Heraklitos’un Pers Kralına Mektubu

0
811

IŞIK YOKSA FOTOĞRAF YOKTUR

Toplumu topluma yapan en önemli özelliklerden biri, toplumsal sağduyudur. Topluma toplum yapan en önemli özelliklerden biri, toplumsal barış ve sevgidir. Toplumu toplum yapan en önemli özellikler­den biri, toplumsal ışık olan bilgidir.

SAĞDUYUDAN, BARIŞ VE SEVGİDEN, BİLGEDEN YOKSUN TOPLUMLAR SÜRÜDÜR. SÜRÜLE­CEK ÇOBANLIDIR.

Heraklitosun toplumsal görüşlerinden çok niçin öyle düşündüğü hakkında fikir yürütürken kendi ulaşacağı yargıları bir kenara bırakıp, ünlü feylesofların yaşamları ve öğretileri adlı kitabın dörtyüz yirmialtıncı sayfasından bir paragraf aldı.

Ephesoslu, Herakleitos Hystospesin oğlu kral Dareiosu selamlar.

Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar gerçeklerden ve doğruluktan uzak duruyor. Tehlikeli aptallıkların­dan ötürü kendilerini üç gözlülüklerini duyurmaya ve ünlü olmaya adıyorlar. Ben bütün kötülükleri unu­tan, kıskançlıkla ele geçen her türlü hırstan ve ken­dini beğenmişlikten kaçan bir insan olarak kendi an­layışıma göre azla yetinen bir insan olara, Pers ülke­sine gelemem.

Pers Kralının kendine sunduğu imkânları kabul etmeyerek inancı doğrultusunda yaşamayı yeğleye­rek inancı doğrultusunda yaşamayı yeğleyen Herekleitosun bu yüce davranışı idari mekanizmanın, her makamının temsilinde bulunan insanlara örnek olmalıdır. Kardeşi için krallık haklarından vazgeçen Herakleitos keşke, kardeşlerini öldüren padişahlara ve benzerlerine örnek olabilseydi.

Soysuz davranışlar yüce davranışların yanında her zaman boyun eğmeye, aşağılanmaya ve sönmeye mahkûmdur.

İlkbahar mevsimini son ayının ilk günleri körfez rüzgârı delicesine esiyor. Zeytin ağaçlarının dallarını, yapraklarını rastgele sallıyor, dans ettiriyor onlara. Hava soğuk, balkonda oturmak her babayiğidin, anayiğidin harcı değil. Sabah yürüyüşleri, bahçe sulama işleri, bir iki saatlik bilardo kaçamakları, tavla, okey oyunları derken akşam oluyor. Akşam oluyor olmasına da olmayan şeylerde, olanlara baskın hale geliyor bazen. Rüzgârın şiddeti, balkona açılan kapı­ları kapattırdığı gibi, eşine dayak mı yedik, yemek mi yedik belli değil dedirtti. Kapıların kapanmasıyla rüzgâr ıslık çalmaya başladı. Kendisi için bu havanın olumsuz yönleri aşırı değildi. Önceki günlerde üç gün üst üste denize girmiş vücudunu soğuğa alıştırmıştı. İyi fotoğraf yakalayabilmek için bile rüzgârın dinmesi gerekiyordu. Otların, içeklerin ve onlar üze­rindeki böceklerin sürekli sallantı halinde olması ne­deniyle fotoğraf çekemiyordu. İki Mayıs günü rüzgâr biraz diner gibi olmuştu. O günde diş dolgusu için Küçükkuyu’ya gitmişti. İyi ki de gitmişti Küçükkuyu limanına yakın bir bahçe duvarına yaslanmış bacaklarını oldukça açmış güneşlenen bir kedinin fotoğrafı­nı çekmişti. Kedinin bu doğal pozu, bakışlarındaki ifade bu durumu bile bile seçtiği ve halinden mem­nun olduğunu yansıtıyordu. Kedinin fotoğrafını çe­kerken yanından geçmekte olan bir arabanın kendi­lerini rahatsız etmeyip, hızlarını azaltarak ve doğrul­tu değiştirerek yol almaları hoşuna gitmişti. Eğer bu duruma aldırmayıp, değer vermeyip hızlıca geçselerdi, bu olağanüstü pozu bir daha yakalayamayacağı­nı hissetmişti. O insanlara ve onlar gibi duyarlı in­sanlara yolunuz daima açık olsun diye dua etti. İki Mayıs Salı günü dişinin çürüyen kısmı temizlendi, boşalan yere dolgu yapıldı, onun yanındaki tak­ma diş yerine yapıştırıldı. Doktor hanım iki saat hiçbir şey yemek içmek yok, dedi. Sonrada aşırı sıcak ve aşırı soğuk bir gün için yokdedi. Dişçiye teşekkür etti. Ağız sağlığı, diş sağlığı konularında ihmalkâr davrandığını hissetti. En ufak bir farklılıkta dişçiye gitmenin gereğini, dişçi koltuğunda ter döktüğünde anlamıştı. Dilinin ucu diş çukuruna girecek kadar beklemenin saçmalık olduğunu yine o koltukta anlamıştı. Kendini bilinçli görüp de böylesine bilinçsiz davranışta bulunmuş olması da hiç hoşuna gitme­mişti.

Olmayan şeylerin olanlara baskın gelmesi yakın gelecekteki yaşantısının değişeceği işaretlerini veriyordu. Altı yıldır her yaz aynı yazlık bölgede yaşama­nın verdiği kanıksama taşma noktasına gelmişti. Ye­ni yerler, yeni çevre, yeni kültürler, yeni ülkeler gör­mek edinmek istiyordu. Bu istekler zaman üzerinde baskı kurmaya başlamıştı. Eskisi gibi üç-dört ay bu­ralarda kalmanın güç olacağını görüyordu. Buralar­da kalmanın güçlüğünü yaratan istek, yeniliklere yö­nelir olandı. Ya bu deveyi güdeceksin lafı ya bu deveyi güdeceksine dönüşmeden, ya bu diyardan gideceksine uymanın sayısız yararlarını şimdiden görebiliyordu. Kafasında birkaç ülke vardı. Bunlar­dan üç tanesi daha önce gittiği ülkelerdi. Bir tanesi Ukrayna gitmediği ülke idi. Kievin Kiev’deki Adamfilminden kendinde bıraktığı izleri vardı. Ayrıca Saint Petersbug’un beyaz gecelerini yaşamak istiyordu. İs­temekle isteğini yerine getirmek arasındaki farkı, ey­lemin oluşturduğunu düşünüyordu. Eyleme geçmeliydi.

Hayal etmenin en güzel yanlarından biri, kendisi gerçekleşince yenilerine kapı açmasıydı. Hayaller bencillik etmiyordu. Onlar paylaştırmanın hazzını biliyorlardı. O da biliyordu ki, biri gerçekleşince öteki devreye giriyor, bir diğeri ve ötekiler sıraya giriyor­du. İşte bu anda hayal gücü kendi kabuğuna sığmayıp akıl ve mantığın ve düşüncenin ve bunlara eşlik eden organik insan yapının dışına taşmaya başlıyor­du. Kendi sınırlarının sınırsızlıklarını düşleyebiliyor, fakat buna eşlik eden biyolojik yapının da sınırlarını zorlamak istiyordu. Ruhun bedende sıkılması gibi, hayalleri de bedenden şikayetçi olmaya başlamıştı. Öyle yok, Çaçça hayali aynı anda gerçekleştirmek niçin mümkün olmuyordu. Öğrenme denen kavra­mın daha hızlı, daha çabuk ve daha çoğu niçin bir­denbire olmuyordu? İnsan yapısının yeniden evrimleşerek daha mükemmel, daha güçlü, daha hızlı ve daha akıllı varlıklara dönüşümü ne zaman olacaktı acaba?

 

 

Huseyin Ergül

ergulhus@yahoo.com

LEAVE A REPLY

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen adınızı yazınız