Bir tavşan güçlü bir düşmanı kendisine saldırdığında ne yapar? Çoğumuzun aklına gelen ilk seçenek: kaçmak. Eğer çaresiz bir durumda, ölümle burun burunaysa ve kaçacak hiçbir delik yoksa bu kez ikinci seçeneye yönelir: savaşmak. Bazı durumlarda ise mücadele etmek anlamsız, ölüm kaçınılmaz görünür. Ve zavallı tavşan son çareye başvurur: teslim olmak. Kimi hayvanlar teslimiyet sırasında sırtüstü yatarlar ve boğazlarını rakiplerine açarlar. Bu, « hayatım senin ellerinde, sana teslimim, canımı bağışla» mesajı taşır.
Biz insanlar da promlemlerle karşılaştığımızda kaçma, savaşma ya da boyun eğip teslim olma yoluna gideriz. Bunlar mutluluğumuzu çalan, alıp götüren 3 mutluluk hırsızı olarak tanımlanır. Bu hırsızlara karşı gözlerini dört açmak, kapıları sıkı sıkı kapamak gerekir.
Kaçma, savaçma ve teslim olmayla sonuçlanan yalnış hareket ve tutumların düzeltilmesini sağlayan insana özgü bir yeti vardır: analitik düşünce. Analitik düşünce problemi tanıma/öğrenme aşamasıyla başlar. Öncelikle onun diğer problemlere benzer ve farklı yanlarıyla iyi tanınması ve tanımlaması gerekir. Kişi, çeşitli çözüm yolları bulur ve bunlar arasında sentezlemeler yapar. Bu süreçte özgür bir bilinç akışı sözkonusudur. Analitik düşünce en doğru ve en uygun çözüme yönelik arayıştır. Bu düşünce şekli promlemin kendisine değil, çözüme yöneliktir. Diğer deyişle çözüm odaklıdır. Analitik düşünmek için herşeyi bilmeniz gerekmez ama bilgiye en kısa yoldan nasıl ve nerede ulaşacağınızı bilmek önemlidir. Analitik düşünceyle beynimizin rasyonel bölümünü etkin kullanarak işlevselleştiririz. Onu kullanmayı seçmediğimiz sürece, mutluluğumuzu çalan hırsızlara karşı savunmasız kalırız. Analitik düşünceye kağılarımızı kapattığımız sürece 4. mutluluk hırsızına kapılarımız açmış oluruz.
Mutluluğun 4 Hırsızı
Şimdi bu 4 mutluluk hırsızını daha yakından tanıyalım :
1- Kaçmak: Hayvanlar gerçek tehlikelerden olduğu kadar hayal ürünü tehlikelerden de kaçarlar bazen. Örneğin, düşen yaprakların uçuşması bir hayvanın kaçmasına neden olabilir; çünkü bu sesi yaklaşan bir düşman olarak algılar. Bazen biz insanlar da çevremizdekileri bir tehdit unsuru olarak görürüz. Örneğin, yolda karşılaştığımız bir yabancının bakışını eleştiren, küçümseyen bir ifade olarak algılarız. Daha geniş çapta düşündüğümüzde küçük aksaklıkları gözümüzde büyütür, onları kocaman birer sorun haline getiririz. Bu bizim kaçmamıza, televizyon, alkol, ilaçlara sığınmamıza, çeşitli bağımlılıklara sığınmamıza neden olur. Böylece, küçük sorunları gözümüzde büyütüp kaçacak delik aramak mutluluğumuzu çalan hırsızlardan biri haline gelir. 2- Teslim Olmak: Bebekler yaşamlarını sürdürmek için annelerine bağımlı halde yaşarlar. Annenin koruyuculuğuna muhtaç oldukları için içgüdüsel olarak ona boyun eğerler. Büyüdükleri halde bu durumdan kurtulamayan yetişkinler ise, zamanla kendilerini güçsüz ve çaresiz hissederler. Başkalarının sözünden dışarı çıkmayan, söylenen ve yapılana boyun eğen kişiler olarak kendilerine acıyarak geçer hayatları. Dünyanın kendilerini ele geçirdiğini hissederler ve mücadele göze alamazlar. Hayat bir mücadele olduğu için, bu kişiler mutsuzluğa teslim olurlar. 3- Savaşmak: Dürtü ve isteklerin yanlış yönde kullanılması insanoluğunun ızdırabının önemli sebeplerinden biridir. Bazen bu dürtüler savaş, şiddet, öfke, zorbalık, kin gütme, düşmanlık ve nefret beslemek şeklinde gösterir kendisini. Gerekçesiz olarak eylemle ya da sözle karşı atağa geçmek hem bizi hem diğerlerini incitir. Mutsuzluğu davet eder.
4- Eleştirel düşünceden uzaklaşmak: İstek ve dürtülerimize etraflıca düşünmeden, durumu enine boyuna analiz etmeden cevap vermeye çalışırsak mutsuzluğun kapısını aralamış oluruz. Bireylerin, davranışlarının sonuçlarını öngörememesi ve tartamaması parçalanmış aileler, boşanma, umutsuzluk, depresyon, içine kapanma, liselerde başgösteren şiddet olayları, okuldan kaçma gibi sorunların habercisidir.
Mutluluğun 3 Arkadaşı
Şimdi de mutluluğun hırsızlarından bir süreliğine uzaklaşıp mutluluğun 3 arkadaşına göz atalım.
1- Yürekli Yaşam: Kaçmak, teslim olmak ve savaşmak korkudan doğar. Cesaret ise korku, kaygı ve umutsuzluğu nötralize eder. Korku bizi hareketsiz kılar, cesaret ise bize hareket kazandırır. Panik ve endişeden uzak tutarak sakin kafayla ve objektif düşünmemizi sağlar. Cesur kişiler, kişisel bir sorunla karşılaştıklarında ondan kaçmaz, saklanmaz ya da boş çırpınışlarla onunla boğuşmazlar. Bunun yerine, analitik düşünceye başvururlar. Durumu analiz ederek kendilerine şu soruları sorarlar: “Bu durumda olabilecek en kötü şey ne; gerçekleşmesi muhtemel şey ne; seçeneklerim neler; içinde bulunduğum durumu geliştirmek için ne yapabilirim? Bu soruları cevaplayarak bir aksiyon planı geliştirirler ve bu doğrultuda hereket ederler. Tecrübelerinden yola çıkarak korkunun insanın ayaklarına dolanan bağlarından kurtulma yolunun analitik düşünmek olduğunu bilirler. Rüzgara karşı koyamayan narin yapraklar gibi değil, onu kontrol etmeyi bilen bir planör gibi davranırlar.
2- Diğerleriyle Yardımlaşma: Yaşamımızı sürdürmek için insanlara ihtiyaç duyarız. Hepimiz birbirimize muhtacız. Bir oyun yazarının oyunculara, oyuncuların ise izleyiciye ihtiyacı vardır. Yani hepimiz bir diğerinin varoluşu için bir amaç ve bir değer ifade ederiz. Hissedilen en büyük mutluluk çevremizdekilerle etkileşimimizin içinde gizlidir. Aşık oluruz, evleniriz, bir aile kurarız, kariyer yaparız, yeni arkadaşlıklar kurarız. Mutluluğun özü bunlarda saklı değil midir?
3- Ruhsal Boyut: Kör ve sağır olarak doğduğunuzu hayal edin. Bu durumda ne Mozart’ı ve Beethoven’i dinleyebilecek, ne de Da Vinci ya da Picasso’nun resimlerini görebilecektik. Sanat, yaşamı sürdürmek için bir zorunluluk olmasa da onun mutluluğumuzu güçlendiren bir etkinlik olduğu inkar edilmez. Bu, varoluşumuzun ruhsal boyutuna işaret eder. Kendimizi zanatın güzelliğe teslim ettiğimizde mutluluğun da yeni bir köşesini keşfetmiş olacağız.
Şu an ihtiyacımız olan korkudan uzaklaşmak ve dik durmak… Bu, beynimizin olağanüstü potansiyelini ve gücünü kullanmak anlamına geliyor. Dürtülerinizle ve acele hareket etmeyin, önce düşünün!
(www.gencgelisim.com)