Minik Beyaz Bir Yumurtanın Mucizesi

0
982

Hepimizin hayatında yaşadığı ya da yaşamayı arzu ettiği mucizeler vardır. Bu mucizeler bazen bir sevgilinin kollarında, bazen bir yabacının sözcüklerinde, bazen de hiç beklenmeyen bir zamanda ve yerde bulur insanı. Benim mucizem ise küçük bir kuşun …

 

 

 

 Yazar : Zeynep Müge Kasaroğlu
mukasaroglu@yahoo.com

Hepimizin hayatında yaşadığı ya da yaşamayı arzu ettiği mucizeler vardır. Bu mucizeler bazen bir sevgilinin kollarında, bazen bir yabacının sözcüklerinde, bazen de hiç beklenmeyen bir zamanda ve yerde bulur insanı. Benim mucizem ise küçük bir kuşun kanat çırpışlarında buldu beni.

İş yerimde iki muhabbet kuşum vardı. Yavruları oldu. Beş tane pespembe, gözleri daha açılmamış tüysüz bebek, yaşama haklarına sahip çıkmak istercesine birbirlerinin üstüne tırmanıyor, ciyak ciyak annelerini ağzındaki lokmayı kapmaya çalışıyorlardı. İkisi bu savaşta çok başarılı olamadılar ve birkaç gün içinde daha tanıyamadıkları dünyadan ayrıldılar. Kalan üç yavrudan ikisi oldukça gelişti ama biri çok küçük kaldı. Doğanın kanunu, anne zayıf kalan yavruyu yuvadan attı. Kurtarmak istedim, ama çok küçüktü. O da aramızdan ayrıldı.
Son iki yavru haftalar geçtikçe büyüdüler, serpildiler. Tüm tüyleri çıktı. Yuvadan çıkmalarına en fazla 1-2 gün kalmıştı. Bir sabah geldiğimde yuvanın içindeki manzara karşısında hayretler içinde kaldım. İki yavrunun da tüyleri yolunmuş, çıplak kalan yerleri kızarmıştı. Yavruları kıskanan baba her iki yavrunun da tüylerini koparmış ve bunu yaparken ciltlerine zarar vermiş, yaralamıştı. Hemen veterineri aradım. Yavruları hemen ayırmamı ve şırınga ile beslememi söyledi. Ve fazla ümitlenmemi, eğer yavrular şırıngadan yemek istemezlerse, zorla yedirsem de hayatta kalamayacaklarını eklemeyi ihmal etmedi.
Biri sapsarı anneye çekmişti, diğeri ise yemyeşil, aynı babasıydı. Şırıngadan yemeyi reddettiler. Zorla besledim. Hem besliyordum hem de içim parçalanıyordu. Zorla gagalarını açarken canlarını yaktığım için üzülüyor, çaresizlik içinde yaşatabilmek için devam ediyordum. 2 gün sonra sarı olan yavru elimde can verdi. Yaşamaktan vazgeçerken gözlerindeki ışığın sönüşünü asla unutmayacağım. Diğer yavrunun da durumu çok iyi görünmüyordu. 4. gün sabah yine zorla verdim yemeğini. Her iki saatte bir beslemem gerekiyordu. Umudumu neredeyse yitirmiştim. Ama vazgeçemezdim.
İki saat geçince tekrar hazırladım mamasını. Aldım onu karşıma. Tam yine zorla ağzını açmaya hazırlanıyordum ki, duyduğum yaşam çığlıkları karşısında gözyaşlarım oluk oluk akmaya başladı. Daha iki saat önce karşımdaki o halsiz, pes etmiş yavru gitmiş, o minicik şeyden nasıl çıktığına anlam veremeyeceğiniz bir çığlıkla, yolunmuş yaralı kanatlarını çılgınlar gibi çırparak şırıngaya saldıran bir bebek gelmişti. Şırınganın ağzını kavradığı gibi, bir solukta tüm mamayı bitirdi. Ben titreyen ellerimle şırıngayı tutmuş, bir taraftan inanamayan bir ifade ile hakim olamadığım göz yaşlarımı akıtmaya devam ediyordum.
Karar vermişti. Küçük yavru kuşum tam da umularımı yitirdiğim bir anda yaşamaya karar vermişti. Sadece iki saat önce ağzını açmamak için inatla direndiği şırıngaya, aniden büyük bir umutla tutunmuş ve sanki yediği her lokma ile birlikte yaşama bir kez daha bağlanmıştı. Her şey bir anda olmuştu. Küçük yavru bir anda değişmişti. Yavaş yavaş değil, bir anda… Bir mucize gerçekleşmişti gözümün önünde. Küçücük bir kuş bir karar vermişti. Tesadüf değildi bu. Zaman içerisinde bir kabulleniş, bir alışma da değildi. Bir anda, küçük kanat çırpışlarıyla yaşama tutunmaktı. O anda, o küçük kuş bana hayatım boyunca yanımda taşıyacağım bir ders vermişti. Ne olursa olsun, ne kadar acılar yaşamış olursak olalım, uçurumun kenarında bile olsak, yaşamayı seçme, yaşamayı sevme hakkına her zaman sahiptik.
Gıcır'ın Yaşama Azmi
Gıcır koyduk adını. Acıktığı zaman aynı gıcırtı sesine benzeyen çığlıklar atıyordu. İş yerimizin maskotu haline geldi. Terapilerden çıkan uzmanlar, hemen pozitif enerji almak için Gıcır'ın yanına uğruyor, onunla oynayıp, enerjilerini tazeleyip bir sonraki seanslarına giriyorlardı. Bizden biri olmuştu. Korku nedir bilmiyordu. Tepemizden inmiyor, bize cilveler yapıyor, artık koskoca kuş olmasına rağmen geceleri avucumun içinde uyuyordu.
Tüyleri uzun süre çıkmadı. Herhalde böyle kalacak diye düşündüğümüz sıralarda, Gıcır bizi bir kez daha şaşırttı. Bir anda tüylenmeye başladı. Tüylendi, tüylendi, top gibi sevimli bir muhabbet kuşuna dönüştü. Uçmayı öğrendi. Ama uçmayı pek tercih etmiyordu. Daha çok masamda kalemlerimi, kağıtlarımı yere atmak, klavyede yazı yazan parmaklarımı kovalamak, ekrandaki mause okunun peşinden koşturmak, dolu bulduğu su ya da kahve bardaklarının içine balıklama dalmak gibi muzır işlerle meşgul olmayı tercih ediyordu.
Ah tabi hakkını yememek lazım. Yaşadığı iş ortamının da etkisinden olsa gerek, aynı zamanda çok iyi de bir terapistti. Ne zaman birimizin canı sıkkın olsa, anında hisseder ve o kişiyi sıkıntısını unutana kadar rahat bırakmazdı.
Hepimiz çok bağlandık ona. İş arkadaşlarım, annem, babam, kardeşim… En çok da ben… Adeta bana yepyeni bir enerji getirmiş, yaptığım her şeyden iki kat zevk almamı sağlamıştı. Küçük dostumu yaşama tutunmanın bir sembolü olarak eğitimlere de yanımda götürmeye başlamıştım. Benimle birlikte sahneye çıkıyor, ben onun hikayesini anlatarak, onun bana verdiği dersi diğer insanlara aktarıyordum. Tabi o bu arada spot ışıklarına aldırmaksızın saçlarımı didiklemekle uğraşıyordu.
6 ay bizimleydi. 6 ay sonra bir gün, hâlâ hatırladıkça göz yaşlarımın hücum etmesine neden o olay başımıza geldi. Gıcır pencereden dışarıyı seyrederken, camın öteki tarafına bir kuş çarptı. Bu ani çarpmadan bir anda ürken Gıcır'ım panik içerisinde fırladı ve duvarda asılı duran saate çarpıp yere düştü. Hemen fırlayıp avuçlarımın arasına aldım onu. İyi görünüyordu, hemen toparlandı ve gıcırdamaya başladı. Ha söylemeyi unuttum, ötmeyi hiç öğrenemedi. Hep tatlı tatlı gıcırdanıyordu… Ertesi gün top gibi kabarmış, kafesinde keyifsiz keyifsiz otururken buldum onu. Hiç iyi değildi durumu. Yine de pes etmedim, tıpkı onun gibi… Veterinere götürdüm. Muhtemelen başından darbe aldığını, beklemekten başka yapılacak bir şey olmadığını, böyle giderse akşama çıkmayacağını söyledi.
Ama kuşum bir kez daha direndi. 3 gün daha dayandı. Zorla yem yedi, su içti. Bir kez daha yaşam mücadelesi başlamıştı Gıcır'ım için. 3. gün öğleden sonra toplantı yapıyorduk. O da aynı şekilde kafesinde oturuyordu. Hepimiz mutsuzduk. Hepimizin boğazında bir düğüm vardı. Toplantı anlamsız konuşmalar ve iç çekmeleriyle geçmekteydi. Derken bir şey oldu. Gıcır bir anda canlandı. Kafesinden fırladı. Sırayla hepimizi gezmeye başladı. Tek tek hepimizin omzuna kondu. Burunlarımızı gagaladı ve hepimize biraz cılız da olsa gıcırdadı. Hiç kimseyi atlamadan herkese sıra ile uğradıktan sonra kafesine geri döndü. Şaşkına dönmüştük. Ne yapmak istemişti, ne anlatmak istemişti? Bunları düşünürken "pat" diye bir ses geldi kafesten. Gıcır'ımın cansız bedeni tünekten yere düşmüştü.  O anda hepimiz anladık birkaç dakika önce bize ne demek istediğini. Veda etmişti. Hepimize hoşça kal demiş ve öyle gitmişti. Hayata tutunuşu gibi veda edişi de bir mucize gibiydi.
Yaşadığı Her Anın
Tadını Çıkarmak
Bir kez daha kaybetmemiş, kazanmıştı Gıcır'ım. Daha minik bir bebekken herkes öleceğini söylemiş, ama o inadına yaşamıştı. Yaşadığı 6 ay kısa gibi gelse de, birçok insanın hayatına imza atmıştı. Kimi insanın koca bir ömürde yapamadığını yapmış, bu kadar kısacık bir sürede pek çok insanın yüreğine dokunmuştu. Herkesin sevgisini kazanmış ve onlara yaşamanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha öğretmişti. Yaşadığı her saniyenin tadını çıkarmış, minicik bir kuş olmasına rağmen birçok insana neşe kaynağı olmuş, umut getirmişti.
İşte size bir örnek! Gıcır'ın vefatından bir ay önce bir öğrencimin yazdığı maildir:
"Sevgili hocam ve Gıcır! Beni hatırlar mısınız bilmem ama mart ayında bir seminerinize katılmıştım. Sizinle ve Gıcır'la orada tanıştım. O gün bize Gıcır'ın hikayesini anlattınız. Çok etkilendim. Günlerce Gıcır'ı aklımdan çıkaramadım. (Alınmayın lütfen, sizden de çok etkilenmiştim:) Bu sene üniversite sınavına girecektim ama öylesine olacaktı. Hiç çalışmamıştım ve 4 aydan az zaman kalmıştı. Temelim de zayıftı. Pes etmiştim anlayacağınız. Ama Gıcır'dan sonra kendimi çok huzursuz hissettim. O küçük kuş bile pes etmemişti. Ve siz orda bir şey demiştiniz: 'Pes etmediğinizde her zaman istediğinizi elde edeceksiniz diye bir garanti yoktur. Ama pes etmediğiniz sürece ona ulaşma şansınız her zaman vardır. Ama bırakır giderseniz, vazgeçerseniz kazandığınız tek şey, nasıl kaybedeceğinizi bilmektir.' Ben de pes etmemeye karar verdim. Gıcır gibi… Sınavı kazanıp kazanmamayı hiç takmadım kafama. Sadece elimden gelenin en iyisiyle çalıştım. Size bu maili Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni kazanmış biri olarak yazıyorum. Gıcır'ı şişko karnından öpüyor, size ve ona sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum… NAZ. S"
Bunun gibi eğitimlerden sonra en küçüğünden büyüğüne öğrencilerden aldığım geribildirimler de; "Ben de Gıcır gibi olacağım", "Gıcır'a teşekkürler", "Gıcır seni çok sevdim. Ben de senin gibi pes etmeyeceğim", "Gıcır seni herkese anlatacağım" gibi ifadelerle doluydu. O küçük kuş 6 ayın içine ne çok şey sığdırmıştı. Hatta benden bile ünlü olmuştu.
Mucizelere inanır mısınız bilmem ama benim o güne kadar şüphelerim vardı. Gıcır'ın hayatıma girdiği gün ise hiç şüphem kalmadı. O birçok insan için bir kuştan çok fazlasıydı. Bazı insanların asla sahip olamadığı bir duyarlılığa sahipti. O bize minik beyaz bir yumurtanın içinde gelen bir mucizeydi. Gıcır bana yaşamla ilgili çok şey öğretti. Bana verdiği en değerli armağan ise mucizelere olan inancımdı…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız