Kendini değersiz hisseden, mutsuz ve anlamsız yaşayan insanlardan kurulu bir topluma nasıl dönüşülür? Bu harika yazıyı sizler için Şirin Kartal yazdı.
Öncelikle mutsuz bir evlilik yapalım ve karanlık yuvamızı hazır olmadığımız çocuklarımızla taçlandıralım. Eşimiz nerede, ne yaptığımızdan bihaber olsun. Ailemize karşı hiçbir sorumluluk ve bağlılık hissimizin olmadığını iyice yansıtalım ki “ağaç yaş iken eğilsin”, çocuklarımız henüz kendini keşfetmemişken öz değersiz olmayı iyice bir öğrensin. Erkek çocuğu sadakatsizliği, kız çocuğu ise aldatılmışlığı “doğal” ve “olması gereken” bir şey gibi algılamaya başlasın.
Çocuğumuza ilk öğreteceğimiz şeylerden biri duygularını asla göstermemek olsun. Gülmeyi ve ağlamayı “zayıflık”, konuşarak iletişim kurmayı “minnet etmek” zannetsin ki, yüzü hep duvar gibi dili hep lal gibi olsun. Hata yaptığında küçümseyelim, fiziksel veya sözel şiddet uygulayalım, doğrularında da görmezden gelelim. Tabii bu yöntemin tam tersi de aynı etkiyi yaratmakta son derece başarılı bir yoldur. Hatalarında ve doğrularında sırtını sıvazlayalım, farkında bile olmadığı egosunu iyice köpürtelim, sürekli ve gereksizce koruyalım etrafını iyice kuşatalım ki, özgüvenini bir güzel zedeleyelim.
Yeni bir sosyal çevreye katıldığı, hayatındaki en önemli adımlardan biri olan “ilk” okul deneyiminde hiç destek olmayalım. Sonra, çok profesyonel bir öğretmen gelsin ve öz değersiz evladımızın sorunlarını keşfetmek yerine sessizliği ve içine kapanmışlığından veya aşırı taşkın hareketlerinden “başarısızsın” sonucunu çıkarsın ve bunu uluorta paylaşsın. Acımasız akranları bu arkadaşımızı dışlasın ve hunharca alay etsin. Bu ilişkiler örüntüsü aynı ritimle erişkinliğe kadar devam etsin.
Yüksek okul veya iş hayatına atılan genç öz değersizimiz, tıpkı ilk okul deneyiminde öz değersizliği ile kendisini tanıştıran öğretmeni gibi profesyonel ve bir o kadar da köpürgen egolu akademisyenleri ve müdürleri ile güzel bir “ego savaşı”na girsin. Haksızlık karşısında bir tavrı olduğunda, susturulsun. Yeni fikir ürettiğinde reddedilsin. Başarının yaratıcılıktan değil, yapmacıklıktan geçtiğini fark etsin ve 20’li yaşlarında tekrarlıca aynı senaryoları yaşayarak bulunduğu ruh halini iyice pekiştirsin. Güçsüzü ezerek, haksızlık yaparak, sokak lambası gibi durarak zafere gidildiği kanaatine varsın. Bu, ona gelecekteki yaşantısında çok lazım olacak.
Artık bir erişkin olan öz değersizimiz, karşı cins ile ciddi ve anlamlı ilişkiler kurmak isteyecektir. Çocukluğundan başlayarak iş hayatına kadar devam eden süreçte görmüş olduğu aynı muazzam değersizlik hissini bu sefer benimsediği ve aşık olduğu insandan görsün. Kendisi ile konuşulmasın, nitelikli zaman geçirilmesin, özel anlarında hep yalnız bırakılsın, hiçbir önemli paylaşım yapılmasın ki, aşık olunan kişiye ve ikili ilişkilere güvenme ihtimali en baştan yok edilsin.
“Öz değersiz” olarak tanımlanan hayali karaktere yukarıdaki davranışları veya benzerini uygulayan aktörlerden biriyseniz, tebrikler. Nur topu gibi bir “öz değersiz” ürettiniz.
İyi haber; insanların büyük bir bölümü en az bir kez benzeri etkilere maruz kalmış ve kısa tramvalar atlatmıştır. Çoğunlukla bu dönemlerin sonrasında içsel arayış sürecine girmiş ve çok daha mutlu biri olarak hayatına devam etmiştir.
Kötü haber; eğer siz “öz değersizleştirme gayretindeki tombul egolu” arkadaşlardan biriyseniz, kronik ve iflas olmaz bir özgüvensiz ve öz değersizsiniz. Neden bu kadar sevgisizsiniz? Eminim ki, egonuz obezite ile mücadele edene kadar sizin de narin ve alçakgönüllü bir benlik süreciniz olmuştu. Neden sizi üzenlere benzediniz? Neden toplumu kirlettiniz?
Oysa, sevgiyle yetişir insan…
Paylaştıkça yeşerir, çiçek açar, ışık saçar. Ailedir, ilk elimizden tutan. Sevgiyi yuvamızda öğreniriz. Bize verilen kadarını verir ve olağan kabul ederiz. Çocuk, sevgiyle yetiştiği kadar mutludur ve mutlu eder.
Bu noktada ilk akla gelen ve en çarpıcı nokta, toplumun mutsuzlaşmasındaki yanlış evlilikler etkeni!
İçinde bulunduğumuz mutsuzluktan, yalnızlıktan, günlük hayat gailesinden ve toplum baskısından kaçış yolu yanlış evlilik ve ilişkiler midir? Tek yolu bu mudur mutluluk saçmanın? Peki gerçekten bu evlilik düşüncesi bireyleri ve toplumu etkileyen daha derin ve korkunç bir son hazırlıyor olabilir mi insanlığa? Belki de toplum yapımızın en büyük sorunu olabilir mi mutsuz evlilikler ve ve bu mutsuz kurumlarda doğup büyüyen çocuklar?
Daha kendini keşfedememişken, güvenemezken, yarını göremezken, sosyal çevreye daha mutlu ve daha saygın görüntüsü vermeye çalışmak için midir sonu görünmeyen ilişkiler silsilesi ? Etrafa göstermeye çalışılan sahte yüz, bir gün ortaya çıkmayacak mı ? Korkular, şüpheler, yetersizlikler,umutsuzluklar,yaşanmamışlıklar… Hepsi saklandıkları maskelerin ardından “merhaba” demeyecekler mi beklenmedik bir anda?
Bir çocuk her şeyi çözer mi?
Peki ebeveyn, kendine hala bu dünyada bir kabuk arıyorken, ruhsal arayışını tamamlamamışken, masum ve küçük ruhun suçu ne ? Kendi eksikleriyle onu nasıl tamamlayacak? Daha kendi iç yolculuğuna çıkamamışken, ona hayatı nasıl öğretecek?
Çevremizdeki öfkeli, güvensiz, yapmacık, cinsel ve toplumsal kimliğinden bihaber,davranış sorunları yaşayan insanların pek çoğu, mutsuz ilişkilerin mahsulü. Tüm bu sorunların temelinde ciddi bir sevgi eksikliği yok mu sizce de?
Mutsuz aile ortamından kaçıştır bazen toplumumuzda evlilik, bazen de yalnız başına ayakta kalma savaşından yoruluş ve bir limana sığınıştır.
En anlamlısı, kendi değerinin farkında ve değer vermekten korkmayan, güven vermeden alamayacağını bilen, sevgi ve saygı kokusunu tüm hücrelerine sindirmiş ve kokuyu etrafına yaymaktan korkmayan ruh yolculuğunu tamamlamış bireylerin bir araya geldiği evliliklerdir.
Herkes bir sevgi arayışında. Bu arayışın genellikle evlilik ile çözüm bulacağı düşünülüyor. Zira, hayatlarına girenlerden koşulsuz ve çıkarsız sevgi alamayan insan, örf ve adetlerinin de etkisinde kalarak hazır olup olmadığını bilmediği kurumsal bir birlikteliğe adanmaya hazır.
Anne, baba ve çocuklar arasındaki sevgi sağlam temellendirilmiş ise koşulsuz ve çıkarsızdır. Çocukların hayallerinde anne ve baba ayrılmaz bir bütündür. Bütün parçalara ayrılmak zorunda kalsa da, çocuğun sanal dünyasındaki bütüne zarar vermemeye özen gösterilmeli, yeni bir ömüre yer açarken, kendi rol, değer ve iç dünya uzlaşımını süzmeli, yeni ömre sevgiyle can katabilmeli insan. Her güzel şey sevgiyle başlar, devam eder ve biter.
Sevgiyle kalın
*
ŞİRİN KARTAL