“Güçlü olmak hanımefendi olmak gibidir. İnsanlara öyle olduğunuzu söylemek zorundaysanız, değilsiniz.”
“Being powerful is like being a lady. If you have to tell people you are, you aren’t”
—Margaret Thatcher.
Bu güç hakkında, ve aslında olmak istediğimiz her şey hakkında söylenmiş en güzel laflardan birisi herhalde. Bizim olmak istediğimizle, olduğumuzu fark etmekten korktuğumuz kişiler arasındaki zorlu yaşamımızın özeti…
Bir şeyi ilan etmek zorunda hissediyorsanız kendinizi, muhtemelen o şey doğru değildir. Daha doğrusu siz öyle hissetmiyorsunuzdur.
Ne kadar demokrat olduğunuzu anlatıyorsanız, muhtemelen diktatörsünüz.
Ne kadar büyük isimleri tanıdığınızı anlatmak sizin için önemliyse, kendinizi çok küçük hissediyor olsanız gerek.
Ağzınızdan sadece herhangi bir şeyi ne kadar güzel yaptığınız çıkıyorsa, muhtemelen pek de güvenmiyorsunuz becerilerinize.
Yaşınızı küçültüyorsanız yaşlı hissediyorsunuz… Büyültüyorsanız, deneyimsiz.
Ne kadar iyi bir koç/eğitmen/danışman/… olduğumu ve yarattığım değişimleri anlatmak için içimde dayanamadığım bir ihtiyaç varsa, pek de güvenmiyor olabilirim kendime…
Öte yandan, zaten “öyle” olan insanlar, yani diğerlerinin kendilerine öykündüğü insanlar, ne kendilerden, ne de söz konusu şeylerden pek bahseder gibi gözükmüyorlar. Hatta ilgilenmiyorlarmış gibiler…
İyi lider, kendinden ve liderlikten bahsetmiyor, nelerin yapılması gerektiğinden, bunu bizim nasıl başarabileceğimizden, kendisine liderlik yapması şansını veren izdeşlerinden bahsediyor.
Güçlü kişi, sakin duruyor, tehdit etmiyor, ve eğer eyleme geçmesi gerekirse, ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor.
Bedeniyle, yaşıyla, düşünce duyguları ile barışık kişi, ne giyerse giysin, kilosu ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın çevresine bir prezans ve cazibe yayıyor.
Dediği ve yaptığı bir, dürüst, adil insanlar, bunu kanıtlamaya uğraştıkları için değil, karşılaştıkları durumlara olduğu gibi, kendilerini karıştırmadan yanıt verdikleri için öyleler.
İyi koç/eğitmen/danışman/…’ın tüm odağı danışanı, destek olmaya çalıştığı kişi veya kişiler… Onlar için neyin mümkün olduğu ile, ve bunu nasıl başarabilecekleri, ve neden şimdiye kadar başaramadıkları ile ilgileniyor… Ve bunu kendi çabaları ile fark etmeleri ile…
Bu kişiler “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” demiyorlar.
Bu kişiler “ben olmasaydım…” demiyorlar.
“Sana benim kadar süper olduğumu göstereyim” demiyorlar.
“Bak senin bunu becerebilmenin tek yolu benim” demiyorlar.
“Bana niye hak ettiğim değeri vermiyorsun?” demiyorlar.
“Gücümü sana gösterirsem o zaman kaçacak delik ararsın” demiyorlar.
Sadece ne yapıyorlarsa onu yapıyorlar. Ne yapmıyorlarsa onu yapmıyorlar. Yaptıkları ve söyledikleri arasında fark yok. Sabit bir “benlik” yaratmaya ve bunu, bu imajı her ne pahasına korumaya, ve kabul ettirmeye çalışmıyorlar. Bu sayede de korku düzeyleri, dolayısıyla da öfke tepkileri de düşük…
Diğerleri, biz, hepimiz, olmak istediğimiz hayalle, olduğumuzu fark etmekten korktuğumuz kabus arasında, korkulu, öfkeli, tatminsiz, zorlu hayatlar yaşıyoruz. Ve bundan çıkmaya çalışmak bile, yeni bir “olmadığımız ve ulaşıp sabitleyeceğimiz hal” tanımladığı için, bizi yine aynı tuzağa düşürüyor. Kendisi ile kavgası olmayan, çabalamayan insan hayaline ulaşmaya çalışıyoruz bu sefer de.
Belki de yapmamız gereken, artık çabalamayı bırakmak. Kendimizle, ve olmaya çalıştığımız şeylerle uğraşmayı bırakmak. İçinde bulunduğumuz koşul ve şartları tam olarak görmek bu sayede, sahiplenmek, ve ne gerekiyorsa onun olmasına müsaade etmek. Korkak ve cesur, güçlü ve güçsüz, iyi ve kötü, öğretmen öğrenci, genç yaşlı, başarılı başarısız, tüm bunları bırakmak. Gereğini yapmak. Doğru olduğunu en derinden bildiğimizi yapmak, ve tanımları sabitlemeye çalışma ızdırabından kurtulmak…
Belki o zaman, hem kendimize, hem de başkalarına, hem de yaşama daha fazla zarar vermeyi bırakabiliriz.
*
Dost Can Deniz
http://marefidelis.com/guclu-olmak-ve-arzu-ettigimiz-diger-hersey/