“Tipi tip”ten “Bi bib”e, ambalajında zenci bir kadın resmi olan “mabel”den “minti minti”ye, “pembo”dan meyvelisine, “özcan”ından “bayram”ına ve “falım”ına kadar dünden bugüne bütün çiklet sokaklarını dolaşmış, çocukluğunu çiğnemesini ve şişirmesini bilmediği bir çiklet gibi yüzüne gözüne bulaştırmış birisi olarak gece vakti çiklet çiğnemenin kişisel gelişime olumsuz etkilerini şöyle sıralayabilirim. Hüseyin Akın
Daha ilk paragrafın kapısından içeri adım atar atmaz, çaresizliğinize yanmak varken o herkesin tuttuğu yolu takip ederek, “Bu da nereden çıktı şimdi ya hu?” diyebilirsiniz. Doğru ya beklemeye ne sabrı ne de vakti olmayanlar için bu oldukça anlaşılır bir reflekstir. Geceleri sakız çiğnemenin kişisel gelişimle ne alakası olabilir? Oysa benim burada oldukça kişisel bir sorundan bahsettiğimi fark edenler bunu anlamakta zorluk çekmeyeceklerdir.
Hatta ferasetli okuyucularım arasında “Deve ile kuş arasında da bir mukarenet yok ama devekuşu diye altın yumurtlayan bir hayvan var.” diyenler bile olacaktır. Sözü daha fazla sakız gibi uzatmadan sadede gelelim. Efendim, yıllar önce kişisel gelişimden hiç mi hiç haberi olmadan kendini yüksek insanlık ülküsü etrafında geliştirerek bizi de bu halkaya dahil etmek için saçını süpürge yapan sevgili anacığım, geceleyin sakız çiğnediğimizde (kızlar buna o zamanlar çiklet derdi, belki de kızlar çiklet çiğnerdi biz sakız) yaptığımız şeyin vahametine işaret ederek, “Hemen çıkarın o sakızı ağzınızdan, hiç geceleri sakız çiğnenir mi, siz şaşırdınız mı?” diyerek bizi uyarır ve derhal sakızı göz görmeyen bir yere doğru, bir kağıda ya da naylona sararak atıp gözden uzaklaştırmamızı sağlardı.
O gün bugündür geceleri sakız çiğnediğim vaki değildir. Hiç unutmuyorum, bir keresinde küçük kardeşim annemi atlatıp gecenin geç saatlerine kadar sakız çiğneyip (o zamanlar televizyon olmadığı için eltiler, görümceler başta olmak üzere gece geç saatlere kadar sakız çiğneyerek vakit geçirirlerdi.) uyuya kalmış, sonra da uykuda sakız ağzından kayıp yatak çarşafına tutkal gibi yapışıp bir türlü o lekeyi çarşaftan çıkarmak mümkün olmamıştı.
Belki bu ve buna benzer sebeplerden olacak annem geceleyin bizim ağzımızda sakız görmeye tahammül edemezdi. Yasaklar karşısında anneme sebep sormaya hiç kalkışmazdık. Çünkü o hiçbir zaman sebeplerden medet uman biri değildi. Hala da öyledir. “Ben çiğnemeyin diyorsam çiğnemeyin, ne yapacaksın sebebini, sebebe ne gerek!” derdi.
Gerçi ben annemi gündüzleyin de hiç sakız çiğnerken görmemiştim. O zamanlar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen arkadaşlarımdan Tolga’nın annesi (âh Tolga şimdi beni okuyor musun bilmiyorum ama ne teklifsiz ne numarasız bir arkadaştın sen! Yaşıyorsan satırlar arasından çık ve “buradayım” de lütfen! ) her renkte sakızlar çiğnerdi. Üstelik sakızı bir şişirmesi vardı ki, bunu burada anlatmaya inanın sütunlar kifayet etmez! Bazen şişirmenin son kıvamında sakız patlayıverir, Fahriye Teyze’nin (kendisi Tolga’nın annesi olur) yüzüne gözüne yapışıp etrafındaki çocuklara eğlenme fırsatı doğardı.
Sokakları aşıp, caddeleri geçip o okul senin bu okul benim (aslında o okul da benim ama neyse, nasıl olsa lafın gelişi) gezerek engelli koşuyu tamamlayıp bir sürü diploma sahibi olduğumda bu sakız ve gece ilişkisini yeniden ve daha esaslı bir şekilde düşünmeden edemedim. Çocukluğunu ve nerdeyse gençliğini gece gündüz demeyip sakız çiğneyerek geçiren yakın komşum Cafer’in çelimsizliği geldi birden aklıma.
Bu adamın üflesen düşecekmiş gibi bu kadar çelimsiz olmasının sebebi özellikle geceleyin sakız çiğnemesi olmasın? Ağzında bitmeyen bir lokma gibi aynı şeyi sürekli dolaştırıp durması, gecenin karanlığından dolayı ağzındaki beyhude sakızı fark edip görememesi yemek yeme isteğini adeta hafızasından silmiş ve bedensel kişisel gelişimini engellemiş.
Sakız aslında sanallığın en somut bir şekilde kendinde toplandığı bir maddedir. Sindirime, dolaşıma ve boşaltıma konu olmayan, kana karışmayan, bir şeyi yiyormuş gibi yapma egzersizidir. Hal böyle olunca, yerinde saymayla eşdeğer bir şeydir sakız çiğnemek.
Şu halde “Batı şu kadar zamandır bilimde teknikte ileri giderken bizse sakız çiğniyoruz!” demek meramımızı daha güzel anlatır. İyi de bunun gece vakti çiğnenme sakıncasıyla ne alakası var diyebilirsiniz. (Anlatacağız herhalde, konuya böyle bir başlık attığımıza göre sorumluluk bize aittir. Biz öyle başlığı atıp kendisi ortalıktan kaybolan yazarlardan falan da değiliz, bu böyle biline!)
Efendim, sakızın malumunuz olduğu üzere hiç bir işe yaramamak gibi bir özelliği var. Midede gaz yapıp insanı bol bol acıktırmaktan başka bir faydası olmamasına rağmen sakızı ilk icat eden ulus olan Mayalardan itibaren bu denli çok kullanılır olması onda içten içe bir gizem ve tılsım özelliği oluşturagelmiştir.
Atalar bu tılsımlı maddeyi (cinler gibi uzayıp kısalarak şekilden şekle girebilmesi de cabası) -tılsım ve esrarın ormanı sayılan gecede görünür olup hareket bulması cin, peri gibi görünmeyen varlıkları kızdırabilir olma ihtimalinden midir bilinmez- doğru karşılamazlar ve bela sebebi sayarlar.
“Tipi tip”ten “Bi bib”e, ambalajında zenci bir kadın resmi olan “mabel”den “minti minti”ye, “pembo”dan meyvelisine, “özcan”ından “bayram”ına ve “falım”ına kadar dünden bugüne bütün çiklet sokaklarını dolaşmış, çocukluğunu çiğnemesini ve şişirmesini bilmediği bir çiklet gibi yüzüne gözüne bulaştırmış birisi olarak (Birilerinin bana kızarak, yahu bilader çıkar artık ağzından şu baklayı diye söylendiğini duyar gibiyim, iyi güzel ama ağzımdaki bakla değil ki, sakız!) gece vakti çiklet çiğnemenin kişisel gelişime olumsuz etkilerini şöyle sıralayabilirim:
1) Gece çiklet çiğneyen kişi ağzını tek bir meşguliyete sınırlamış olur. Yeme içme, muhabbet ve uyku da dahil olmak üzere birçok aktiviteyi kendi sahasından sınır dışı ederek uzaklaştırır. Bu da kişinin işleri karşısında muktedir fakat mümkün olmayan bir duruma düşmesini sağlar.
2) Gece çiklet çiğnemek, gecenin anlamını malayani (abes işlerle) deforme etmek, gecenin işleyiş ve akışını sabote etmeye eşit bir eylemdir. Performans israfı, efor zayiatıdır.
3) Çiklet çiğnemek insandaki enerjinin kendi içinde boşa sarf edilip doğru bir yere kanalize edilmesini engelleyeceğinden insan duygularında pasif sapmaya neden olabilir.
4) Hem çiklet çiğneyip hem başka bir şey yapmak, eli kolu dolu olduğu halde bir insanı kucaklamaya benzer. İlla ki kucağından bir şeyleri yere düşürecektir. Göz kararına dayalı olacağı için gece bu daha bir belirgindir.
5) İlla da geceleyin çiklet çiğneyeceğim diye ısrar ediyorsanız, hiç olmazsa bunu bir aynanın karşısına geçerek denetlenebilir bir şekilde icra edebilirsiniz.
Çünkü sakız çiğnendikçe çiğnenen bir şeydir, nerede durmanız gerektiğini size yüzünüzdeki hareket ve şekiller öğretip yönlendirecektir.
6) Yorgun bir ağızla geceyi karşılamak ne derece doğru, bunu tarihe sorun, tarih size cevaplasın. Yorgun bir atın kişnemesiyle dingin bir atın kişnemesi elbette bir olmayacaktır.
7) Gece gündüze nazaran daha bir seyyaliyete sahip ve daha kaygandır. Gecenin içerisine atacağınız ya da gecenin duvarlarına yapıştıracağınız bir sakız gündüze nazaran daha bir sırıtacak ve zihinsel işleyişinize bağlı olarak espri yapma yeteneğinizi köreltecektir.
Not: Yazı boyunca yaptığım esprilerin ağırlığına bakarak bu gece vakti şu an ağzımda sakız olup olmadığını merak edenlere hemen söyleyeyim, sizi temin ederim ağzımda sakız ya da çiklet yoktur.
Sadece cümleyi tatlandırsın diye dişlerimin arasında iki tatlı sözcük öyle kıvrılmış duruyor. O iki sözcük ne mi? Artık müsaade edin, o kadarı da bana kalsın!
www.gencgelisim.com