarının yerini dolduramayız. Ama çocuklarımıza tanıdığımız bütün imkan ve fırsatları onlara da tanımalıyız. Onlara sıcaklığımızı ve ilgilimizi sunmalıyız. Şehit çocukları muhteşem babalara sahip olmaları ve ailelerini onurlu bir şekilde yitirmelerinden dolayı özel bir saygıyı hak ediyorlar.” diyor. Resullullah’a Kuran-ı Kerim nazil olmaya başladığı zaman bir heyecan halinde evine geliyor. Hz. Hatice’nin söylediği bir söz var. Heyecanlanma kardeşlerine verilen sana da verildi. Çünkü sen yalan söylemezsin, yetimi korur, yoksulun başını okşarsın. Yani Peygamberlik verilmenin önemli alâmetifarikalarından bir kaçı, yalan söylemezsin, yoksulu korur, yetimin başını okşarsın. Bugünün Müslümanları tabiî ki sadece bu üç şeyden ibaret değil ama bu üç şeyi de ihmal etmeyen önceleyen bir anlayışın daha doğru bir Müslümanlık olacağı bildirilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Cevat Özkaya
“Aliya İzzetbegoviç’i okumanın tam zamanıdır”
Aliya İzzetbegoviç tek kelimeyle Bosna’yı Bosna yapan ruhun kendisine yansıdığı simadır. Begoviç’siz Bosna, İslamsız da Begoviç düşünülemez. Bunlar bir bütün halinde Aliya İzzetbegoviç’in şahsında billurlaşmıştır. Begoviç örneği, İslam’ın, nasıl bir halkın vicdanı ve dili olabileceğinin ve Müslüman milletler için ne anlam ifade ettiğinin göstergesidir. Tarih boyunca büyük İslam ümmetinin her bir yurdunda İslam bir varoluş dili olmuştur. Müslüman halkların tecelligahı, istinat ve kalkış noktası olarak tezahür etmiştir. Artık bu milletlerin onsuz varolması mümkün değildir. Bu istinat ve tecelligahın gerisinde nereden bakılsa bin yıllık tarihi, aidiyet, haysiyet, idrak, bilinç ve kan vardır. Bu nedenle bu coğrafyada basıp geçtiğimiz yerlere toprak deyip geçemeyiz. Bosna’dan Sahra’ya, Kudüs’ten Kırım’a tüm bu iklimlerde binlerce kefensiz yatanı düşündüğümüzde tek bir idrak, tek bir aidiyet, tek bir haysiyet ve tek bir memleket olduğumuzu anlarız. Başını arzın bir kıtasına, gövdesini diğer kıtasına, ayaklarını diğer kıtasına uzatarak asumani heykeller gibi yatan heybetli bir memleket olduğumuzu görürüz. Bosna’nın bu memleketin serhat boylarındaki yurdu, Anadolu’nun ise iç kalesi olduğunu anlarız. Aliya İzzetbegoviç mücadelesi ile böylesi bir bilinci ve idraki hatırlatmıştır. Tüm İslam dünyası serhat boylarındaki bu uç kalesi ardında saf tutmuştur. Ortak bilinç, aidiyet ve haysiyet tarihin derinliklerinden fışkırıp çıkmıştır. Bir anda tek bir millet-ümmet olduğumuz fark edilmiştir. İşte bu idrak, geleceğin perspektifi ile beraber küresel saldırganlık karşısında tutunacağımız şeyin ne olduğunu da göstermektedir. Begoviç’e göre din de devrim de acılar ve ıztıraplar içinde doğar. İkisi de refah ve konfor içinde yok olup gider. Gerçekten devam eden sırf onların gerçekleşmesi çabasıdır. Onların gerçekleşmesi ise, aynı zamanda ölümleri demektir. Din de devrim de gerçekleşirken, kendini boğacak kurumlarını, statükolarını doğururlar. Devrim yalan söylemeye ve kendi kendini ihanet etmeğe başladıktan sonra statükolaşmış sahte dinle ortak bir dil kullanmaya başlar… Begoviç, savaş yılları boyunca “aktivist” kişiliği ile öne çıktı. Oysa bu ortaya çıkışın gerisinde çileli bir “İslami Mücadele” tecrübesi ve derin bir entelektüel kişilik yatmaktaydı. “Doğu ve Batı arasında İslam” kitabı adeta savaşın zihin ve akıl tutulmasına yol açan sarsıcı şartları arasında unutuldu. Halbuki bu kitapta Begoviç, İkbal’ın “İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası” ve Mehmet Akif’in “Safahat”ındaki düşünce çizgisini daha da ilerleterek “yenilikçi” fikirleriyle dikkat çekmektedir. Doğudan Mevdudi, Seyyid Kutup, Fazlurrahman, Batıdan Bergson, Hegel, Kant, Spengler gibi düşürlerin zihin dünyasının şekillenmesinde etkileri olduğunu söyleyen Begoviç’in zihin dünyası, şahsen benim fikir serüvenimle büyük oranda örtüşmektedir. Hazır (Bosna’dan) “el ayak çekilmişken” Begoviç’i okumanın tam zamanıdır. Söz bitmedi umut yaşıyor… İhsan Eliaçık /Aliya İzzetbegoviç kitabından alıntıdır.
R.İhsan Eliaçık
*
“Aliya İzzetbegoviç’ten”
“Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” “İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe, Allah hükmeder ve O ne derse, o olur… İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir.” “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan(Sırplar’dan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.
*kaynak: bu ülke gazetesi
*
Bu yazılarımızı da okumak isteyebilirsiniz:
Yenile Yenile Yenmeyi Öğrenmek! |