IŞIK YOKSA FOTOĞRAF YOKTUR
Toplumu topluma yapan en önemli özelliklerden biri, toplumsal sağduyudur. Topluma toplum yapan en önemli özelliklerden biri, toplumsal barış ve sevgidir. Toplumu toplum yapan en önemli özelliklerden biri, toplumsal ışık olan bilgidir.
SAĞDUYUDAN, BARIŞ VE SEVGİDEN, BİLGEDEN YOKSUN TOPLUMLAR SÜRÜDÜR. SÜRÜLECEK ÇOBANLIDIR.
Heraklitos’un toplumsal görüşlerinden çok niçin öyle düşündüğü hakkında fikir yürütürken kendi ulaşacağı yargıları bir kenara bırakıp, ünlü feylesofların yaşamları ve öğretileri adlı kitabın dörtyüz yirmialtıncı sayfasından bir paragraf aldı.
“Ephesoslu, Herakleitos Hystospes’in oğlu kral Dareios’u selamlar.”
Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar gerçeklerden ve doğruluktan uzak duruyor. Tehlikeli aptallıklarından ötürü kendilerini üç gözlülüklerini duyurmaya ve ünlü olmaya adıyorlar. Ben bütün kötülükleri unutan, kıskançlıkla ele geçen her türlü hırstan ve kendini beğenmişlikten kaçan bir insan olarak kendi anlayışıma göre azla yetinen bir insan olara, Pers ülkesine gelemem.
• Pers Kralının kendine sunduğu imkânları kabul etmeyerek inancı doğrultusunda yaşamayı yeğleyerek inancı doğrultusunda yaşamayı yeğleyen Herekleitos’un bu yüce davranışı idari mekanizmanın, her makamının temsilinde bulunan insanlara örnek olmalıdır. Kardeşi için krallık haklarından vazgeçen Herakleitos keşke, kardeşlerini öldüren padişahlara ve benzerlerine örnek olabilseydi.
Soysuz davranışlar yüce davranışların yanında her zaman boyun eğmeye, aşağılanmaya ve sönmeye mahkûmdur.
İlkbahar mevsimini son ayının ilk günleri körfez rüzgârı delicesine esiyor. Zeytin ağaçlarının dallarını, yapraklarını rastgele sallıyor, dans ettiriyor onlara. Hava soğuk, balkonda oturmak her babayiğidin, anayiğidin harcı değil. Sabah yürüyüşleri, bahçe sulama işleri, bir iki saatlik bilardo kaçamakları, tavla, okey oyunları derken akşam oluyor. Akşam oluyor olmasına da olmayan şeylerde, olanlara baskın hale geliyor bazen. Rüzgârın şiddeti, balkona açılan kapıları kapattırdığı gibi, eşine “dayak mı yedik, yemek mi yedik belli değil” dedirtti. Kapıların kapanmasıyla rüzgâr ıslık çalmaya başladı. Kendisi için bu havanın olumsuz yönleri aşırı değildi. Önceki günlerde üç gün üst üste denize girmiş vücudunu soğuğa alıştırmıştı. İyi fotoğraf yakalayabilmek için bile rüzgârın dinmesi gerekiyordu. Otların, içeklerin ve onlar üzerindeki böceklerin sürekli sallantı halinde olması nedeniyle fotoğraf çekemiyordu. İki Mayıs günü rüzgâr biraz diner gibi olmuştu. O günde diş dolgusu için Küçükkuyu’ya gitmişti. İyi ki de gitmişti Küçükkuyu limanına yakın bir bahçe duvarına yaslanmış bacaklarını oldukça açmış güneşlenen bir kedinin fotoğrafını çekmişti. Kedinin bu doğal pozu, bakışlarındaki ifade bu durumu bile bile seçtiği ve halinden memnun olduğunu yansıtıyordu. Kedinin fotoğrafını çekerken yanından geçmekte olan bir arabanın kendilerini rahatsız etmeyip, hızlarını azaltarak ve doğrultu değiştirerek yol almaları hoşuna gitmişti. Eğer bu duruma aldırmayıp, değer vermeyip hızlıca geçselerdi, bu olağanüstü pozu bir daha yakalayamayacağını hissetmişti. O insanlara ve onlar gibi duyarlı insanlara “yolunuz daima açık olsun” diye dua etti. İki Mayıs Salı günü dişinin çürüyen kısmı temizlendi, boşalan yere dolgu yapıldı, onun yanındaki takma diş yerine yapıştırıldı. Doktor hanım “iki saat hiçbir şey yemek içmek yok”, dedi. Sonrada aşırı sıcak ve aşırı soğuk bir gün için yok’ dedi. Dişçiye teşekkür etti. Ağız sağlığı, diş sağlığı konularında ihmalkâr davrandığını hissetti. En ufak bir farklılıkta dişçiye gitmenin gereğini, dişçi koltuğunda ter döktüğünde anlamıştı. Dilinin ucu diş çukuruna girecek kadar beklemenin saçmalık olduğunu yine o koltukta anlamıştı. Kendini bilinçli görüp de böylesine bilinçsiz davranışta bulunmuş olması da hiç hoşuna gitmemişti.
Olmayan şeylerin olanlara baskın gelmesi yakın gelecekteki yaşantısının değişeceği işaretlerini veriyordu. Altı yıldır her yaz aynı yazlık bölgede yaşamanın verdiği kanıksama taşma noktasına gelmişti. Yeni yerler, yeni çevre, yeni kültürler, yeni ülkeler görmek edinmek istiyordu. Bu istekler zaman üzerinde baskı kurmaya başlamıştı. Eskisi gibi üç-dört ay buralarda kalmanın güç olacağını görüyordu. Buralarda kalmanın güçlüğünü yaratan istek, yeniliklere yönelir olandı. “Ya bu deveyi güdeceksin” lafı “ya bu deveyi güdeceksine” dönüşmeden, “ya bu diyardan gideceksin”e uymanın sayısız yararlarını şimdiden görebiliyordu. Kafasında birkaç ülke vardı. Bunlardan üç tanesi daha önce gittiği ülkelerdi. Bir tanesi Ukrayna gitmediği ülke idi. Kiev’in “Kiev’deki Adam” filminden kendinde bıraktığı izleri vardı. Ayrıca Saint Petersbug’un beyaz gecelerini yaşamak istiyordu. İstemekle isteğini yerine getirmek arasındaki farkı, eylemin oluşturduğunu düşünüyordu. Eyleme geçmeliydi.
Hayal etmenin en güzel yanlarından biri, kendisi gerçekleşince yenilerine kapı açmasıydı. Hayaller bencillik etmiyordu. Onlar paylaştırmanın hazzını biliyorlardı. O da biliyordu ki, biri gerçekleşince öteki devreye giriyor, bir diğeri ve ötekiler sıraya giriyordu. İşte bu anda hayal gücü kendi kabuğuna sığmayıp akıl ve mantığın ve düşüncenin ve bunlara eşlik eden organik insan yapının dışına taşmaya başlıyordu. Kendi sınırlarının sınırsızlıklarını düşleyebiliyor, fakat buna eşlik eden biyolojik yapının da sınırlarını zorlamak istiyordu. Ruhun bedende sıkılması gibi, hayalleri de bedenden şikayetçi olmaya başlamıştı. Öyle yok, Çaçça hayali aynı anda gerçekleştirmek niçin mümkün olmuyordu. Öğrenme denen kavramın daha hızlı, daha çabuk ve daha çoğu niçin birdenbire olmuyordu? İnsan yapısının yeniden evrimleşerek daha mükemmel, daha güçlü, daha hızlı ve daha akıllı varlıklara dönüşümü ne zaman olacaktı acaba?
Huseyin Ergül
ergulhus@yahoo.com