BANA BİR ŞİİR OKUR MUSUN
Yusuf BAL
Deneysel Şiir: “Deneysel şiir, şairin daha önceki tarzından çok farklı kelime deneyleri üzerine kurduğu şiirdir”[1]. Bu tanımı her ne kadar kelimeden bahsettiği için sevsem de bana soğuk geldi. Kömürü tanımlarken, kömür ana maddesi karbon olan bir kayaç türüdür demek doğru ancak kömür sadece bundan ibaret değil. Kömür aynı zamanda kışın soğuk günlerinde insanları sobanın etrafında toplayan sıcacık bir madde olduğundan, kömüre sadece kimyacı gözüyle bakmamak lazım. Sonra kimyada sadece atomlar değil atomlar arasındaki bağlar da önemli. Karbon molekülleri arasındaki bağlar kovelent mi? İyonik mi? Tıpkı deneysel şiir gibi. Deneyden son ürün olarak şiir elde edemiyorsak şiire ne katabiliriz ki?
Deney demişken bilimsel çalışma yönteminde deneyden önce beş aşamanın olduğu biyoloji okuduğum yıllardan aklımda kalmış. Bu aşamalar problemin belirlenmesi(bizi şiir yazmaya iten bir sebep olmalı. Ya rahatsız ya da âşık olmalıyız), gözlem (Leyla’nın güzelliğini görmek), verilerin toplanması (Leyla hakkında bilgi), hipotezin kurulması ve tahminlerde bulunma aşaması (seviyor-sevmiyor gibi değil ama) gelir. Deney işte buradan sonra başlar.
Özetle şöyle söylemek lazım. Deneyin bir amacı olmalı. Yaptığımız çalışmanın deneysel şiir olması için ise; 1) Şiir olmalı 2) Deney olmalı
Şiir olması için okunabilmesi lazım. Sadece rakamları kullanarak oluşturduğumuz desenler ya da bir sayfayı c harfi ile doldurup sonuna bir tane ters c eklemek çalışmamızı ne kadar şiir yapar. Bu şiirleri okuyabilir misiniz? Sonra photoshop, illustrator, corel vb. tasarım programları kullanarak harfleri eğip bükmenin sonra buna görsel şiir ya da somut şiir (concrete poem) demenin ne anlamı var.
Şiir deneydir ama her deney şiir değildir. Hece ya da aruz vezniyle şiir yazmak ilk keşfedildiğinde deneysel yöntem sayılabilirdi, ancak şimdilerde bu şiirlere deneysel şiir gözüyle bakmaz. Bir hipotezi test etmek, sonuç almak ya da sırf can sıkıntısını gidermek için deneyler yapılabilir. Hepsine saygılıyız. Ama şiirde deneysellikten kasıt biraz da metne dayalı yenilik ve yine metni yok saymayan mucitlik olsa ne güzel olur. Ayrıca batıda daha önce kullanılmış yöntemler için de deneysel niteliğin artık kaybolduğunu düşünebiliriz. Yine bu alanda daha sonra yapılacak incelemeler için Osmanlı’da hat sanatı ve divan edebiyatı çevresinde yapılan güzel çalışmalar var olduğunu belirtmek isterim.
Deneysel Şiir Okunabiliyorsa Şiirdir: Hazır tüketimin zirve yaptığı çağımızda şiirin ezberlenmesinden vazgeçtik, okunsun yeter. Aksi takdirde “Elma da şiirdir” derim.
Şiirde Anlam: Ahmet Haşim “Mânâ araştırmak için şiiri deşmek, terennümü yaz gecelerinin yıldızlarını ra’şe içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek” diyerek şiirde anlamın arka planda kalabileceğini ifade ederken, Necip Fazıl Kısakürek şiir için “Mutlak hakikati arama işidir” demektedir. Anlam ve musikiolmadan şiirin eksik olacağını ifade ederek belki orta yolu
şair Hüseyin Alemdar’ın “gücünü anlamdan alan şiirden iyce soğudum” sözü ile bulabiliriz. Konuyu biraz dağıtmak gibi olacak ama “şiir matematiksiz de olmaz” diyesim var.
Şiir Makinesi: İnsan makine olmadığına göre, dil de basit bir iletişim aracı değildir. Bu yüzden şiiri hece ölçüsüne ya da başka gramer kurallarına hapsetmeyi sevemedim. Kimi zaman daha zor yerlere hapsettim, her kelime için ayrı kuyu kazmak istedim. Şiir hakkında çok sayıda birbirinden farklı tanım yapılması aslında şiirin tarifinin olmadığını, kişiye ve kullanıldığı ortama göre değiştiğine işaret etmektedir. Aynı sözü farklı tonlarda söylediğimizde biri hakaret, diğeri iltifat olarak algılayabiliyor. Tanınmış şairlerin çok güzel şiirleri olabileceği gibi ilkokul öğrencisinin yazabileceği tarzda şiirleri de var. Bu şiirlere “muhteşem” şiir diyenler de.
Hutbelerde Postmodern Şiir mi Okunsun?: Şiirde anlam önemlidir. Ancak T. S. Eliot “Kötü şair, şuurlu olması gereken yerde şuursuz; şuursuz olması gereken yerde şuurlu olandır” der. Şairleri unuttum aklıma Cuma namazında hutbe okuyan imamlar geldi. Cuma hutbe ve vaazlarında en çok alıntı yapılan şairler Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy dur. Şimdi imamlar oraya çıkıp post modern şiir mi okusun? Behçet Necatigil’in şiirleri tema olarak uymaz ama İsmail Kılıçarslan’ın Cennet Modern şiirini okusalar cemaat ne der.
Yalın Şiir Diye Bir Şeyler Dolaşıyor Ortada. Yalın şiirin tanımını ben yapsam “İçerisinde hiç bir ahenk, duygu, sanat unsuru olmayan bir şiir türü” derdim. Selçuklu döneminden kalan minareler divan şiiri, cumhuriyet döneminde yapılan apartmanlar yalın şiir olmalı.
Duygusuz Şiirler de Var: Eskiden bilimsel kitapları okumayı seven, sonra bilgisayar dergilerine dadanan, daha sonra da edebiyat dergileri alıp okumaya başlayan biri olarak çocukluğumda ve üniversite yıllarımda şiiri kaçırsam bile, bu gün mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Dergilerde yayınlanın şiirlerin genelde yüze onluk kısmını beğenirim. Dergilerde güzel şiirler olduğu kadar bazen bulmaca türünde şiirlerde oluyor. Tabi bu şiirlerin yüzdesini hesaplamak kolay değil. Bilgi vermeye yeltenen yazılar zaten şiir değil. Sonuç olarak dergi şiirlerinin yüzde kırkından hiçbir duygu alamıyorum. Duygusuz şiirleri düşününce; şiire yeni başladığım yıllarda bilgisayar dergilerinin armağan ettiği CD’lerden çıkan programları aklıma geldi. Pentium-166 işlemcili bilgisayara bu programları kurarken gösterge çubuğunun yüzde yüze gelmesini heyecanla beklemek daha duygusaldı diye düşünüyorum.
Türk Şiiri ve Bir Hipotez: Dünya iletişim teknolojileri sayesinde dönmüyor ama başımız teknoloji sayesinde dönüyor. Binlerce uydu yayını sinyalleri, GSM şirketlerinin baz istasyonlarından gönderdiği sinyaller sadece telefonumuza değil, kalbimize de ok gibi saplanmakta. Sinir hücrelerimiz çok fazla geriliyor. Bence bin sene önce yaşamış adamı şimdi getirip bu manyetik ortamın içersine koyarsanız, ya ölür ya da delirir.
Etkileşimli Şiir: Bu terim lügatlerde henüz yok. Biraz önce iletişim teknolojilerinden bahsetmiştim. ODTÜ’de okumanın bir avantajı olarak Türkiye’de interneti ilk kullanan üniversite öğrencilerinden olma imkânım oldu. Orca üzerinden internete bağlandığımız dönemlerde (1994-95 olmalı) şimdiki gibi her konuyla ilgili Türkçe web siteleri yoktu. Google henüz meşhur değildi. Biyolojide okuyan sınıf arkadaşım Hakan büyük bir heyecanla html kodları ile çalışan site yapmaya çalışıyordu. Şimdi istemediğiniz kadar Türkçe ve Arapça siteler var.
Web sitelerinden bahsetmişken, o dönemlerde web siteleri genellikle html idi. Sonra web 2.0 teknolojileri gelişti. Etkileşimli siteler ortaya çıktı. Haber sitelerine girip haberlerinizi okuduktan sonra, haberlerin altına yorum yazamıyorsanız ne anlamı var. Bu gün kendimize blog siteleri açıp web sayfamızda yazar olabiliyoruz. Facebook ve Twitter gibi ortamlar sayesinde herkesin nur topu gibi duvarları oldu. Şair yazar sayısı fırladı. Kalemi henüz kâğıtla tanışmamış şair ablalar, benim bu yazıyı yazdığım saatlerde kendi fotoğraflarını çekip facebook sayfalarına atıyordu (Şairin tipi konusuna belki sonra geliriz).
Yine daha önce kitaplardan gazetelerden aşina okuduğumuz yazarların da bu tür ortamlara hemen adapte olması, ilerlemiş yaşlarına rağmen dijital medyaya bu denli uyum sağlayabilmeleri şaşırtıcı. Daha önce yazmak için kâğıdı tercih eden yazarlarımız da etkileşimli siteleri sevdiler. Yazılarını yayınladıktan sonra kaç kişi beğenmiş, kimler yorum yapmış, yazı hakkında ne demişler hemen görebilir oldular. Televizyon için söylenen “Zeki Müren de bizi görecek mi?” sözünün yazara uyarlanmış hali gerçek oldu.
Etkileşimli şiire “bir şiirde okuyucunun kendini bulduğu şiir” diyebilir miyiz acaba?
Euglana ve Şiir: Euglana, Protista Âleminde yer alan en meşhur canlılarından biridir. Üstelik bu ününü elde etmek için şiir yazmadı, televizyonlarda program yapmadı. Onu kameralar değil mikroskoplar yakaladı en çok. Akademisyen, biyolog ve öğrencilerden oluşan nitelikli okuru oldu bu yüzden.
Şiir ve Beslenme Alışkanlıkları: Profesör seminer verecekmiş. Semineri dinlemeye sadece bir kişi gelmiş. Profesör konuşup konuşma konusunda tereddüde düşerek, ne yapması gerektiğine karar veremediğinden, gelen tek konuğun fikrini almak istemiş. Konuk “Valla beyim ben seyisim. Eğer ahırda bütün atlar kaçsa, sadece bir at kalsa yine onu beslerdim” demiş. Profesör konuğu haklı bularak seminere başlamış ve iki saat boyunca aralıksız konuşma yapmış. Seminerin sonunda konuğa dönerek konuşmasını beğenip beğenmediğini sormuş. Konuk “Beyim, eğer ahırda sadece bir at kalsa onu beslerdim ama tüm yemi o ata verip onu çatlatmazdım demiş.
İmgeleri şiirde bol bol harcarken düşünmek lazım bence.
Şairin Tipi: Her şair öleceği için şiirin tipi, şairin tipinden daha kalıcıydı eskiden. Bu günlerde internet ortamı çoğu zaman kullanıcılara yazma yetkisi veriyor. Sosyal medya da öyle. Birçok abi, abla ve kardeş kendilerine kullanıcı hesabı açarken isimlerinin başına “Şair Yazar…” ekini getiriyorlar. Emekli olup şiire başlayan arkadaşların bazıları kendilerine hayran. Yazdıkları metnin altında sürekli kendi fotoğraflarını yayınlıyorlar. Hatta bazı ablaların eğilip köpeğini severken çekilmiş fotoğraflarında göğüslerinin üstten görünümü de var. Ben aslında köpeği severken ki hallerini değil de, şiir yazarken ki hallerini merak ediyorum.
Somut Şiirin Demiri Eksik: Wikipedia’da Somut şiirin (concretepoem) tanımı yapılarken “Her türlü tipografik gösterenin sayfa boşluğu üzerinde hiçbir biçimsel kural olmadan düzenlenmesiyle oluşan şiir türüdür. Somut şiirde aktarılmasına niyetlenilen duygu ve düşünceler sözcüklerin seslerinden tamamen kopmuş olmasalar da algılanımları çok büyük oranda şiirin görsel niteliği üzerinden gerçekleşir” denilmiş. Somut şiir hakkında çeşitli dergilerde çok şey söylendi. Çeşitli dergi ve web sitelerinde somut şiir kategorisine girdiği düşünülerek yayınlanan örnekleri incelediğimizde bu şiirleri iki ana guruba ayırabiliriz. Birincisi dilin kullanımı ile yapılan örnekler. İkincisi yeterince kelime ya da cümle içermeyen, tasarım programları kullanılarak yapılan görsel ağırlığı olan çalışmalar. İkinci grupta yer alan örnekler bazen 4-5 kelimeden, bazen tek harften, bazen sadece resim manipülasyonlarından oluşabiliyor. Bu çalışmaların “görsel” olduğuna kimse itiraz edemez, “şiir” olduğuna itiraz etmekteyim. Çünkü şiir “okunabilen” bir yazı türüdür. Okunamayan, ancak resim sergilerinde sürrealist tabloların hemen yanında sergilenebilen çalışmalar ne kadar şiir olabilir ki? Onlara “görsel imge” diyelim (Görsel İmge kelimesini Mortaka dergisinde Yaşar Bedri Özdemir sıkça kullanmıştır). “Somut Şiirin Demiri Eksik” gibi bir başlıkla ifade etmeye çalıştığım durum bu. Zaten “concrete” kelimesinin Türkçe anlamlarından birsi de “beton”dur.
Yusuf Bal
Not: Bu yazı Mavi Yeşil Dergisi Sayı 92 (Mart-Nisan 2015) de yayınlanmıştır