Uzun ince bir yoldur tezhip yolu. Çiçek yolu, sabır yolu, emek yolu… Seyredenleri hayrete düşüren bir incelik, bir zarafet ve güzellik dünyası… Kağıda renk veren incecik nakışlarla süsleyen, zarafetli ellerden çıkan çok nadide bir sanat… Kendindeki inceliği yapanın…
Yazar : Nurhan Baltalı
nurhan@akiskitap.com
Uzun ince bir yoldur tezhip yolu. Çiçek yolu, sabır yolu, emek yolu… Seyredenleri hayrete düşüren bir incelik, bir zarafet ve güzellik dünyası… Kağıda renk veren incecik nakışlarla süsleyen, zarafetli ellerden çıkan çok nadide bir sanat… Kendindeki inceliği yapanın ruhuna yansıtır.
Yaptığı iş gibi ince ruhlu biri olan Nilüfer Kurfeyz işte bu yolu yürüyenlerden. Kurfeyz, tarihin derinliklerine kök salmış bir sanatın günümüzde çiçek açmış bahçesidir adeta. Gönlündeki ateşi hiç söndürmeden, sevgiyle ve emekle tezhibe bir ömür verenlerden. Daha lise yıllarında hocası Süheyl Ünver'le başladığı bu sanata, hiç yorulmadan, bıkmadan, sıkılmadan emek, sabır ve sevgi vererek bugüne kadar getirdi. Bugünse usta bir müzehhebe olan Kurfeyz, sanat hayatına bir zamanlar kendi öğrencisi olan Selim Sağlam Beyefendi ile devam etti. İşte Nilüfer Kuryez'ke gerçekleştirdiğimiz söyleşiden notlar…
33 yıldır tezhiple uğraşan biri olarak tezhibi nasıl tanımlarsınız? Yapmak isteyenlere neden tavsiye edersiniz?
En basit cümleyle bir gönül işidir tezhip. Gönlünüzle yaparsanız olur. Meslek veya hobi olarak yaparsanız yapamazsınız. Bir öğrenelim bakalım nasıl bir şeymiş derseniz olmaz. Tamamen gönlünüzü koyarak, ömrünüzü, bütün konsantrasyonunuzu, bütün düşüncelerinizi, her şeyinizi buna bağlarsanız yapabilirsiniz. Eskilerin tabiri ile; "Aşk olmazsa meşk olmaz" deyimi klasik sanatlarımız için en doğru tabirdir. Dolayısıyla tezhip, gönülle yapılan bir iştir. El ve göz daha sonra devreye girmektedir.
Sosyal hayattan biraz uzak bir sanat dalı sanırım.
Evet, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada da özveri gerektiriyor. Çünkü önümüzde iki seçenek oluşuyor: Ya daha sosyal ve dışa dönük bir hayat yaşayacağız ya da bu sanatı yapabilmek için içimize döneceğiz. İç dünyamıza dönmezsek zaten çalışamayız. Bu sabrı herkese tavsiye ederim.
Herhangi bir sanat dalıyla uğraşan insanın ruhsal dünyasının zenginleştiğini görüyoruz. Tezhibin size kattığı zenginlikler neler?
En başta ruhuma sükûnet verdi. Aceleciliğimden vazgeçtim, sabrı öğrendim. Ben sabrı bilmeyen, hemen sonuca gitmek isteyen biriydim. Ruhsal dünyamı geliştirdi. Bu sanata gönül veren herkes hoşgörü sahibi olabiliyor. Özveri sahibi oluyorsun, paylaşmayı ve sabrı öğreniyorsun. Bu zamanda paylaşımı herkes bilmiyor.
Paylaşımdan bahsediyorsunuz. Siz öğrencilerini yetiştirirken yaptığınız işi onlarla paylaşıyorsunuz, diğer sanatçılar için aynısını söylemek mümkün mü?
Herkes için aynı şeyi söylemek mümkün değil tabii ki. Bu biraz karakterinizle de ilgili. Sadece yaptığınız iş size bu özelliği kazandırmıyor. Bu paylaşımı bilmeyen insanlar var. Selim Bey ve ben bu konuda çok vericiyiz. Bildiğimiz her şeyi paylaşmaktan yanayız ama herkesin böyle olmadığını biliyoruz. Benim de derslerde öğrencilerime sürekli aşıladığım bu zaten. Bizlerden sonra onlar bu bayrağı devam ettirmek zorunda. Devam ettirirken herkes kendi iç dünyasından çıkan bir taşı daha üzerine koymak zorunda. Ama bunu yaparken de herkes kendi farkını ortaya koyabilmeli.
Bu farklılığın bir ölçüsü var mı? Klasik Türk İslam sanatlarında değişiklikler yapıladıkça özünden uzaklaşılıyor. Değişim önemli midir?
Sanatta biraz liberallikten yanayımdır. Gelişme olmazsa sanat olmaz. Sanat bunun için olmalı; farklı bir bakış açın, başka bir söyleyiş tarzın olmalı ki, size "sanatçı", yaptığınıza da "sanat eseri" densin. Sürekli birbirinin aynı olan şeyler kopyadır. Tabi ki değişim olmalı ama bunu yaparken de köklerden kopmamalıyız. Özellikle klasik sanatlarda biz Osmanlıysak bunu devam ettirmek durumundayız. Osmanlı sanatlarına ve Türk sanatlarına daha bağlı kalmalıyız. Örneğin dışardan gelen etkiler bizim işlerimizi yozlaştırıyor. Yapılan her şey Türk Osmanlı klasik sanatı adı altında yapılmaya başlıyor. Bunu da ayırt edecek bir merci yok! Çünkü bunu yapanlar zaten kendisine "hoca" diyen kişiler. Hocalar da bunu yapıyorsa, bu yozlaşmayı kim ayırt edecek? Tabii ki farklı kültürlerden etkilenerek bir şeyler yapılıyor. Ama köklerimize bağlı kalarak, köklerimizden kopmadan bir şeyler yapmalıyız. Bu şekilde sanatta belli bir doygunluk noktasına ulaşılacak. Klasik sanatı çok iyi bilecek ama bunun üzerine kendinden bir şeyler koyacaksın ki adından söz ettirebilesin. Biz de klasiğe bağlı kalsak da hayatımızda beşer yıllık dönemleriz var. Her 5 yılda bir renklerimizde, boşluk doluluk oranlarında farklılıklar olmuştur. İster istemez olan şeyler bunlar. "Ben değişmeliyim" diye ortaya çıkan şeyler değil.
Sadece eser vereyim demeyip öğrenci yetiştirmeye de önem veriyorsunuz. Selim Bey de öğrencinizken ilerleyen yıllarda iş ortaklına dönüşmüş bir beraberliğiniz var.
Paylaşmayı bilirsen çoğalır ve büyürsün, paylaşmazsan küçülür ve ufalırsın. Bu içten gelen bir özellik sanırım. Ders vermemi isteyen yerler oldu, bu da dışardan gelen bir talepti benim için. Selim Bey'le de bu şekilde tanıştık. Ben öğrenci yetiştirmeyi seviyorum, aktarmayı seviyorum. Karşınızdaki talebeye kendinizden bir parça gibi bakıyorsunuz, o ne yaparsa kendiniz yapmış gibi sahipleniyorsunuz ve mutlu oluyorsunuz. Bunun tersini düşünen insanlar var. Vermemek, göstermemek isteyen insanlara hayret ediyorum, o kadar kısır bir çizgi içindeler. Tam tersini düşününce talebelerin senin reklâmını yapan, senin çizgini devam ettiren, seni seven, etrafında bir sevgi ve bağlılık halkası oluşturan birer nefer…
Selim Bey ile beraberliğiniz nasıl devam etti?
Bir dönem ayrıldık, Selim Bey kendi sergilerini açtı. 1990 yılında yeniden bir araya gelerek birbirimize yardım etmeye karar verdik. Derken biz bu işi profesyonelliğe dökmemiz gerektiğini fark ettik. Bir eser üzerinde birlikte çalışıp fikirlerimizi birleştirdik. Beraber ürettik, yeri geldiğinde birbirimizi uyardık. Eserin üzerine beraber imzamızı attık. Yaptığımız bu iş, Türkiye'de o zaman ilk yapılan çift imzalı işlerdi ve çok ilgi görüyordu. Esasında biz bunun bilincinde olarak başlamadık bu işe. Zaman içinde bunun bir ayrıcalık olduğunu görmeye başladık. Çalışırken enteresan bir süreçten geçtik. Müthiş bir fikir alış-verişinde bulunuyoruz. Fikirler çatışsa da doğru olan fikirde birleşebiliyoruz. Aynı eser üzerinde çalışabiliyoruz. Zamanla görüşlerimiz bile aynı yöne kanalize olabiliyor.
Peki tezhip yapanlar geleneksel insanlar mı?
Öyle olduğunu düşünmüyorum. Gelenekçiden bahsederken köklerine bağlı diyebiliriz belki ama ben bunun ruhla alakalı bir şey olduğunu düşünüyorum. Birtakım hasletlere doğuştan sahip olup ruhunda onlarla dünyaya geldiğine inananlardanım. Dolayısıyla o gelenekçilik senin ruhunda, ahlak bazında, maneviyat bazında varsa yönelmen daha kolay oluyor belki.