Sınava endeksli öğretim programları ile öğrencilerimiz, ilköğretimden başlayarak daha çok test çözme, deneme sınavlarında en yüksek puanı alabilme ve derece yapabilme gayreti içindeler. Bir sınavı kazandıktan sonra diğer sınavın hazırlığı, o sınavı kazandıktan sonra yeni..
Yazar : Yusuf YEŞİLKAYA
Sınava endeksli öğretim programları ile öğrencilerimiz, ilköğretimden başlayarak daha çok test çözme, deneme sınavlarında en yüksek puanı alabilme ve derece yapabilme gayreti içindeler. Bir sınavı kazandıktan sonra diğer sınavın hazırlığı, o sınavı kazandıktan sonra yeni bir sınavın hazırlığı derken öğrencilerimizin çocuk olduklarını göz ardı ederek maratonlara hazırlıyoruz.
Eğitim – öğretim faaliyetlerinde öğrenciyi merkeze alsak bile, öğrenci tek başına etken kişi değildir. Okul yönetimi, öğretmenler, aile, dershane ve çevre bu işte önemli roller üstlenmektedir.
Başta öğrencinin kendisi olmak üzere, ailesi, öğretmenleri, okul yönetimi ve dershanesi, öğrenci başarısı eşittir sınav başarısı olarak algılamaktadır. Yani sadece sınavlarda çok net yaparak yüksek puan alan öğrenciler, başarılı öğrenciler olarak değerlendirilmektedir.
Aileler, çocuklarının başarılı olması için gerekli hazırlıkları yapıyorlar. Okul ihtiyaçları, ders araç ve gereçleri, okul aidatı, servis, dershane vs. bütün gereksinimler karşılanıyor. Çoğu zaman aileler, çocuklarıyla birlikte sınava giriyorlar. Dahası çocuklarından daha fazla heyecan ve stres yapıyorlar. Sınav sonunda alınan neticeleri, komşu ve akraba çocuklarının sınav sonuçları ile karşılaştırıyorlar. Yani çocuklarını diğer çocuklarla kıyaslıyorlar. Yetişkinler olarak bizi başkaları ile karşılaştırmalarına razı olmuyoruz ama çocuk ruhunda kıyaslamanın ne denli hasara yol açtığını hesaba katmadan acımasızca kıyaslıyoruz.
Çocuklarımızı ilköğretim birinci sınıftan başlayarak sıkıştırmanın, maratona hazırlamanın altındaki sebep nedir? Eğitim, öğretim, sınav, okul, dershane kavramlarının az çok farkında olan veliler bile çok iyi biliyorlar ki, iyi bir meslek için iyi bir üniversite kazanmak gerekiyor. İyi bir üniversitenin yolu da iyi bir orta öğretim kurumundan yani iyi bir lisede öğrenim görmekten geçiyor. Dolayısı ile geçmiş yıllardaki adıyla OKS, yeni adıyla SBS diye kısaltılarak adlandırılan orta öğretime giriş sınavlarının ehemmiyeti üniversiteye giriş sınavına yaklaşmış, hatta eşitlenmiştir. Bu nedenle veliler, daha birinci sınıftan başlayarak çocuklarının karne notunu yükseltmeye çalışıyorlar. Dahası çocuklarına alacakları hediyeleri, karne başarısına endeksliyorlar. Bu davranışı; “bak yavrum, karnendeki notların tamamı beş olursa istediğin bisikleti alırım ama bir tane bile dördün olursa yanıma gelme!” şeklindeki bir ifadeyle beklentileri güya meşrulaştırıyorlar.
Aynı evdeki çocuklar içerisinde başarılı olan çocuk, aynı okuldaki öğrenciler içinde sınavda yüksek puan alan ve bir yerleri kazanan öğrenciler, aynı dershanede okuyan öğrenciler içerisinde derece yapan öğrenciler, diğer öğrencilerden belirgin bir şekilde ayrı tutulmaktadır. Başarılı öğrenciler için, “benim yavrum, benim öğrencim, bizim şampiyonumuz” ifadeleri kullanılırken, başaramayan öğrenciler göz ardı edilmekte ve kıyaslanmanın ezikliğini yaşamaktadırlar.
Bütün sınıflar düzeyinde karne zamanı yaklaştığında veya sınav arifesi dönemlerde çocuklarla yapılan pazarlıklar daha belirgin olmaya başlıyor. Çocuklarımıza almayı düşündüğümüz nesnelerin adını ister hediye olarak belirleyin isterseniz rüşvet deyin bu armağanlar bir şeylerin karşılığında elde edileceği için çocukları kendi başarılarına bile şartlı olarak hazırlıyoruz.
Çocukların başarılarını değerlendirirken dikkat edilmesi gereken en önemli kriter, çocuğun kendi kapasitesi olmalıdır. Kendi yetenekleri ve yetersizlikleri içerisinde öğrenci yapabileceğini yapıyorsa, emeğini ve gayretini esirgemiyorsa, sonuca bakmadan bu öğrenciyi başarılı olarak değerlendirmemiz gerekir. Yeteneği olduğu halde tembelliğinden dolayı, çalışmadığından ötürü başaramıyorsa o zaman gereği düşünülmelidir. Öğrenciye, kendini ifade edebilmesi için imkânlar sunulmalı ve bu imkânlara karşı tutumu gözlenmelidir.
Özellikle anne ve baba olmamızdan kaynaklanan, çocuğumuza sunduğumuz imkânları yüzlerine vurmak, hele başarısızlıklarında başlarına kakmak doğru bir yöntem değildir. “Ben senin için yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, senin getirdiğin karneye bak. En pahalı dershaneye gönderdim, aldığın sonuca bak. Amcanın kızının karnesindeki notlar hep beş. Komşunun oğlu sınavda ilk üçe girdi. Senin bize reva gördüğün bu mu?” şeklinde ifadeler, başarı yolunda bize ve çocuğumuza katkı sağlamayacaktır. Çocukları, itham eden, aşağılayan, eleştiren ifadeler, onların içine kapanık, hırçın ve kavgacı bir tavır içine girmelerine neden olacaktır.
Her sözümüzde çocuklarımızın bizim geleceğimiz olduğunu, bütün çabalarımızın onların mutluluğuna ve geleceklerine yönelik olduğunu vurgulamaktan kaçınmayız. Ama kişiliklerinde oluşacak tahribatı düşünmeden eleştiririz. Kendi çocukluğumuzda ve gençliğimizde, olmak isteyip olamadıklarımızı çocuklarımızdan bekleriz.
Öğretim odaklı yürütülen çalışmalarda eğitim faaliyetlerini, öğrencilerin eğitimi açısından kazandırmayı planladığımız amaç ve davranışları göz ardı ederek başarıya ulaşamayız. Öğretimsiz eğitim, eğitimsiz de öğretim düşünülemez. Eğitim ve öğretim faaliyetleri, etle tırnak gibi birbirini bütünleyen ayrılmaz ikilidir.
Öğrencilerimizin ve çocuklarımızın başarılarını değerlendirirken, sadece okul ve sınav başarılarına göre değerlendirme yapmamız, eksik bir değerlendirme olacaktır. Daha sağlıklı bir değerlendirme için “Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları”nı incelemek yerinde bir davranış olacaktır.
Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları için: http://mevzuat.meb.gov.tr/html/88.html